28 Ekim 2011 Cuma

Zeki Misiniz?

Benim gibi matematik zekanızın olmadığını düşünüyorsanız, muhtemelen bu soruya "hayır" yanıtı vermiş olabilirsiniz. Hatta ben hep abartıp "zeki değilim; ama, çok çalışkanım!" derim.

Meğer, bu sorunun yanıtı bu değilmiş. Yani, herkes aslında "bir alanda zeki" imiş... Nasıl mı?

Duyurusunu yaparken de yazmıştım, bu konuyu -Çınar'dan bağımsız olarak- çok merak ediyordum. Her ne kadar Ahmet'e göre çoklu zeka kavramı, "matematik zekası olmayanlar (a.k.a zeki olmayanlar) üzülmesin diye ortaya atılmış" olsa da, ben seminerden çok şey öğrendim ve çok memnun kaldım.

Bu teoriye göre, 8 tip zeka var: Sosyal, İçsel, Doğa, Bedensel, Görsel, Matematiksel, Müzik ve Sözel Zeka. Her bireyin, en az bir zeka alanında "zeki" olma özelliği taşıdığını savunuyor. Bu zeka alanları, doğuştan genetik ve biyolojik faktörlerle belirlense de, yaşam döngüsü içinde, dış faktörlerle de geliştirilebiliyor -ya da tam tersi, köreltilebiliyor. Ve, bana en ilginç gelen nokta şu: öğrenmek için, zeka alanımıza uygun yöntemler geliştirmeye çalışıyoruz. Örneğin, ders çalışırken müzik dinleme ihtiyacı, ya da bir grupla/arkadaşla çalışma ihtiyacı, odanın içinde dolanma ihtiyacı, sessiz bir ortam yaratma ihtiyacı tamamen bizim ağırlıklı zeka alanımızın ihtiyaçlarından kaynaklanıyor! Bununla birlikte, okullarda verilen eğitim ağırlıklı olarak matematiksel/sözel olduğu için aslında bir çoğumuz "başarısız" gibi görünebiliyoruz...

Bu noktada, aslında bireydeki pek çok zeka türünün en iyi biçimde uyarıldığı ortamlar kreşler, okul öncesi eğitim kurumları. Çünkü her türlü zeka alanını geliştirebilecek uyaranlar sunulabiliyor çocuklara: resim, müzik, drama dersleri, kitap okuma saatleri, sürekli hareket edebilme ortamı, doğa gezileri, yaşıtlarıyla bir arada olma, grupla etkinlik yapma, basit matematik (sayılar, sayma, vb.)... Tabii, kreşten sonra gidilen yer ilköğretim olduğu için, gelişme şansı verilen pek çok zeka alanı yeniden içine kapanıveriyor, o ayrı... zaten bu da, başka bir yazının konusuydu....

Nuran Hanım'ın sunuşunda kullandığı çok güzel bir söz vardı:


Eşit olmayan insanlara eşit davranmak en büyük eşitsizliktir. T. Jefferson.

Gerçekten, mevcut eğitim sistemiyle ilgili söylenebilecek en güzel söz sanırım. Bu kadar matematik/sözel ağırlıklı bir sistemde, diğer zeka alanları daha ağırlıklı olan çocukların "yaşayabilmesi" mümkün mü? Yalnızca eğitimin ağırlıklı hitap ettiği zeka alanı da değil sorun. Genelde okullarımızda öğretmenler "çıtını çıkartmayacaksıınnn!!!" diye bağırmazlar mı? Halbuki bu seminerde, benim gibi Sosyal Zeka alanını daha ağırlıklı kullanan çocukların grup çalışmasıyla, biriyle konuşup tartışarak daha iyi öğrenebildiklerini öğrendim. Gerçekten de, bir sorunu çözememişken, biriyle sorunun kendisini paylaşmaya başlarken bile "kafamda bir ampul yandığı" olmuştur. Eee, benim gibi tartışarak, konuşarak öğrenebilen çocuklar "çıt çıkartmadan" nasıl öğrenecekler? Eh, işte, yine benim gibi, derste pek de bir şey anlamayıp, sonradan çalışarak...

Zeka alanları yalnızca öğrenmeyle de ilgili değil, başkalarıyla kurduğumuz iletişimi ve "nasıl öğrettiğimizi" de etkiliyor. Yine kendimden örnek vereyim, "sosyal bir insan olarak", Çınar'la yaptığım şeyler genelde kitap okuma-tiyatroya gitme, gezme-tozma, hikayeler anlatma ile ilgili. Çocuk da, ya genetik olarak yatkın olduğu için, ya da sürekli böyle yönlendirildiği için sosyal bir böcek oldu çıktı :)

Peki, nasıl anlıyoruz hangi zeka alanında daha kuvvetli olduğumuzu? Ya da, çocuğumuzun zeka alanını ya da alanlarını nasıl bilebiliriz? Bunun için yapılan bir test var. Her bir zeka alanının altında 10 adet soru var. Bu soruları yanıtlayarak, hangi alandan daha çok puan aldığınıza bakabiliyorsunuz.

Çocuklar içinse, soruları da yanıtlayabilirsiniz; ya da, bir şeyi yaparken izlediği yola, yollara bakabilir, "başarma sürecini" gözleyebilirsiniz. Mesela, içsel zekası daha gelişmiş çocuklar kendi başlarına kalıp kendi kendilerine oynamaktan, yapacakları her ne ise, kendileri yapmaktan hoşlanırlarken, sosyal zekası daha gelişmiş çocuklar biriyle konuşup paylaşmadan sorunları daha zor çözerler. Bedensel zekası ağırlıklı çocuklar hareket etmeden duramazlar, aksi halde öğrenme süreçleri yarım kalır. Müzik zekası yüksek çocuklar her sese duyarlıdır... dışarıda yağan yağmurun, musluktan damlayan suyun sesi sizi hiç ilgilendirmezken, onlar hemen duyup ne olduğunu öğrenmek isterler. İyi basketbol oynayan çocuğun "bedensel zekası" gelişmiştir (yetenkli değil, zeki!). Mozart bir müzik dehasıydı... gibi... gibi :) Zeka alanlarının tanımları ve özellikleri için bu linkteki dokümana göz atabilirsiniz...

Aslında, seminerin konusu "Çocuğumun Zeka Alanlarını Nasıl Geliştiririm?" idi. Ben konuya "nasıl daha zeki olur?" diye yaklaşmadım. Bunu rahatsız edici bulmuşumdur hep. Benim için önemli olan, yaşam kalitesidir, farkındalıktır. Bu yüzden, aslında değişik zeka alanlarına hitap ederek Çınar'ın yaşamla ilgili farkındalığını nasıl arttırırım diye düşündüm. İşte yolları:

Matematiksel_Mantıksal: Sayılar, gruplama (kategorilere göre sınıflandırma, renkler, boyutlar gibi), eşleştirme, ölçme, eleştirel düşünce (yani, sorgulama, nedenini arama-bulma, konuyla ilgili derinlemesine düşünme)

Görsel: Renkler, sanat, resim, fotoğraf, resimli kitaplar, dergiler (NOT: Banu bununla ilgili şahane bir örnek verdi: Sabahları Mira ile bir oyun oynuyorlarmış. Mesela "kırmızı bir araba görme" oyunu. Kırmızı arabayı gördükten sonra, "etrafta başka kırmızı ne var?" onu araştırıyorlarmış. Çınar'la da bir süredir oynuyoruz, çok hoşuna gidiyor...)

İçsel: Kendi başlarına öğrenmelerine zaman ayırmak ve onlara seçme hakkı vermek, kendilerini “yerine” koymak, duygularının farkına varmak, kendi başına karar verebilme.

Sosyal: Etkinlikler, akranlarıyla gezi, tiyatro, ev toplantısı, paylaşım (işte bu biziz!)

Bedensel: Hareket, drama ve el becerileri, mimik, dans, sessiz anlatım, pandomim

Müziksel: Müzik, ritim, ses, müzik aleti ve dans

Sözel: Okuma, yazma, ve konuşma, dinleme (fıkra, hikaye, masal anlatım)

Doğaya Dönük: Doğayı günlük hayatımıza nasıl katarım, doğa gezileri.

Biz, güzel bir tesadüf sonucu, bu seminerden hemen sonra Eymir'e ODTÜ Ağaç Dikme Şenliklerine gittik. Yollara dökülmüş yaprakları inceledik, göl kenarında oynadık. Bunu belli bir amaç için değil, eğlenmek için yaptık; ama, bir yandan da doğayla ilgili farkındalığının arttığını görmek güzeldi.

Şimdi, sıra diğerlerinde... size de iyi eğlenceler!


 

Hiç yorum yok: