30 Temmuz 2010 Cuma

Krizsavar!

Sevgili Hülya bugün Nurturia'da bir grup kurdu: 2 yaş civarı cücelerle baş edebilmemiz için fikir alış verişinde bulunduk, dert yandık, paylaştık, rahatladık!

Konumuz çoğunlukla "kriz yaratan durumla ve bunlarla baş edebilme" idi. Herkes dertli, hepimizin bazı taktikleri var; gelin görün ki bu taktikler her zaman işe yaramadığı gibi, zaman zaman işe yarayan taktikler, cüceler büyüdükçe başarıyla savuşturulabiliyor!

Bir sürü anne, işe yarayan bir sürü taktik önerdi; ben de, Damla'nın önerisiyle bunları derledim. Hiç beceremediğim bir şeyi yapıp, kısa ve derli toplu yazmaya çalışacağım!

1- BEKLE: Uğraştığı şeyden koparılan çocuk kıyameti koparmasın diye -"Oyuncak/park/banyo sen burada bekle, biz yeniden geleceğiz, tamam mı? Bay-bay oyuncak/park/banyoooo!!!!" Bu yöntemin pek çok çocukta işe yaradığı anneler tarafından onaylandı. Hatta geçenlerde, oyuncakçıda forkliftle oynayan Çınar'ı bu yöntemle foklift başından kaldırıp, ağlayıp sızlanmadan dükkandan çıkarmamız mümkün oldu! (Teşekkürler Anneyazar)

2- 5-3-1: Bir uğraşı bitirirken - "5 dakika sonra bitiriyoruz canım", " 2 dakika sonra bitiriyoruz canım", "1 dakika sonra bitiriyoruz canım" diye uyarıp, 1 dakika dolduğunda uğraşı gerçekten bitirmek. İlk başlarda "n'oluyoruz ya" deseler de sonradan alışıyorlar-mış! Biz dakika değil de, banyodan çıkarken, ya da bazı uğraşları bitirirken "10'a kadar sayıyoruz"... temelde aynı şey!

3- Yelkovan: Saati gösterip "uzun kol (yelkovan) şuraya gelince bitiriyoruz" demek ve bitirmek.

4- "1 dakika/kez/tane": 1 yaşına girdiğinde Çınar'a parmağıyla 1 yapmayı öğretmiştik, "yaşın kaç?" diye sorduğumuzda parmağıyla bir yapıyordu! Sonra bir gün benden bir şey istediğinde "1 dakika tatlım" dedim ve o yine parmağıyla bir yaptı. Böylece kendi kendine "1" kavramıyla tanışmış oldu. Şimdi son bir kez bir şeyler yapabilmeyi dilediğinde, ya da bizi ikna için "1" yapıyor, biz de izin veriyoruz. Ama 1 kez bittikten sonra olayı da bitiriyoruz.

5- Konuşarak anlaşma: Göz hizasına inip, sakin ve basit cümlelerle neden istediğinin olamayacağını anlatmak. Bunu yaparken kilit nokta "kabul etmek" (bunu yapmak istiyorsun, biliyorum) ve "onun tarafındaymış gibi görünmek" (keşke yapabilsen, ben de isterim yapmanı ama...).

6- Sakin olmak: Aslında herşeyin başı bu. Anne-baba da kontrolü kaybedince, sorun daha çözümsüz hal alıyor.

7- Sabır/Tolerans: Süre kısıtınız yoksa, istediği şeyi istediği kadar yapmasına izin vermek (kendine/başkasına çok zarar vermeyecek şeyler).

8- Büyükler ve Küçükler: Kola içmek isteyen, küp şeker yemek isteyen, ya da diğer bazı sizin yaptığınız ama onun yapmaması gereken şeyleri yapmak isteyen çocuğunuza "bunu büyükler/anneler/babalar yapar canım" diyebilirsiniz, işe yaradığı oluyor. Ama önerilen bir yöntem midir? Onu bilemiyoruz...

9- Muadilini bulmak: Yapmak istediği şeyin yerine benzer başka bir uğraş önermek. Bir nevi dikkat dağıtmak, ama mesela şöyle: elindeki oyuncağıyla cama vurarak ses çıkaran ve bunu çok eğlenceli bulan çocuğunuza dehşetle "yapmaaa!!!" deyip eğlence dozunu 2 katına çıkarmak yerine "bak yere vurunca da acayip güzel bir ses çıkıyor, hadi bir de bunu deneyelim" deyip daha zararsız bir aktiviteye yönlendirmek. Yere vurduğunda önce bir süre yanında yer alıp, sonra umursamamak; böyle böyle onun vurmaya olan ilgisini azaltamaya çalışmak (ya da öyle olacağını ummak) gibi...

10- Düzen kurmak: Önce eşyaların yerleri olduğunu öğretip, oyunu vb. bitirmek istediğinizde "haydi bunu yerine koyalım" demek. Çocuklar düzen severler, düsturundan yola çıkılmış!

11- Dikkat dağıtmak: Damla çok güzel yazmış:

Belki de buna dikkat dağıtmak değil, konuyu değiştirmek demek lazım (yetişkinlere yapılana “gündem değiştirme” deniyor). Biraz derin nefes alıp kendinizi sakinleştirerek daha hızlı ve zekice düşünmeye çalışın. Aslında yapmaya çalıştığınız onu kandırmak değil, yapılamayacak bir şeye takılıp kendisini üzmesi yerine, yapılabilecek bir şeyle zamanını güzel geçirmesi ve mutlu olması. Bunu ona hissettirerek “konuyu değiştirme”nin her yaşta bir yolunu bulabilirsiniz.
12- Dr. Karp Mağara Adamı Yöntemi: Onun tepkileriyle karşılık vermek -bağırıyorsa, onun gibi bağırın, ağlıyorsa ağlıyormuş gibi yapın! Geçenlerde arabada "memeeeee memeeeeee" diye bağıran Çınar'a "eveeet, memeeeeee, istiyorsuuuun, ama burda yooookkk, evdeeeee" diye bağırarak yanıt verdim, gözleri kocaman kocaman açıldı, sonra da sustu :) (Muhtemelen "delirdi bu, daha fazla uğraşmayayım" diye düşünmüştür!)

13- Sonunda kaybedecek gibiysen hiç inatlaşma: Bu kilit bir nokta! Kaybedeceğini bildiğin durumda güç yarışına girip de anne-baba olarak küçük düşmeye gerek yok! 

14- "Hayır"lar "Evet" olmasın: Ağladığında, aslında yapmayacağınız bir şeyi dayanamadığınız için yapıyorsanız, bu çocuklara yalnızca daha çok ağlamayı ve istedikleri bir şeyi elde etmek için ağlamanın iyi bir yöntem olduğunu öğretiyor!

15- Suç ortağı olmak: Ona zarar vermeyecek ama onun hafiften yaramazlık olsun diye yaptığı şeyleri birlikte yapmak -koltuktan atlamak, deli gibi yolda koşmak, su birikintilerine şap şap basmak... Böylece, her zaman ona karşı olmadığınızı göstermiş oluyorsunuz!

16- Ayıcığı konuşturmak: Çok sevdiği bir oyuncağı varsa, kendi istediklerinizi ona söyletebilirsiniz! "Hmm, Çınar'ın altı çok kirlenmiş, hadi bezini açalım arkadaşım!"

17- Tehdit: "Şapkanı takmazsan sokağa çıkamazsın!" deyip, takmadığında gerçekten sokağa çıkarmamak (Çınar bu numarayı yutmadı hiç, ben artık denemiyorum). Bu tabii, türlü dil döküldüğü halde meram anlamamakta direnen yavrular için!

18- Hafiften sert çıkmak: Hiçbir şey işe yaramıyorsa, sizin de sınırlarınız olduğunu bilmesi için. Çok arada sırada uygulanmasında sakınca olmayabilir...

Benim derleyebildiklerim bu kadar... daha fazla önerisi, ekleyeceği olan varsa, alttaki yorum kısmına yazabilir mi?

Hepimize çatışmasız mutlu günler, mutlu cüceler diliyorum!!!

27 Temmuz 2010 Salı

Merhaba Yeni Hayat!

Hoşçakal Eski Hayat dememizin üzerinden 1,5 ay geçti; çok beklettim bu yazıyı, farkındayım...

Ama, Çınar'ın odasının tamamlanmasını bekledim. Öyle çok mükemmel olacağından değil, bana göre eksiği kalmasın istedim :)

Yeni evin en büyük odasını minik adama tahsis ettik. Keyifle oynayacağı, arkadaşlarını ağırlayacağı bir mekanı olsun dedik. Ben uzunca araştırdım; duvarlar ne renk olsun, eşyaları nasıl saklayalım, yatak nasıl olsun, halısı, perdesi, oyuncakları... Sonuçta da bu oda çıktı ortaya:



Odasının kapısı için eski evden yapıştırmalı ahşap harfleri getirdik, dayısının oda kapısında vaktiyle açtığı ufak göçüğü kapatmak için de Winnie'yi (nam-ı diğer iii-daaaat) kullandık :) Kapı arkasında da Çınar'ın sevgili Winnie ve Tigger'ı (İii-daaaat ve GoGo) olan bir kapı askısı var...

Yatağın karşısındaki duvara bulut raflarımızı ve Çınar'ın 1 haftalıkken aldığımız, belli belirsiz minicik el ve ayak izlerinin olduğu çerçeveyi astık. Yatağın olduğu duvarda ise Paşabahçe'den anane-dedesinin aldığı taşıt yapıştırmaları var.



Odayı hazırlarken Ohdeedoh'tan çok yararlandım! Duvarların badanası ve kalorifer önü oyuncak dolabı bu site sayesinde çıktı ortaya. Daha önce "erkek çocuk odası ille de mavi mi olmalı?" diye yırtınırken, bu tarzı görünce mavi renge birden aşık oldum! Uygulayabilecek usta bulabilir miyiz diye düşünürken Salih Usta imdadımıza yetişti (Nur içinde yatsın, iki hafta önce kalp krizi geçirmiş... artık aramızda değil... bu güzel oda kaldı yadigar.). Temalı oda yapmadık, ama sevdiği karakterler olsun istedik. Nitekim, halısındaki Tigger'ı öpüp duruyor arkadaş...

Minderler, aslında Çınar parmaklıkları çıkan yatağından kendini yerlere attığında canı çok acımasın diye yaptırıldı. Ama ben zaten odaya bir "yayıla yayıla okuma köşesi" istediğim için, o amaca da hizmet etmiş oldu. Şimdi kah orada yayıla yayıla kitap okuyoruz, kah Çınar yayıla yayıla keyif yapıyor! Minik masa ve sandalye Alp Abi'mizden (teşekkürler). Meğer oğlumun içindeki ressamın ortaya çıkması için böyle bir masas-andalye takımına ihtiyacı varmış! Bu set eve geldiğinden beri, sabah gözünü açar açmaz "aydede" diyerek eline kalemi alıyor, "otu otu" diyerek sandalyeye oturuyor (önce ayaklarıyla üstüne tüneyip sonra oturmak suretiyle) ve başlıyor çizmeye: aydede, at, bavuu, obbö, mee, el çiziyormuş (yani, aydede, at, büyük araç, otobüs, kuzu ve el).


Bizim babayla en çok sevdiğimiz oda detaylarından birisi lamba! Bunu resmen aradık! Ahşap ve uçaklı olmasını istediğimizi biliyorduk ama ne istediğimizi bilmiyorduk -ve bulamıyorduk- ki Bauhaus'ta bu lambayı gördük! Bayıldık! Çınar da bayıldı! Her sabah uyandığında "büyük" ve "küçük" uçakları gösteriyor bana! Bildiği tüm jest ve mimikleri kullanarak!

Pencerenin önünde tırmanmaya gayet uygun bir dolap olunca, camlara demir yaptıralım, dedik. Ben, bombeli demir-saksı-çiçek üçlemesini ezelden beri pek severim! Fırsat bu fırsattır dedim, demirleri yaptırdık, sardunyalarımızı saksılara ektik! Üstteki fotoğrafta, Çınar çiçeklerini suluyor (hem de ne keyifle)! Aslında şimdi yavruağzı ve beyaz çiçekleri de açtı sardunyalarımızın, bir ara da onları çekmek lazım...


Bu da Seda'ya özel foto-not olsun....

Bütün bunlara ek, http://www.bitenekadar.com/ 'dan harf şeklinde dekoratif aynalar aldım, ÇINAR yazacağım bir duvara, ama hangisine karar veremedim. Ve de, kitap koyduğumuz raftan kitaplarını seçerken Çınar'ın zorlandığını fark ettiğimden beri, kitapları cepheleri bize bakacak şekilde dizebileceğim bir raf/dolap sistemi istiyorum. Hani mağazalarda kitapları teşhir ettikleri türden. Ama nereye koyacağım konusunda hiçbir fikrim yok... Mavi şeffaf oyuncak kutusunun olduğu yer nasıl olur acaba?



Son olarak... bunlar Çınar'ın odasından değil, balkonumdan. Azimle sulayıp da öldürmediğim ender çiçeklerden, sevgili sardunyalarım! Evimizin daha fazlası için, böyle blogla olmaz, bekleriz efendim!

Sevgiler...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Mahallenin En Mutlu Yumurcağı*

*Happiest Toddler on the Block isimli kitabın Türkçe'ye çevrilmiş hali. Toddler kelimesi, Dr. Karp'ın tanımıyla, 8 ay- 5 yaş çocuklar için kullanılıyor. Ben daha önce, 1-3 yaş diye biliyordum...

Dr. Harvey Karp ile tanışmama vesile olan kişi kuzenim Eylem Abim'dir. Deniz'imiz daha yeni doğduğunda, fotoğraflarında kundaklandığını görmüş ve dehşet içinde "aaaa, kundaklıyor musunuz siz çocuğu ordaaaaa?" diye email atmıştım. Abim de sağolsun, adım adım anlatmıştı, sonradan hayatımızı kurtaracak, 5-S kuralını! Daha sonra sevgili Seda, bana Happiest Baby on the Block (Mahallenin En Mutlu Bebeği) isimli kitabını gönderdi. Temel olarak, abimin anlattığı şeyler ve biraz daha fazlası yazıyordu, ve Çınar'ın ilk 3 hatta 4 ayında yazan herşeyi yaparak rahat ettik diyebilirim!

Çınar büyüyünce, ikinci kitabını almayı hep düşünsem de, erteledim durdum. Ama, bizim minik adam kişiliğini ortaya koymaya başladıkça, sanki ona karşı yaklaşımlarımızda bir eksiklik var gibi hissediyordum; baş edemediğimi düşünüyordum ki, Dr. Karp yine hatırlattı kendini!

Bu zat-ı muhterem, dün bir konferans için İstanbul'daydı (zaten böyle şeyler hep İstanbul'dadır, hep!!)! Dört arkadaşım da (Özge -ailemizin fotoğrafçısı, meşhur pehlivan Çınar fotoğrafını çeken tatlı bayan, Neşe, Elif ve Tuğçe) bebekleriyle birlikte (Aylin kuzusu hariç) Dr. Karp'ı dinlemeye gittiler! Ne şans! Benim de şansım, bu güzel insanların deneyimlerinden, dinlediklerinden yararlanmaktı tabii!

Sevgili Elif ve Tuğçe de bloglarında bahsederlerse, bu yazıya link vermeyi düşünüyorum, ve sizi şimdi sevgili Özge'nin konferans notlarıyla baş başa bırakıyorum. Eline sağlık canım arkadaşım!

Harvey Karp’tan notlar…


Toddler-Cocuklarımız (8 ay / 5 yaş arası) = Magara adamı *ilkel*içgüdüsel*

Biz=Uygar dünyanın büyükelçileri

Bu yontemlerin tantrumların doğru teknik ile uygulandığında %50 oranında 2 dakika içinde tantrumları önlediğini soyler Harvey Karp. Aslında CD sini bulup izlememizin teknikleri görmek açısından faydalı olduğunu düşünüyorum bende!

1- Çocuklarınızdan beklentiniz olmasın. Sabırları, tahamulleri, uygun davranış şekilleri yoktur. Tantrum yaşadıkları zaman kişisel olarak algılamayın!

2- Tantrum yaşadıklarında eger karşılarına super sakin olursanız bu işi daha kötüye sürükleyebilir. Düşünün ki çok sinirlisiniz ve birisi size sakin bir ses tonu ile yatıştırmaya kalksa siniriniz yatışacağına daha da coşar. Cocukların onu anladığınızı bilmeye ihtiyaçları var.

3- Cocuklar günümüzde hem fazla hem az uyarılıyorlar. Bir apartman katında yaşamaya zorlanan Tarzan gibiler, bu durumun ne kadar sıkıcı olabileceğini düşünün. Daha fazla dışarıda olmaya, doğa ile vakit geçirmeye, koşmaya oynamaya ihtiyaçları var, bud a az uyarıldıkları taraf, ancak bilg oyunları oyuncaklar bir taraftan fazla uyarılmalarına sebep oluyor. Mümkün mertebe çocuklarınızı dışarı çıkarın!

4- Cocukların sol beyinleri gelişmemiştir, dil gelişimi-mantık yürütme gibi yetenekleri sınırlıdır, ancak sağ beyinleri mükemmel çalışır. Bu nedenle ne soylediğiniz değil, nasıl soylediğiniz önem taşır! cocukta tantrum katsayısı arttıkça sol beyin kullanımı gittikçe düşer.

5- Tantrum ile başa çıkmanın iki yöntemi ise
(a) Fast Food Kuralı (dikkat cekmeye aclık duymak) – tantrumlarına saygı duyun/anlamaya çalışın
(b) Onların dili ile konuşun (yumurcakça, toddler-ese). Bunu tenis oynamak gibi düşünün…Normal bir konuşmanın %50 sini biz %50 sini karşı taraf yapar ancak cocukta bu oran %90 cocuk %10 biz şeklinde olmalıdır. Şöyleki kimin en çok ilgiye ihiyacı varsa sıra onundur ve üstelik ekstra uzun zaman kullanma hakkına sahiptir.

6- Ne soylediklerini anladığınızı hissetmeleri cok onemli. Annem/Babam beni dinliyor hissi vermek gerekiyor. Bunun için ne dediğinizin hiç bir önemi yok (sol beyin) ama nasıl soylediğinizin önemi çok (sağ beyin). Örnek: Makarnayı yere attı, güldünüz=hmm çok iyi bir şey yaptım / makarnayi yere attı, hafif uyarıcı bir sesle yapmaması gerektigini soylemek gerekiyor

7- Cumle kurarken kısa (ilkel insan ile konustugumuzu unutmadan) cumleler, sürekli tekrar ve toddlerın ruh durumunun 1/3 ünü geri yansıtmak işe yarayabilir imiş. Bunların hiçbirinin işe yaramadığı durumlar olabilir der Mr. Karp. Tek dertleri size kendilerini anlatabilmek….

8- Bizim öfkeden kör oluruz ama cocuklar sağır olur der…Bu durumda iken sağ beyin ile iletişim kurmaya çalışın. Asla bağırmayın, duyguları yansıtırken yavaş başlayın, unutmayın sözlerin bir önemi yok. Mesela ellerini kullanarak HAYIR HAYIR diyorsa sizde aynı şekilde elleri kullanarak HAYIR HAYIR deyin.

9- İletişim kurarken cocugunuza saygı duyun, onun dili ile konuşun. Tantrum sırasında bebek dili ile konuşmak çok utanç verici gelebilir ancak unutmayın, bunu bebeginiz mutlu iken içgüdüsel olarak zaten yapıyorsunuz! Siz onun dili ile konuştukça – sağ beyne hitap ettikçe – ve onun duygularını geri yansıttıkça toddleriniz daha mutlu olacak. Örnek: Cocuk sinirlendiğinde tantrum a girdiğinde sakin kalmak çocuğu daha fazla kudurturmuş. Söyleki mesela "araba istiyorum" siz sakin sakin "arabayı alamayız bizim değil" derseniz aaa bu anlamadı herhalde diye düşünüp daha yuksek sesle "ARABA ISTIYORUM" dermis. o nedenle yumurcakca konusmak ve "ARABAYI ISTIYORSUN ARABAYI ISTIYORSUN" gibi yaklaşıp cocgua "evet anladı galiba beni" düşündürtmek lazımmış

10- Toddler’ın dikkatini sakinleştirdikten sonra dağıtın. Kendimizi ele alalım, çok sinirliyken biri bize telefonu sallayıp aa ne güzel telefon derse onu ciddiye almadığımız gibi daha da cok sinirleniriz.

11- Sorun cozuldukten sonra sıkıca sarılın

12- Eger işler iyice çığrından çıktı ise, artık kontrol edilemez halde ise “iyilikle gormezden gelin” sakın uzun uzun konuşup sakinleştirmeye çalışmayın. 10sn lik uzak durmalar halinde görmezden gelin. Bağırırken sevgi dolu olarak “cok guzel bagırıyorsun” deyip 10 sn uzak durun. Sakinleşene kadar 10sn periyodlar halinde kontrollü görmezden gelin. Uzak durduğunuzda başka birş ey ile uğraşıyormuş gibi görünün. Boylece ağlamanın işe yaramayacağını görecektir.

13- Cocugunuzu övün ve dedikodusunu yapın: Oyuncakalrını topladığında, “oyuncaklarını ne güzel topladın” ı kendisine soyledikten sonra oyuncaklarına vs de övün/dedikodusunu yapın “ biliyormusun tavşan kardeş bugun Aylin oyuncaklarını çok güzel topladı” şeklinde. Bunu çocuğun duymasını da sağlayın. Aklında soyle bir şey oluşacak (bugün oyuncaklarımı topladığım için herkesten ne kadar güzel şeyler duyuyorum).

14- Çocuğunuzun kazanmasına izin verin. Çocuklarimız fiziksel olarak, dil gelişimi olarak bizden zayıf, onlara kazanmanın bizi yenmenin tadını tattırın ancak bu hakkaniyet ile yapılmalı. cocuklar için bu hakkaniyet oranı %90 oyuncak onlara %10 size hemde kırık olan şeklindedir J Ancak hakkaniyetin oturabilmesi için %10 kaybetmek gerekiyor.

15- Beklemeyi öğrenebilmeleri için istediklerini neredeyse verin. Buna “patience stretching” yani sabır süresini cekistirerek uzatma diyebiliriz sanırım. Mesela siz telefonda konuşurken sizin dikkatinizi çekmek istedi ise; telefondaki arkadaşınızdan 1 dakika müsaade isteyin. Sonra cocugunuza dönüp “evet hayatım nedir gostereceğim sey” deyin. Sonra cocugunuza 1 dakika canım diyip musaade isteyin, telefonu uygun bir şekilde kapatın hemen cocuk beklerken sonra çocuğunuz ile ilgilenin. Boylece telefonu kapatma sürenizi beklemiş olacak ve ilginizi çekmiş olacak. Diğer ornek, kurabiye istedi yemekten once, Kurabiye istiyorsun diye ona geri yansıtın,yemek sonuna kadar beklemesini sağlayın ancak yemekten sonra 2 kurabiye verin. “Beklemek eğlenceli, sonunda 2 kurabiyem oldu” diye düşünmesini sağlayın.

16- Soru: Çocukların birbirine şiddet uygulaması durumunda ne yapmak gerektiği üzerine idi.

Harvey dedi ki...

sozle değil hareket ile uyarın, mesela vurmaya mı başladı..el çırpıp sert bir sesle "hayır vurmuyoruz" deyin ama sonra başka tarafa bakıni başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapın.
size bakınca tamam tehlike gecti yineyapabilirim diye düşünecek, teşebbüs eder etmez tekrar el çırpın ve uyarın...bilsin ki ona bakmıyor olduğunuz da da bu hareketi yapmak kabul edilemez.
Ama iş büyüyecek gibiyse ve sizi dinlemiyorsa 1 dakikalık uzaklaştırma yapın, daha da büyük ise bu davranış devam ettikçe uzaklaştırın...
17- Soru: birlikte uyuma ile ilgili idi

Harvey dedi ki...

Eger sizinle beraber uyumak istiyorsa bir kac saat beraber uyuyabilir, sonra yatağına koyabilirsiniz...
18- Soru: yuvaya başlama yaşı hakkında idi

Harvey dedi ki...

2 yaş hatta 18 ay dahi yuvaya başlamak için erken değil. 3'ü beklemenize gerek yok...Cocuklarımız bizi çok severler ama etrafta oynayabileceği başka çocuklarvarsa bizi ikinci plana atarlar. Bu nedenle eger hazır oldugunuzu (Ebeveyn ve cocuk olarak) düşünüyorsanız 3 yaşı beklemenize gerek yok!
Sağ ve sol beyinle ilgili daha çok bilgi için tıklayın!

Emeklerin için yeniden teşekkürler Özge!

Bekle Çınar'cım, artık çok daha mutlu bir yumurcak olacaksın!!!

NOT-1: Sevgili BlogcuAnne Elif'in Dr. Karp'la ropörtajı için şuraya bir tık! (Heryerde anlatılan şeylerden değil, farklı konulardan bahsederek çok iyi bir iş çıkarmış Elif!)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Bi'Dakka Daha...

Dün Çınar'ı okkuldan almaya gittiğimde, Ms. Hilal ve Ms. Başak'la arka bahçede kuduruyordu bizim minik adam. Ağzında emzik yoktu (flaş... flaş... flaş...) ve kahkahalar atıyordu. Biz Ms. Selin'le konuşurken de bizi görmediler.

Sonra yanına gittiğimde "anneeee" diye gülerek kucağıma atladı ama atlamasıyla inmesi bir oldu. Ve bana şu meşhur hareketini yaptı:


"Bi'dakka daha oynayabilirim miyim anne?"

İşte galiba buna, "yuvaya alışmak" diyorlar! Üstelik hafta başından beri böyle yapıyor Çınar... Tabii ki ben de izin verdim "bi'dakka daha" oynamasına. Kaydıraktan kaydı, bana tebeşirle yaptığı resimleri gösterdi, koşturdu durdu etrafta... Biz okkuldan ayrılabildiğimizde, içeride yalnızca (okulun sahibesi) Hilal Hanım kalmıştı!

Yani, yaşasın!

Peki ama benim canım oğlum, akşam seni alırken "bi'dakka daha, bi'dakka daha" diye ayrılamadığın yere, sabah geldiğinde niye etinden et koparıyorlarmış gibi "anneeeaaaaaa anneeeaaaaaaaa" diye ağlayarak giriyorsun?

Güncelleme: Yazımın üstüne kuzenim (Çınar'ın Ersel Dayı'sı) mail atmış: Çünkü adam daha minik, sen bunu kabullen önce! demiş... Haklı, ne diyeyim! Neyse ki etrafımda böyle insanlar var da sorularımın yanıtlarını hemen buluyorum :)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Çınar ve İlişkiler

Aslında bu yazı tamamen Çınar'ın "diğer çocuklarla ilişkileriyle" ilgili! Bu tırnak içindeki kısım beni hem heyecanlandırıyor, hem de çok komik geliyor. Durduk yere "anneeee, memeeeee" diye ağlayabilen bir organizmanın "arkadaşlık" kurması, bir anne için hem heyecanlı hem de komik değildir de nedir?

Hep merak ederdim (ve korkardım) "acaba Çınar kıskanç bir çocuk olacak mı?" diye. Kıskançlıktan kastım, "karşısındakini kıskanıp da zarar vermeye" çalışması. Yoksa kıskanır, kıskanabilir, son derece insani bir tepkidir bence. İlk sinyaller, korkmama gerek olmadığı yönünde. Ama işin ilginci, minik adamın ilişki anlayışının, karşısındaki "arkadaşın" yaş grubuna göre değişiyor olması! Şöyle ki:

- 0-6 ay grubu: En sevdiği yaş grubu! Oynamak için değil tabii ki; sevgi, şefkat, ilgi göstermek, durup durup öpmek, "aaauuuwwwww" yapmak için! Örnek; Bahar! Kuzeni olduğu için de olabilir ama bu ara Çınar'da bir "küçüüüüüüükkkkk" takıntısı başladı! Kendisi (kollarını iki yana, hatta geriye doğru açarak) kocaman abi olduğu için bütün "küçüüüüük"lere şefkatle yaklaşıyor.

- 6-10 ay grubu: Bu gruptan hazetmiyor bizimki. Sanırım yeterince küçük değiller Çınar için; bir de çok meraklı olup Çınar'ın kulağını, saçını falan çekmeye çalıştıkları için minik adam kendilerinden epey rahatsız oluyor (hala AVM'deki saç çekme olayının şokunu atamadı yavrum üzerinden). Birlikte oynamaları (!) de zor. O yüzden, bu grubu daha ziyade kıskanma eğiliminde... Örnek; Defne -Dilek Abla'mın kızı Defne'yi kucağıma aldığımda Çınar biraz mahçupça gülerek kendisi de kucağıma gelmek istedi. Defne'yi anneme verdiğimde bu sefer de anneme gitmek istedi. "Bak ya anneannen tutacak ya da ben tutacağım Defne'yi" dediğim zaman anneanesini gösterdi. Anneyi kurtardı galiba aklınca... ama "verin kendi annesine bana ne yaaa" da demedi :)

- 1-3 yaş (10 ay üstü de dahil): Bu grupla oynamaktan hoşlanıyor Çınar. Ama oyuncak paylaşmaktan pek hoşlanmadığı da bir gerçek. Yaş dönemi gereği, normal! Ama tabii ki biz paylaşması konusundaki telkinlerimize devam ediyoruz. Yine de, gözden çıkarabileceği oyuncakları ile arkadaşının oynamasına izin veriyor. Haftasonu kuzeni Emre'yle de (32 aylık), dün akşam arkadaşı Kerem'le de (11.5 aylık) oyuncaklarının "kabul edilebilir kısmını" çok güzel paylaştı, hatta birlikte (paralel) oynadılar. Hatta ve hatta, bizde oldukları akşam, bir ara Emre'yle organize yaramazlık yapmaya niyetlendi ama kuzen o sırada Calliou transında olduğu için girişimi sonuçsuz kaldı :) (dev kuzenler buluşması postu, çok yakında....)

- 4 yaş ve üstü: Hayran olduğu yaş grubu! Abiler/ablalar! Peşlerinden çok koşuyor Çınar ama ah bir de onlar da onunla ilgilenseler... Örnek: Alp, Mehmet (gerçi allah için, Mehmet Abi'miz çok ilgilendi oğlumla, ama uzakta oturuyorlar, hep görüşemiyoruz ki...)




Şunu söylemeliyim ki, okkulla birlikte çok şekillendi bu ilişki desenleri. Daha öncesinde söyleyebileceğim "çocuklara pek zarar vermiyor, ama çok da ilgilenmiyor" olurdu. Şimdi, hakkında post yazacak kadar belirgin tavırları var minik adamın... Sosyalleşiyor, arkadaş nedir öğreniyor... Büyüyor!

Ve ben bir kez daha, doğru bir karar verdiğimizi düşünüp, mutlu oluyorum...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Dolu Dolu Haftasonu!

Asında haftasonu yazısı yazmaktan çok hoşlanmıyorum. Çocuklu, ortalama bir aile neler yapıyorsa, biz de onları yapıyoruz! Hayatımız aksiyon değil yani... hele de ben, cumartesi günleri de çalışıyorken!

Ama, bir süre cumartesileri çalışmıyor olacağım. Minik adamın yuvaya başlaması nedeniyle, çocuk hafta içi yuvada, cumartesi anneannede olup da iyice zorlanmasın diye, cumartesi günleri ücretsiz izin aldım. Sağolsunlar, müdürler bu durumu anlayışla karşıladılar. Gerçekten, iki gün bir arada olunca, ancak yetti minik adama da, bana da!

Ve bu "cumartesi izni" zamanları ilk etkisini gösterdi bu haftasonu! Gezmeye, aksiyona doyamadık! Buyrun, pek çok ilke gebe, dolu dolu haftasonumuz -resimler ve video eşliğinde:

Tayga Toys

Cuma akşamı, minik adamı evde anneanne-dede-dayı üçlüsü bekliyordu! Hem de bir hediyeyle... Dedesi ona Tayga Toys'tan harika bir oyuncak almış! Aslında, genelde bu mağazanın oyuncaklarını pahalı buluyorum, ama bu seferkinin fiyatı çok anormal gelmedi. Ve çok da hoşuma gitti! İki parçalı meyveler/sebzeler ve bıçağı! Hem el-göz koordinasyonunu geliştiriyor, hem parça birleştirme yeteneğini! Hem de sevgili oğlumun önüne geçilemeyen "bıçakla oynamak isteme arzusunu" tatmin etti! Daha ne olsun! Biz bayıldık bu oyuncağa, öneririz!

Çınar ve Oturabilmek!

Daha önce resim yapmaya (!) pek yüz vermiyodru Çınar; ve fakat, odamıza Alp Abi'sinden şu (>) masa geldiğinden beri oturup bir şeyler çizmeye (!) bayılıyor! Burada anahtar kelime: OTURMAK! İstediğinde yapabiliyor yani (bkz. yandaki resim)... Ama boya kalemlerini sevmedi nedense, tükenmez kalem tercih ediyor. Odasının duvarlarını boyamayı da keşfedecek diye ödüm kopsa da, şimdilik yalnızca masayı boyamayı akıl edebildi... (NOT: Evet, çocukcağıza eski makalelerimin müsvettelerini resim kağısı olarak vermek yerine doğru düzgün bir resim defteri alsam, bence de çok iyi olacak! Ama işte, yeniden kullanım; çevreci mesaj!)

İlk Antibiyotik

Perşembeden beri kuvvetli biçimde öksürüyordu Çınar. Toprakana çok güzel bulmuş: gökgürültüsü şeklinde! Aynen öyle... şiddetli burun akıntısı eşliğinde, bir de! Ama ateşi çıkmadı neyse ki. "Sümüklüböcek modu"... Bir süre baldı, soğandı, doğal yollardan öksürüğü ve akıntıyı kesmeye çalıştık ama başaramayınca cumartesi doktora gittik. Meğer çok şiddetli ve koyu bir geniz akıntısı varmış; kendi haline bırakırsak düzelemeyecek, dedi doktor. Ve antibiyotiğimizi verdi: Zitromax! Böylece, ilk antibiyotiğimizle tanışmış olduk. Neyse ki, tadı son derece güzel. Çınar içerken hiç sorun çıkarmıyor! Bu aralar yaşadağımız şiddetli inatlaşmalarımıza bir yenisi eklenmemiş olduğu için çok mesudum! Yuvaya başladığımızın ikinci haftasında şifayı kapmış olduğumuz için de kendimizi tebrik ediyorum :) Biliyorum, bu işler böyle! "Hastalıklara karşı bağışıklık kazanıyor" diye düşünüyorum! (NOT: Gerçi doktor, kapalı enfeksiyon olduğunu söyledi, bulaşıcı değilmiş. Dolayısıyla, yuvaya da gitti bugün Çınar.)

Bahar'la Tanışma

Bu hafta başında minik adamın küçük halası Serap ve en taze kuzeni Bahar (2.5 aylık) Fransa'dan geldiler! Pazar günü görmeye gidecektik aslında (çünkü kıpır taze anne Kaman'a, iki günlüğüne kazıya gitmişti), ama cumartesi günü Bahar'cık aniden kıpkırmızı bir şeyler dökünce Ahmet ve kayınvalidemler soluğu hastanede aldılar (boğazları hafif kızarmış, boğaz enfeksiyonu yaparmış öyle... anne bol bol emzirsin, demiş doktor.). Hastane dönüşü de, yolda soluklanmak için, bize geldiler! Ve böylece Çınar, kuzeni Bahar'la tanışmış oldu! Minik adam pek kıskançlık nedir bilmez, ama öyle bebek/çocuk kısmına da acayip bir ilgi göstermez. Fakat kuzenini gördüğü anda büyük bir merakla geldi, inceledi ve öptü! Hem de defalarca. Ve sonra da başından ayrılmadı... Bahar ağladığı zaman bana dönüp "gıhhhhaaaaa" diyerek ve elleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı ama anlamadım. Sonra, "hadi Bahar'a bir oyuncak getir" dediğimizde çilekli çocuk sütü kapıp gelmesinden, o anda "Anne, Bahar aç galiba" demiş olabileceğini düşündüm :) Sütü de az kaldı içiriyordu bebeciğe :)) Bu arada, Bahar'ın da Çınar'ı çok büyük bir dikkatle incelemiş olduğunu belirtmem lazım... pek güzel kaynaştılar iki kuzican!




Bahar ve Çınar -Tanışma from Basak Celik on Vimeo.

ODTÜ Mezunlar Günü ve Ekin'in 1. Doğum Günü

Bahar ve babaanne-dede evlerine gittikten sonra biz de daha önce planladığımız gibi ODTÜ'ye doğru yola koyulduk! Mezunlar Günü ve tatlı kuzu Zeynep Ekin'in doğumgünü partisi bizi bekliyordu çünkü.

Her ne kadar, Bahar'ı sevdiğimiz için bölümdeki mezunlar günü etkinliklerinin sonuna yetiştiysek de, Beril'i ve hain nişanlısı Okan'ı, Emrah'ı, Göksel Hoca'yı ve tabii ki canım arkadaşım Tuba Teyze'mizi görebildik! Tuba'yı ne kadar çok özlemişim! Çınar unutmuş biraz teyzesini, ama iki terazi kaynaşmakta gecikmediler! Çınar önce canlı ve şahane müzik yapan gruba hayretle baktı ama sonra kenarda mahzun mahzun duran süpürge-faraş ikilisini keşfetti! Diyecek söz yok: armut dibine düşer! Çekirdekten çevre mühendisi yetiştiriyoruz. İşi mutfağında öğreniyor arkadaş :))


Foto-not: Seda'cım, bak, sonunda bizim de "Bremen Mızıkacıları" fotomuz oldu :))

Bölümde etkinliğin sonu gelince, biz de sevgili Yasemin'in şirine kızı Zeynep Ekin'in doğumgünü için çarşı çimlerine doğru yola düştük. Yasemin bizi "kapıda" karşıladı :) Doğumgünü kızı, sıcaktan bunalmış halde "fanilasıyla" duruyordu! Kuzuyu mıncırdıktan sonra anne-baba dönüşümlü olarak ODTÜ çimlerini, kurbağalı dereyi ve yoldan geçen "bavuuuu"ları keşfetmeye çalışan kıpır minik adamın peşine düştük! Çınar peşinde koşturmaktan doğumgünü partisine tam katılım sağlayamadıysak da, pasta kesilmesini ve pasta kesilirken Ekin'in giydiği pembe fırfırlı elbiseyi kaçırmadık! Hatta oğlum da Ekin ve diğer çocuklarla birlikte pastanın mumunu üfledi! Ama o an babamız Dünya Kupası maçı peşinde olduğu ve Çınar'ı benim zaptetmem gerektiği için foto çekemedim... Yasemin'in bir arkadaşı, son derece profesyonel makinesiyle çekiyordu ama; umarım o fotolar elime geçer :) Doğumgünü gerçekten tam bir açık hava partisi oldu. Yasemin de, Ekin de hallerinden çok memnun görünüyorlardı! Ekin, bol bol yürüme alıştırması yaptı çimlerde, annesinin belini büktü; ama, Yasemin pek de şikayetçi değildi! Nice mutlu, sağlıklı, kendin gibi güleç, şipşirin yaşlara Ekin'ciğim!



Babaanne Pazarı

Pazar günü, bu sefer planladığımız üzere, halamızı ve (bir kez daha) Bahar'ı görmeye, babaanneye gittik. Çınar yine Bahar'la son derece ilgiliydi. Tepkisini ölçmek için ben kucağıma aldım, ama hayır, yine yalnızca bebekle ilgilendi! Aslında, kıskanmıyor olmasına çok seviniyorum. Kıskanabilirdi de, o da normal bir tepki olurdu benim için... Aslında şöyle demeliyim, kıskanıp da zarar verme eğiliminde olmamasına seviniyorum. Bu, çoğunlukla insanın yapısıyla ilgilidir, farkındayım; ama sanki, biz de kendisini sevdiğimizi yeterince hissettirmişiz gibi geliyor....

Gün boyu uyumamış olan Bahar biz geldikten yarım saat sonra uyudu ve gidene kadar uyanmadı. Çınar'ı, odasına girmesin diye zaptetmekte zorlanınca (haliyle, merak ediyor) dışarı çıkardık. Anında çimleri sulayan Mustafa Amca ve hortumunu keşfetti arkadaş! Neyse ki, çok ıslanmadan kurtardık!



Babaanneden eve döndüğümüzde Çınar'ın yatma saati gelmiş, geçiyordu bile... Haftasonu yorgunluğuyla, uyuması çok uzun sürmedi.

Ve biz de babasıyla, güzel bir haftasonunun güzel anlarını konuşarak güzel bir akşam geçirdik...

Yuvada Bir Tam Haftanın Ardından...

Minik adam yuvadaki ilk tam haftasını bitirdi...

Beklendiği üzere, daha tam olarak alışmış değil; ama, her geçen gün yavaş yavaş daha iyiye gidiyor yuva macerası -aslında, maceramız! Bütün ailenin derdi oldu tahmin edersiniz ki. Anne-babanın yanında anneanne, babaanne, dedeler, dayı, halalar... herkes bir ayrı "kıyamaaaaaaam" modunda. Aslında ortada "kıyılacak" bir durum da yok. Ve bence Çınar, bu haftaki tepkilerinden anladığım kadarıyla, yuvasını, ya da kendi deyişiyle "okkul"unu çok sevdi! Tek derdi, daha önce de yazmıştım, "benim de orda olmamam!".

Pazartesi, daha arabada giderken nereye gittiğini fark etti Çınar ve mızıldanmaya başladı. Bu arada, hiçbir zaman çocuğu "atta gidiyoruz" gibi kandırarak düşürmedik yola. "Çıkıyoruz" dediğimde "atta?" diye sordu çoğu zaman, ben de "Hayır annecim, okula" dedim. O da hüzünlendi, "anneeee, anneee" ye başladı. Ama kandırmadık. Onun için yeterince zor olan bir şeyi, yalanla "kendimiz için kolaylaştırmaya" çalışmadık.

Yolda, kendini ağlamamak için tutuşu gözümün önünden gitmiyor ama... dudağını büzmesi, çenesini titretmesi, durup durup "anne? anne?" demesi! Öğretmenine verirken kendini paralarcasına ağlaması... almaya gittiğimde ağlıyor/mızırdanıyor olduğunu görmek... Bir arkadaşım "annelik bitmek bilmeyen bir vicdan azabıdır" demişti. Aslında, öyle değil; yani, annelik bu kadar olumsuz bir şey değil. Ama insan yavrusunun üzüldüğünü bile bile bir şeyi yapmaya devam ediyorsa, onun iyiliği için olduğunu bilse bile, müthiş bir vicdan azabı duyuyor; yalan değil!

Ben her gün öğlen yuvayı aradım, bazen de onlar beni aradılar bu hafta boyunca: gün ortası raporu adını verdim bu konuşmalara. Çınar'ın o günkü gidişatını, ruh halini, yemek yeyip yemediğini, uykusunu konuştuk. Akşamüstü almaya gittiğimde de hep "bugün daha iyiydi" dediler, yüreğime su serptiler.

Bir de, salı günü Hilal Hanım "evde çok sevdiği bir oyuncağını ya da kitabını çantasına koymamızı" istedi. İlk koyduğumuz gün, oyuncak itfaiye arabasıyla uyumuş... demek ki gerçekten bildik nesnelerle kendilerini güvende hissediyorlar!

Ama gerçekten, pazartesi günü geçen haftaya göre daha iyiymiş. Öğretmenlerinin sorduğu sorulara yanıtlar vermiş (kafa sallama şeklinde). Salı, pazartesiden de iyi. Hatta, çarşamba günü Hilal Hanım "bugün dağın zirvesindeydik" dedi! Tabii, "iyiymiş" demek "daha az mızırdanıyor; anne anne diyor ama oyunlara katılıyor, etrafıyla ilgileniyor; yüksek sesle ağlamıyor" demek... Hatta çarşamba günü, onu almaya gittiğimde, önce yine "anneee aneeee" diye hafiften ağlayarak kucağıma atladı, sonra baktım, bir eli havada, bana karşıyı gösterip "gııhhhaaaaaa" şeklinde bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Meğer, bahçeye çadır kurmak için salıncakları toplamışlar. Çadır kalkmış ama salıncaklar tepede duruyor! Yani, oğlum bana gününden bir kesit anlatıyor! Bayıldım bu gelişmeye tabii!!! Perşembe günü almaya gittiğimde ağlamıyordu. Kucağıma atladı hemen tabii, ama sonra "kaydıraktan nasıl kaydın, göstermek ister misin?" diye soruğumda kucağımdan inip kaydırağa çıktı! Daha önceki günlerde yaptığı tek şey, arabamızı gösterip, gidelim diye bağırmak oluyordu :) Cuma sabahı ise, daha evden ağlmaya başlamış olmasına rağmen (haftasonu yorgunluğuna verdim), yuvaya varıp da öğretmeni kucağına alır almaz bana dönüp, ağlayarak da olsa, "ba-baaaaa" dedi -hem ağlarım, hem giderim :) Ve sonra 9:30 gibi Hilal Hanım aradı "Çınar şu an oldukça keyifli biçimde öğretmeniyle puzzle yapıyor; yani, bugünleri de gördük, ne harika!" dedi... evet, gerçekten harika! Öğlen de yine gün ortası raporu aldım; yemeğini gayet güzel yemiş, 1 saattir uyuyormuş, sınıfta çok durmak istememiş, ama daha sakinmiş. Akşam aldığımda ise keyifliydi. Ağlamıyordu! Ne güzel... ağlamasın artık! Yalnız, emziğe çok fena sardırdı; yuvadakiler de, "şu an onu rahatlatacak bir şeye ihtiyaç duyuyor; ama, merak etmeyin, buraya tam olarak alışsın, onu aramayacak bile" dedikleri için kafama takmıyorum.

Özetle, bu hafta minik adamımız yuvaya alışacağının sinyallerini verdi bize! Biliyorum, haftasonundan sonra bir "pazartesi sendromu" yaşayacağız. Ama, "okkul"unu seviyor. Öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla olmaktan keyif almaya başladı... bir de ben olsam...

Bitirirken...

Sevgili Banu,

Çınar'la ilgili yaptığın bütün güncellemelerin, verdiğin haberler, telefonun, ilgin için çok ama çok teşekkür ederim! Yüreğime nasıl sular serpildi her seferinde, en iyi sen anlarsın sanırım :) Yaşa, varol!

Ve bir de...

İşte "OKKUL" ritüelimiz.. İyi seyirler :)



Okkul from Basak Celik on Vimeo.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Yuvada Bir Gün


Başlamadan...

Çınar her geçen gün biraz daha alışıyor yuvaya -aslında, benden ayrı olmaya. Çünkü, geçen günler içinde anladım ki, derdi yuvaya gitmek değil, gerçekten benim orada olmamam! İkinci hafta izlenimlerimizi, nasıl gittiğimizi haftasonu yazacağım. Şimdi, yuvada neler yapıyorlar, onu anlatma zamanı!

Sabah

(Ağlama fasıllarını geçtikten sonra) yuvada gün saat 9 civarı kahvaltıyla başlıyor! Sıraya girip merdivenleri pıtır pıtır çıkıyor afacanlar, lavabo sırasında beklemeye başlıyorlar! Sonra minik eller yıkanıyor ve minik masanın etrafındaki minik sandalyelere diziliyor çocuklar. Herkesin tabağına kahvaltısının konması bekleniyor, bu arada "put your hands on your lap, lap, lap (ellerinizi dizlerinize koyun)" şarkısı söyleniyor. Arada tabii, kimseyi beklemeyen "anarşikler" de çıkabiliyor (bkz. minik adam). Onlar da zamanla ne yapmaları gerektiğini öğreniyorlar -mış :)

Kahvaltıdan sonra dişler fırçalanıyor ve 18-24 ay grubu kendi oyun odasına, 24-36 ay grubu da diğer oyun odasına gidiyor. Aslında şimdi "circle time/paylaşma zamanı" ama 18-24 ay arası afacanların hepsini aynı anda bir arada tutmak mümkün değil! Bizim minik adamın da dahil olduğu bu grupta 7 çocuk var: Çınar, Sude, Öykü, Ezgi, Hamish, Daniel, Aiace. Hepsi çok şekerler, cin gibiler! Sude ve Öykü grubun annesi tadında; hele Sude, Çınar'ın adını bile öğrenmiş! Sabah karşılarken "Çınaaa, Çınaaa" diyor :) Öykü daha mahçup, ama Çınar'la çok ilgileniyor (annesinin arkadaşının oğlu olduğunu biliyor olabilir mi acaba?).  Ezgi ve Daniel yeni alışanlardan. Yani, Çınar'la birlikte gürültücü ekipten :) Aiace, bildiğiniz Tazmanya canavarı! Hem yemek yemesi, hem de yürümesi (gerçekten, döne döne yürüyor, acayip sıcakkanlı bir çocuk; tam İtalyan!). Hamish tam bir İngiliz. Kontrollü, mesafeli; gel gör ki, o da pek şeker! Daniel'la pek iyi anlaşıyorlar -daha önceden de tanışıyor olabilirler, emin değilim.

İşte bu 7 kafadar ve öğretmenleri önce odada çeşitli oyuncaklarla oynuyorlar, 2 sınıf öğretmeni her biriyle teker teker ilgileniyor, oyun konusunda yönlendiriyorlar. 10:30 civarı "atıştırma zamanı" -ya da Hilal Hanım'ın deyimiyle "bu grubun circle time'ı". Çünkü ancak kraker ve meyve geldiğinde minik sehpanın başında aynı anda bir arada olabiliyorlar :) Yani, bu yaşın paylaştığı şey, deneyimden ziyade, meyve! Atıştırmalıklar bitince, temizlik işlemleri yapılıp (çoğunda bez var) doğru bahçeye çıkılıyor.

Bahçede Çınar'ın favorisi kum havuzu! Kürekle kovaya, ve bazen yerlere, doldur boşalt yapmak en büyük keyfi! Eğlenceli bir çocuk parkı var yuvamızın. Kaydırağın merdiveni yok mesela, tırmanma halatı var! Dağa dırmanır gibi tırmanıp sonra kayıyorlar. Salıncak ve sallanan at var. Merdiven olan tahta ev köşesi de yine tımanma duvarıyla bitiyor (dik değil, makul bir biçimde eğimli). Çınar ilk gördüğünde çok şaşırdı -merdivensiz kaydırak, kaydıraksız merdiven??!!!???? Çabuk alıştı ama, pıtır pıtır her yeri keşfediyor! Bahçede kümeste tavuklar var, içinde henüz ne olduğunu keşfedemediğim bir de gölet (etrafı demir tellerle çevrili).

Bahçenin diğer yanında ise yuvanın ektiği sebzelerin bulunduğu büyük tahta saksılar var. Çocuk bahçesinde yerler çakıl -çarpamalarda darbeyi en çok emen madde. Bir de yağmur yağınca, çakıllar yıkanıp suyu aşağıya geçiriyor (malum, hidrolik iletkenliği en yüksek maddelerden), üst hemen kuruyor, ve çocukların oynayabileceği hale geliyor :)

Öğle

11:30 civarı "clean up, clean up, every body, every work (haydi herkes herşeyi toplasın)" şarkısıyla çocuklar yine dizilenip el yıkamaya ve yemek yemeye üst kata çıkmaya başlıyorlar. Yemekler çok lezzetli! Çeşit bol! Bu ayın yemek listesi için şuraya bir tık lütfen! (Not: umarım Google Docs çalışıyordur... açamazsanız, isteyenlere email atarım) Öğle yemeğinden sonra yine dişler fırçalanıyor, temizlik yapılıyor ve çocuklar yavaş yavaş uyku odasına geçiyorlar. Pijamalar giyiliyor, uyku rutinleri yapılıyor, 1'e doğru neredeyse tüm çocuklar uyumuş oluyorlar... Genelde çocuklar kendileri uyuyorlar, ama yeni başlayanları, kendilerini nasıl rahat hissediyorlarsa, öyle uyutmayı tercih ediyorlar (kucakta, pışpışlayarak, ayakta sallayarak...).

İkindi

15:00-15:30 arası çocuklar uyanıyor ve hazırlanıp ikindi kahvaltısı için 24-36 ay grubunun oynadığı odadaki minik masanın etrafına, minik sandalyelerine diziliyorlar. İkindi kahvaltısı tam onların seveceği atıştırmalıklardan oluşuyor -ve içinde mutlaka süt ya da sütlü bir ürün bulunuyor. Kahvaltıdan sonra yine biraz oyun odasında, biraz bahçede oynuyorlar. 5'te meyve servisi yapılıyor; yine aynı oyun odasında, afiyetle meyvelerini yiyorlar. Bu saatten sonrası biraz serbest zaman. Kim, ne isterse onu yapıyor. Zaten aileler de yavaş yavaş gelip çocukları almaya başlıyorlar. Çocukların her birinin bir defteri var; gün içinde yaptıkları, yedikleri, uyku saatleri ve diğer bazı önemli notlar bu defterlere yazılarak çantalarına konuluyor. Hepsinin çok şirin turuncu sırt çantaları var. Minik adamın sırt çantalı bir fotosunu buraya koymayı çok istedim, ama şimdilik çantayı bana taşıtmayı tercih ettiği için mümkün olmadı!

Oyun odalarında çoğunlukla ahşap oyuncaklar var -yapbozlar, delikten şekil geçirme kutuları, ahşap mutfak, meyve/sebzeler, bloklar... Bunu yanında ahşap olmayan eğitici oyuncaklar, kuklalar ve kitaplar da koymuşlar! Benim bayıldığım, su dolu leğen koymak için yaptırmış oldukları sehpa! Sehpanın ortasına, leğenler için yer yapmışlar, böylece çocuklar hem suyla oynayabiliyor, hem de üstleri ıslanmıyor! Tabii ki önlük de giydiriyorlar!

Yuvanın dili İngilizce. O yüzden öğretmenlere "Ms ..." diye hitap ediliyor. Çocuklarla İngilizce konuşuyorlar, ama yeni gelenler için "ne anlama geldiğini" anlatıyorlar. Şarkıların hepsi İngilizce, şarkıları söyledikten sonra da, o şarkıda ne yapılması gerektiğini, ya da şarkıda ne anlatıldığını da açıklıyorlar. Katı bir dil eğitimi söz konusu değil. Günlük hayatın içinden, eğlenceli bir "öğrenme hali" var.

Bitiriken...

1.5 gün kaldım o ortamda, ama şunu söylemeden geçemeyeceğim: yuva dediğiniz şey, bilhassa 18-36 ay kısmı, bildiğiniz tımarhane! Öğretmenlerin hepsine sabır diliyorum, gerçekten işleri hiç kolay değil; ama, gördüğüm kadarıyla, bizimkiler işlerini gerçekten iyi yapıyorlar!