20 Eylül 2011 Salı

Kozmik Eğitim

Geçen cumartesi İlköğretimde Montessori seminerine gittim. Anlatılanlar, bize "bunun üzerine gece gidip kafaları çekelim, başka türlü sindiremeyiz bunu" dedirtecek ya da Hilal Hanım'a "en iyisi siz bizim çocuklar ilkokul çağına geldiğinde haftasonu Montessori kursu açın" diye saçmalatacak kadar güzel ve bizim ülkemize hayal niteliğindeydi...

Yine de, bu tür şeylerin konuşulması, "nasıl yapabiliriz" diye beyin fırtınası yapılabiliyor olması bile ümit verici. Bir gün gelecek, çocuğumuzun yararlanmasını istediğimiz eğitim modelini seçebileceğiz diye de düşünüyorum. Çınar'a yetişir mi, bilemiyorum ama, bu çabaların içinde olmaya devam etmeyi umuyorum.

Seminer, ağırlıklı olarak 6-12 yaş dönemi için Montessori yönteminin ne olduğu ve pratikte nasıl uygulandığı ile ilgiliydi. Tabii, temel olarak Montessori felsefesinden, Maria Montessori'nin hayatından da bahsetti Melek Hanım. Ben mesela, Maria Montessori'nin İtalya'nın ilk kadın tıp doktoru olduğunu, ilk kez zihinsel engelli çocuklarla çalıştığını ve İtalya'da o sene yapılan sınavlarda bu çocukların, zihinsel engelli olmayan çocuklardan daha yüksek not aldıklarını bilmiyordum. Öğrenmek güzel şey...

Ve şaşırdığım bir diğer nokta da, Montessori'nin insanın gelişim sürecini 24 yıla yaymasıydı. Yani, 24 yaşına kadar çocuk sayılıyorsunuz, öğrenebilirsiniz: 0-6 yaş (emici beyin -absorbent mind), 6-12 yaş (kozmik eğitim dönemi), 12-18 yaş ve 18-24 yaş.

Önce 0-6 yaşın öneminden bahsetti Melek Hanım. Bu evre, "emici beyin -absorbent mind" olarak tanımlanıyor. Çünkü bu yaş döneminde bebek/çocuk bilgileri yargılamadan, filtrelemeden alıyor beynine. Ne duyarsa, ne görürse... Bu yüzden mesela bu yaştaki dil eğitimi önemli (yabancı dilden bahsetmiyorum yalnızca; ana dil eğitimi için de geçerli bu tabii ki). Dolayısıyla, bu dönemde ne kadar iyi bir eğitim alırsa (ne kadar iyi şeyler görürse ve yaşarsa da diyebiliriz), çocuğun sonraki yaşamı için o kadar iyi bir arka plan yaratılmış oluyor. Bu evrede çocuklar gözlemci, gerçek şeylerle uğraşmayı, anne-baba ya da çevrelerinde kim varsa taklit etmeyi seviyorlar. Dolayısıyla, onlara sunulan "malzemeler" çok önemli.

Mesela, 3-6 yaş Montessori eğitiminde meşhur bir "pembe kule" vardır. Ben şimdiye kadar arkasındaki felsefe nedir, tam çözememiştim. Halbuki, bu kulenin yapı taşlarını oluşturan küçük küpler, çocuğun 9 cm2'lik bir alanla 10 cm2'lik bir alanı "parmaklarıyla, dokunarak" ayırd etmesini ve duyularıyla "matematik" öğrenmeye başlamasını sağlıyormuş. Benzer şekilde "binom küpleri" var mesela... O emici dönemde "hissedilerek öğrenilen" bu matematiğin, çocuğun sonraki yaşamını nasıl kolaylaştıracağını düşünsenize...

(Nurturia'daki "yüksek ücret isteyen kreşlere çocuk niye gönderilir ki" sorusunun bir kısım yanıtı benim için bu iki paragrafta bu arada...)

6-12 yaş dönemi ise, artık hayal kuran, soyut zekanın işlemeye başladığı, çocuğun muhakeme yapmaya başladığı dönem olarak tanımlanıyor. Ve burada, Montessori "kozmik eğitim" kavramını atıyor ortaya: Evrendeki herşey birbiriyle ilişkili, heşeyin bir kuralı var ve herşey buna uygun hareket eder. Ve bütün eğitim felsefesini bunun üzerine kuruyor. Biyolojiyi, tarihi, coğrafyayı, jeolojiyi, matematiği, geometriyi, fiziği, kimyayı ve hatta dili ve etimolojiyi bu fikir üzerine geliştirilen öykülerle, bütünden başlayıp parçaya giderek ve sonra yine bütüne dönerek öğretiyor. En önemlisi de, öğretilen şeyler "çocuğun kendi ritmine uygun" olarak veriliyor. Yani, mevcut eğitim sistemlerindeki gibi "yaşlara göre sınıflar" yok. Karma eğitim sistemi var. 6-12 yaş bir arada aynı sınıfta bulunuyor; bir konu bir gruba anlatılırken başka gruptan bir çocuk da dinlemek isterse, itiraz edilmiyor. Yani, kontrol çocuğa bırakılıyor; neyi ne zaman öğrenmek isterse, o zaman öğreniyor. Ve böylece çocuk yeteneklerinin, kendinin daha farkında oluyor. Yardım istemeyi de öğreniyor.

Bir yerde yanlış yaptı diyelim, o yanlış hemen düzeltilmiyor. Bir gün sonra mesela, öğretmen yanlış yapılan konuyu -yanlış yapılan kısma vurgu yaparak- yeniden anlatıyor. Böylece, çocuğun daha bilinçli olması sağlanıyor.

Ben şahsen, karma eğitim sistemini çok seviyorum ve çok doğru buluyorum; tıpkı aynı evin içinde yaşayan kardeşler gibi! Sosyal getirisinin çok fazla olduğunu düşünüyordum ki, Melek Hanım beni doğruladı. Ama yalnızca sosyal değil, akademik getirileri de varmış. Hindistan'da öğrenim gördüğü Montessori okulundaki deneyimlerinden anlattığı kadarıyla, karma sistemde:

- Çocukların yardımlaşma, örnek alma, birbirleriyle iletişim halinde olma becerileri artar.
- Büyük çocukların liderlik vasfı gelişir, daha çok insiyatif alabilirler.
- Yine büyük çocuk, kendinden küçüğe bir şeyler anlatarak (öğreterek) öğrenebilir (ki, öğrenmenin en iyi yolu öğretmektir).
- Küçükler ise kendilerinden büyükleri izleyerek rol modeller seçerler, örnek alırlar.

Peki, nasıl işliyor bu sistem? Bir sınıfta, neler oluyor?

Sınıfta bir öğretmen ve bir asistanı var. 6-12 yaş arası, her yaştan eşit sayıda çocuk olacak şekilde çocukların hepsi aynı sınıfta bulunuyor. Ortam, Montessori ana okullarında gördüğümüz sınıflar gibi; biraz daha yüksek raflar ve daha farklı materyaller var. Öğretmen, her çocukla ilgili her gün not tutuyor; çocuk da her gün kendisiyle ilgili notlar tutuyor. Bunları 2 haftada bir yaptıkları, konferans adı verilen görüşmelerde tartışıyorlar ve eğitim planlarını şekillendiriyorlar. Dolayısıyla, not-ödev-sınav gibi kaygıları yok. Derecelendirme yok. Yargılama yok... Kendi başarılarından duydukları tatmin var! Ne mutlu bir eğitim biçimi değil mi?

5 ana öykü var Montessori eğitiminde. İlk haftalarda, yaklaşık birer hafta arayla, bütün sınıfa bu öyküler anlatılıyor derslerde (ders değil de, sunum diyorlar aslında). Daha sonra bu öykülerin içinden konular seçilerek detaya iniliyor ve yeniden öykünün ana fikrine bağlanarak bitiriliyor sunumlar. Öyküler yalnızca sözel anlatılmıyor, görsellerle, deneylerle, materyallerle destekleniyor. Aynı zamanda, bu öykülerin en büyük özelliği, mükemmel bir anlatım ve dilbilgisi kullanılıyor olması. Montessori eğitiminde dil çok önemli, çünkü, dili ne kadar iyi kullanılırsa, o kadar iyi düşünülebileceğini savunuluyor (sonuna kadar da katılıyorum).

İlk gün, Maria Montessori'den tam metin olarak kalan tek öykü olan "Gods With No Hands -Elleri Olmayan Tanrı" ile başlıyor (Tanrı sözcüğü kültürlere göre değişiyormuş; mesela, ateist topluluklarda "doğa kanunları" olarak çevrilirmiş... İngilizce tam metnine buradan ulaşabilirsiniz, Türkçe'si henüz yok). 45 dakikalık bu sunum, bir çocuğun evrenin yaradılışı, dünyanın oluşumu ile ilgili bütün sorularını yanıtlıyor. Aynı zamanda jeoloji, fizik ve kimya konularını içeriyor (daha sonra bu konular parça parça ve daha ayrıntılı olarak yeniden ele alınıyor).

İkinci öykü, Dünyada Yaşam Nasıl Başladı? sorusunu yanıtlıyor. Bu öyküde evrim teorisi ve tek hücrelilerle başlayıp dinazorlara ve ilk insana kadar olan süreç upuzun bir çizelge üzerinden anlatılıyor. Ağırlıklı olarak biyoloji bilimiyle ilgili konulara bu şekilde giriş yapılmış oluyor. Yine, çizelgenin her bir bölümü daha sonra ayrıntılı olarak inceleniyor.

Üçüncü öykü, İnsanın Hikayesi'ni anlatıyor. Yine bir çizelge üzerinden, ilk insandan günümüze nasıl yaşandığı, insanın ortam koşullarına kendini nasıl uydurduğu, hangi evrelerden geçtiği anlatılıyor. Böylece, yine biyoloji bilimiyle birlikte coğrafya ve tarihe de giriş yapılmış oluyor.


İkinci ve üçüncü öyküler için çizlegeler...

Dördüncü öykü, Sayıların Öyküsü. Çocuklar, hangi toplum hangi sayıları kullanmış; hangi toplumlar hangi sayıları ya da sayma sistemini "keşfetmiş", öğrenmiş oluyorlar. Montessori'nin ilginç bir tarih anlayışı var. Tarihten kastı, savaşlar ve kim hangi toprağa/topluma hükmetmiş, değil. Çocuklara tarih içinde, hangi toplumlar ne işe yaramış, hangi hizmetlerde bulunmuş gibi bilgiler ve dolayısıyla, bu hizmetlere minnet duymaları öğretiliyor tarih eğitimiyle. Matematik de bu bağlamda öğretiliyor. Aynı zamanda, bildiğimiz gibi kağıt üzerinde değil, binom küpleri gibi materyallerle dokunarak, hissederek, "görerek" matematik ve geometri öğreniyorlar. Tüm duyularıyla algılayabildikleri için de, bize hala karmaşık gelen bir çok problemi, bu çocuklar kendileri yazıp çözebiliyolar.

Beşinci ve son öykü de Alfabenin Öyküsü. Daha önce de yazdığım gibi, dil çok önemli. Bu öyküyle de, harflerin nasıl ortaya çıktığı anlatılıyor. Kelimlerle ilgili etimolojik bilgiler veriliyor, dilbilgisi anlatılıyor.

-----------

Kulağa hoş geliyor, değil mi? Açıkçası, ben çok etkilendim ve "keşke" dedim, "keşke, herşey çok hızlı ilerlese ve Çınar ilkokula başladığında bu tür bir eğitimi alma şansına sahip olsa". Bakalım, girişimler ne sonuç getirecek göreceğiz. Sonuçta, dünyanın pek çok ülkesinde uygulanan bir eğitim sistemi, neden Türkiye'de uygulanmasın ki? Uygulanabilr, değil mi? Hayaller de bir gün gerçek olabilir, değil mi?...


4 yorum:

Selcen dedi ki...

çok güzel gerçekten de ilkokul dönemi benim de kafamı çok kurcalıyor. Anaokulu döneminde bir şekilde bütçeleri zorlayarak da olsa iyi eğitim almalarını sağlıyoruz da ilkokul da böyle okulları nasıl bulacağız? Açılsa keşke

Itır dedi ki...

Di mi ya Başak? Ben de çok etkilendim..vede ahh keşke dedim! Keşke hemen yapılabilse, Melek Hanım bizimkilerin "örtmeni" olabilse...Ve de aldığımız eğitimin, geçtiğimiz yolların nasıl da monoton, ezberci ve hayal gücümüzü baskılayan cinsten olduğunu düşünüp bir de kendi adımıza üzüldüm!

Hande dedi ki...

Çok etkileyici, ama zor gerçekten hele ki sonunda yine üniversite sınavına girip, hangi savaş kaç yılındaydı diye soracaklarsa ..:((

Crocus dedi ki...

Montessori 2 yıllık zihinli engellilerle birlikte çalışmış ve Sequin’den etkilenip onu araştırarak kendini geliştirmiş, öğrendiği ve üzerinde araştırdığı şeyleri normal çocuklara da uygulanabilir olduğunu görmüş. Kadın o dönemin değil bu dönemin de dâhisi bence :)