27 Şubat 2010 Cumartesi
Teşekkürler "Bir Dolap Kitap"...
Minik Adamı yaklaşık 6 yıl sonra oldukça ilgilendirecek bir konu... ve çocuğu olan/olacak herkesin okumasını şiddetle tavsiye ediyorum:
Kitap Okumayı Sevmeyen Çocuğu Anlama Rehberi
Teşekkürler "Bir Dolap Kitap"... Seni izlemeye devam edeceğim!
25 Şubat 2010 Perşembe
Dans...
24 Şubat 2010 Çarşamba
Ağlama Bebek!
Pazar akşamı ablamlar, artık kocaman olan oğulları Alp ve minicik kızları, 2.5 aylık Defne ile annemlere geldiler. Tabii biz haftasonunun kadrolu ailesi olarak oradaydık (cumartesi de çalışıyorum ben, o günler minik adama anneannesi bakıyor; anneannenin evi benim işyerime 10 dk., bizim evse 40 dk. olunca haftasonları taşınıyoruz mecburen...)! Bizim minik adam daha bir büyümüş son zamanlarda, artık "arkadaş" ne, bilir olmuş. Zaten sevdiği Alp Abi'sine daha bir bayıldı pazar günü, hiç peşinden ayrılmadı! Hatta, yemekte onun yanında oturmak istedi -beni bırakıp!!! Defne'ye ise "bu nasıl bir şey ya? dur bi bakiyim... hmmm, ilginç; amaaaan neyse, Alp Abiiiii" tavrıyla yaklaştı daha çok.
Biz yemek yerken, ablam Defne'yi kanepeye yatırdı. Bir süre sonra ağlamaya başladı Defnecik. Bizim minik adam, iletişim kişisini anında belirleyerek, ablama doğru döndü ve "ııııığğğggghhhaaaaaaaaa!!!!" diyerek (ki kendisinin şikayet, bir olaya şaşırma, çözemediği bir konuda yardım isteme sesidir bu) "annesinin" bebekle ilgilenmesini istedi :) Biz hepimiz, bu "iletişim kişisi/contact person" belirleme işine hem çok şaşırdık hem de çok güldük! Evet, komik bir olay, bence şaşılacak bir şey de, orada 8 kişi yemek yerken bebeğin "annesini" bulması... ama altında yatan mesajı ancak bugün anladım (3 gün sonra!).
Pek çok kaynakta "bırakın bebek ağlasın, hatta ağlaya ağlaya uyumayı öğrensin, hiç bişeycikler olmaz" yazar ya, ben hep sinir olmuşumdur bunu yazan kitaplara. Evet, tabii ki ağlamakla çocuğa "fiziksel" bir şey olmaz, hasta olan, ağrısı olan çocuk ağlar, yapacak bir şey yoktur. Rahatlatmaya, sakinleştirmeye çalışırsın en fazla. Çocuk dediğin ağlar... ama yapabileceğin bir şeyler varken ağlamaması için, "bırakın ağlasın" yaklaşımını hiç sevmedim, sevmeyeceğim de. (Buraya hızlı not: şımarıklık ağlamasından bahsetmiyorum, her aklı başında ana-baba şımarıklık ağlamasını gerçek ağlamadan ayırabilir bence) Çünkü, konuşamadıkları, dertlerini anlatamadıkları için ağlıyor bu bebecikler, dertlerini diyebilseler, deli mi bunlar sürekli bağırsınlar? Boşuna mı konuşmaya başladıktan sonra daha az bağırıyor, daha çok sakinleşiyor bu çocuklar?
Dediğim gibi, sevmedim hiç "aman ağlasın ama kucağına alma, kucağa alışır/ aman ağlasın, yanına gitme, sonra kendi kendine uyutamazsın bir daha/ aman ağlasın, dediğini yapma, şımarır" yaklaşımını... Hiç dinlemedim de. "Şımarır" kısmı için, "uğruna ağladığı" şeyi yapmadım tabii, ama bir alternatif sundum, dikkatini başka yöne çektim, oldu bitti :) Neyse, "bırakın ağlasın"ın bebekleri üzdüğünü düşündüm hep. Tamam, hiçbirimiz hatırlamıyoruz bebekken neler olup bittiğini, ama şuna inanıyorum ki, yaşadığımız olayı hatırlamasak da o "his" kalıyor bir yerlerde. Gitmiyor. O yüzden, "terbiye etmek, bir şeyleri öğretmek" adına üzmedim çocuğumu hiç.
Ve minik adam, pazar akşamı bana "doğru düşünmüşsün anne" dedi bir yerde. Ağlamasını istemedi bebeğin. Öyle sesten rahatsız olduğundan falan değil, tepkisi üzüntüydü. Yoksa o ortamda, Defne'den de çok sesi bizzat kendisi çıkarıyordu zaten! Üzülsün istemedi Defne Bebecik, ağlamasın, mutlu olsun istedi. Kime güvenebilirdi bu konuda? Defne'nin annesine... buldu anneyi, kendince anlattı durumu. Çünkü bebekler ağladıklarında "bize bir şey anlatmaya" çalışıyorlar ve ihtiyaçları olan şey, birilerinin, genelde de "en güvendikleri kişi olan annelerinin" onları anlaması, gereğini yapması! Çınar da, yeni bebeklikten çıkmış bir çocuk olarak, görmediğimiz şeyi gösterdi bize, anlamadığımızı anlattı. ve biz de, rötarlı da olsa, anladık oğlumun demek istediğini!
Hatta, "Bebekçe" diye bir şey varsa, belki Defne'nin ne dediğini de anlamıştır, kim bilir... :) Ve daha dikkatli "dinlesek" bu çocuklar kimbilir daha neler anlatacaklar bizlere?..
22 Şubat 2010 Pazartesi
Dağ Sıçanı Sorunsalı ve Çözümü
19 Şubat 2010 Cuma
Gel Vatandaş, Bizim Çöplüğün Domatesleri Bunlar!
Tamam, bilmeyenler için, baştan anlatıyorum:
Hala "domatesle ne ilgisi var bütün bunların?" diyorsunuz, değil mi? Şöyle efendim: Elektrik enerjisi üretirken, gazı yaktığımız için, ortama atık ısı çıkıyor. Biz bunu havaya vermektense, tesisimizin içinde kurduğumuz seraları ısıtmada kullanıyoruz. Böylece:
- Ankara gibi kışları çok soğuk geçen bir şehirde çok düşük maliyetle sera işletmiş oluyoruz,
- Atık ısıyı değerlendiriyoruz,
- Yakma sırasında havaya salınan karbondioksiti fotosentez sayesinde tüketiyoruz (ve oksijen sağlıyoruz),
- İklim değişikliğine neden olan sera gazlarının salınımını azaltıyoruz,
- Hem de süper lezzetli, sağlıklı domatesler yetiştiriyoruz!
16 Şubat 2010 Salı
(OTUZ) ARTI (BİR)
13 Şubat 2010 Cumartesi
Minik Adamın Kitapları (10 Ay ve Sonrası...)
Kitap listemizi "0-10 ay" ve "10 ay ve sonrası" olarak ikiye ayırmayı tercih ettim. Hem yazı çok çok uzamasın diye, hem de bizde öyle bir milat var çünkü, 10 aylık olduktan sonra minik adam birden büyüdü sanki :) Tercihleri değişti, daha bir "adam" oldu. Bu durum kitaplara da yansıdı haliyle... O yüzden, 0-1 yaş değil de, 0-10 ay... Bu bölümde 10 aylık olduktan sonra okumayı sevdiklerimiz ve son zamanlardaki favori kitaplarımız var.
Bundan önceki yazılar: Minik Adamın Kitapları (0-10 Ay)
Minik Adamın Favori Kitapları
Aslında bu listedeki kitapların neredeyse yarısını 10 aylık olmadan önce almış ve okumaya başlamıştık. Ama hala çok severek okuduğumuz, keyifli zaman geçirdiğimiz, görünce heyecanlandığımız için bu listeye yazmayı tercih ettim. "10. aydan sonra da okunabilecek" kitaplar olarak değerlendirilebilirler belki :)
1- Tırtıl Dizisi -Parkta:
2- Kim Kimdir Vahşi Hayvanlar:
3- Pocoyo Saklambaç Oynuyor/ Pocoyo Hazır Dikkat Başla:
4- Bubi ve Çiftlikteki Hayvanlar:
6- Minik Arkadaşım Şirin Ayı:
7- Minik Tavşanlar -Güzel Bir Yaz Günü:
8- Minik Tavşanlar İyi Geceler PonPon:
9- İlk Adımlar Dizisi -Sözcükler (12-18 Ay):
Ufak bir not olarak sevmediğim kitap türlerini de yazayım hemen: "eğitim dizisi" adı altında herşeyi çocukların gözlerine gözlerine sokarak anlatan kitapları sevmiyorum. Bir de "konuşan" kitapları! Elektronik bir ses niye okusun yani onlara? Ya annesi/babası/bir sevdiği okusun kitapları çocuklara, ya da alsınlar sayfaları kendileri çevirsinler, varsın okuyamasınlar, ama hayal güçleriyle kendilerine sessiz hikayeler kursunlar...
Minik Adamın Kitapları (0-10 Ay)
Minik Adamın 0-10 Ay Kitapları: Okusun da Büyüsün...
Sonrasında ilk 6 ay hep bez kitaplar oldu hayatımızda. Hışırtılı, sesli, parlak şekilli. 6 aydan sonra karton kitaplara geçtik. Kitaplara hep severek baktı minik adam, onlara hep layık olduğu değeri verdi. 9-10 aylıkken kulaklı kitapların kapaklarını kendi açmaya başladı, kulakların arkasındakileri merak etti... Hatta ve hatta o kulakların arkasında neler olduğunu hafızasına kazıdı; kitaplarından birini anneanesinde unuttuğumuzda ısrarla o kitabı aradı, bulamayınca sinirlendi, sonra kendisine verdiğimizde sevinç çığlıkları attı! Yine 9 aylıkken, bir kitabı sayesinde (ama bu kitabımız, hala severek okuduğumuz için, bir sonraki yazıda) "kurbağacık nasıl düşmüş?" sorusuna kendisini yana eğerek yanıt vermeye bile başladı (kitaptaki kurbağacık da aynen kendisi gibi paat diye yana düşüyordu)!
2- Büyük Kedi-Küçük Kedi:
"Karşında küçük kedi... küçük kedinin canı uyumak istiyor..."
Ama uyuyacağı her yerde yaramaz bir hayvan bir iş yapıyor. En sonunda annesi büyük kedi, küçük kediyi yanına çağırıyor ve koyun koyuna uyuyorlar!
Çınar bayılmıştı bu kitaba, hala da nerede görse eline alıp, yanıma geliyor, kucağıma kuruluyor, birlikte küçük kediye uyuyacağı yer bulmaya çalışıyoruz :)
3- Nuby Çevir ve Eğlen Dişlikli Kumaş Kitap:
O zamana kadar, hoşçakalın!
10 Şubat 2010 Çarşamba
Minik Adam Mutfakta


Bu akşam misafir geleceği, ve geliş saatleri bizim işten dönüş saatimize denk geleceği için hazırlıkları dünden tamamlayayım istedim. Çınar'ın mutfak ve mutfak araç-gereci sevgisini de gözönünde bulundurarak bu hazırlıklara onu da dahil etmeye karar verdim -maksat hem çocuk değişik bir şey görüp eğlensin, hem de ben zamandan kazanayım! En sevdiği mutfak aktivitesi olan "robot çalıştırma"yı da barındırdırdığı için "anneanne keki"nde karar kıldım! Malzemelerin bir kısmını tezgahın üzerine dizdikten sonra, Çınar'ı da malzemelerin yanına, tezgahın üzerine oturttum. Önce yumurtaları ve şekeri "e-buuuuuuuuu"yla çırptık.
Sakar anne, şekeri kavanozdan bardağa boşaltırken yine tezgaha döktüğü için Çınar da parmaklarıyla o dökülen beyaz şeyin ne olduğunu keşfetmeye başladı. Ama şeker ellerine yapışıp kalınca durumdan pek hoşlanmadı doğrusu... Minik adam şekerle uğraşadursun, anne yağı, sütü, vanilyayı ve kabartma tozunu da ekledi robotta çırpılmış halde bekleyen şeker ve yumurtaya. Sonra portakal kabuğu rendelemeye girişti. Tabii minik adam da arkasından. Önce ne yaptığımı anlamak için dikkatli dikkatli baktı, sonra kendisi de rendelemeye çalıştı (anne önce rendenin minik adama zarar verebileceğinden endişe etti, ama sonra bir şey olmadığını görünce rahatladı). En son, portakal kabuklarını ve unu da robota ekleyip yeniden "eee-buuuuuu" yaptık! Son çırpmanın ardından Çınar'ın ilgisi kekten duvarda asılı telefona dönünce, halihazırda savaş alanına dönmüş mutafığımızda, gayrı-sıhhi görüntüler çıkmış olsa da ortaya, kekimiz pişme aşamasına geldiğinden çok da umursamadık durumu :)
Bir süre telefonu açıp kapayıp hayali olarak ananeyi, dedeyi, dayıyı aradıktan sonra, madem birlikte dağıttık birlikte toplayalım dedik. Yani ben dedim... Neyse ki minik adam, aynen babası gibi görev adamı olduğundan, buzdolabına koyulacak şeyleri pıtır pıtır götürüp dolaba yerleştirdi. Bulaşıklar için de, bulaşık makinesinin kapağına tırmanıp içine girmek suretiyle yardım etmeye çalışıyordu ki babamız olaya müdahale etti, üst-baş değiştirmek için odaya yollandılar. Anne de mutfağı bir güzel temizleyip keki fırına koydu...
Merak edenler için, anneanne kekinin malzemeleri aşağıda, tarifi yukarıda anlattım zaten...
Anneanne Keki

2 yumurta
1.5 su bardağı şeker
1 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı süt
1 paket vanilya (1 çorba kaşığına denk geliyor)
1 paket kabartma tozu (1 çorba kaşığına denk geliyor)
1 portakalın kabuğunun rendesi
Aldığı kadar un (yumurtanın boyutuna göre, 2-2.5 su bardağı)
Kekin tadına bu akşam bakacağız, ama minik adamın eli değdiği için eminim her zamankinden çok daha lezzetli bulacağız... Denerseniz, size de afiyet olsun! Ya da bir gün bize gelin, minik adam size de yapsın!
Minik Adamın Boya Kalemleri
Her çocuk resim yapmak zorunda değil tabii ki, ama "kalemle bir yerlere iz bırakabilmek" sanırım her çocuk için çok cezbedici. E bu arada, resme falan da yeteneği varsa, neden ortaya çıkarmayalım ki? Her seçeneği önüne sunmak lazım! Lazım da, kırtasiye markaları sanırım "3 yaşından sonra çıkar o yetenek, o zamana kadar boya moya yok size" anlayışıyla çalıştıklarından geçen haftaya kadar 3 yaşın altına -dolayısıyla Çınar'a- uygun boya kalemi bulamamıştım! Hepsinin üzerinde "3 yaş altına uygun değildir" uyarısı vardı... Ama geçen hafta internetten araştırırken Carioca markalı mum ve gazlı boyaları buldum! 1 yaş üzeri çocuklar için uygun, su bazlı ve gıda boyasıyla renklendirilmiş, üstelik de kolayca silinebilen boyalar! Harika! Ahmet gibi, internetten almak istemezseniz Ankara Cepa'daki Nezih'te de var (ama galiba gazlı olanlardan var, mum boyaları Ahmet bulamamış).


Biz de Çınar'a gazlı kalemlerle birlikte kocamaaaaaan bir de resim defteri aldık ki özgürce karalasın. Aslında bir sonraki hedefim Çınar'ın odasında bir duvarı, boyunun yettiği yere kadar kağıtla kaplayıp "Bak bu, senin duvarın. Diğer duvarlara değil, ama bu duvara istediğin şeyi çizebilirsin" demek. Şu noktada gururla söyleyebilirim ki, daha Çınar doğmadan bu fikri üretmiştim; ve pedagog da bize aynısını tavsiye etti! Daha hayata geçirmedim bu fikri, önce Çınar'ın boyalara alışmasını bekliyorum biraz... belki bu hafta sonu.
Pedagog aslında parmak boyaları da önerdi (ve aklıma hemen Evren geldi!). Bimiyorum Çınar hoşlanır mı? Çünkü eli battığı zaman bu ara hemen ya kendi üstüne ya da benim üstüme siliyor :)) Bir de pedagog, suyu seven ve sağının solunun kirlenmesine takmayacak çocuklar için -benim de hoşuma giden- bir oyun önerisinde de bulundu. Yazın oynanabilecek bu oyunda, bir leğenin içine su doldurup parmak boyasıyla renklendirdikten sonra çocuğunuzu leğene sokuyorsunuz ve yere serdiginiz çarşaf/kağıdın üzerinde gezinerek izler bırakmasını ya da ellleriyle ayaklarıyla boya yapmasını izliyorsunuz :) Ben böyle bulaşık işleri pek severim, o yüzden oyun hoşuma gitti. Yazın Çınar'la bir deneyeceğim, tabii yine 3 yaş altına uygun parmak boyası bulabilirsem!
Buradan Çınar'ın yarattığı sanat eserlerini sizlerle paylaşabilmek dileğiyle, sevgiler :)
8 Şubat 2010 Pazartesi
Uykuya Özgürlük!
Gelişme -Güzel Günler...
40 günden sonra da her akşam 6-7 gibi banyosunu yaptırıp gece uykusu rutini hazırladık kendisine. Gerçi, biz ne yaptıysak, uyku saatlerini hep "o" belirledi. 40 güne kadar gece 11'de gece uykusuna geçti, 40 gün 3 ay arası 9:30 dedi mi kesinlikle uyumuş olmayı istiyordu. 3 aydan sonra ise 7 gibi yatıp sabah 6'ya kadar uyuyordu (tabii ki aralarda kalkıp emerek). Sonra yaza doğru uyku saatini 8'e çekti, yazın 8:30'a, büyüyüp de etrafı daha çok keşfetmek istedikçe 9-9:30'a geri döndük! Tabii geç yatmasında gündüz hala 1-1.5 saatten 2 uyku uyuyor olmasının, uykularının arasında 3.5-4 saatlik beslenme/aktivite zamanı arıyor olmasının etkisi büyük. Zaten gündüz uykularının saatine de o karar verdi hep. İlk aylarda uyandıktan 1 saat sonra yeniden uyumak istiyordu. Sonra bu süre 1.5 saat oldu... sonra 2... Nasıl mı anlatıyordu uyumak istediğini? Birden deli gibi ağlamaya başlayarak! Durup dururken, herşey iyiyken, uyku saati yaklaşmaya başladığında birden ağlamaya başlıyordu: "uyutun beniiii, hemen uyutun!". Net olarak hatırlayabildiğim, 4-8 ay arası uyku sayısının kademeli olarak 5'ten 2'ye düştüğü... onu da her düşüşte bir uykuyu -ne yaptıysam- uyumayarak becerdi :) Önce akşamüstü uykusunu bıraktı, sonra uyku aralarını açtı, sonra sabah uykusunu daha öğlene kaydırdı... derken 8 aylıkken 2 uykuya geçti: sabah 10:00, öğleden sonra 3:00 (kalkış saatine göre 10:30, öğleden sonra 3:30). Ama sabah uyanma saatini -ne yazık ki- hiç değiştirmedi: 6:00-7:00 arası! Neler neler denedik: 6'da kalktığında emzirmedik, daha sonraları kahvaltısını 7'den -hatta 8'den- önce vermedik, o saatte uyandığında doğru düzgün oynamadık onunla, sessiz durduk, coşku yapmadık... ama ı-ıh! Biyolojik saati kurmuş bir kere bizim minik adam, bana mısın demedi!
Uykuya geçiş...
Uykuya geçişimiz de apayrı bir yol izledi, önce kucakta, omzumuzda uyuyordu, 2 aydan sonra kucağımızda ama yatay uyumaya geçti. Sonra bir mucize oldu, 4.5-5 aylıkken yatağında, oyuncak ayısının müziğini dinlerken uyuyakalmaya başladı... bir heyecanlandık, aman allah, yoksa kendi kendine uyumayı mı öğreniyor, diye! Yok, değilmiş, yine 8 aylıkken, iyice oturmaya, sonra da kendini kaldırmaya başladı ve kendi kendine uyumaz oldu. Bu sefer de yatağında yan yatırıp pışpışladık. Ne güzel, 15-20 dakikada uyuyor derken yaz tatilinden sonra, 1 yaşına çok az kalmışken birden uyutma süremiz 1 saate yaklaşmaya başladı. Pışpışla pışpışla uyumaz, uyutmak ne mümkün! Haydii, anne yine bir ton çözümle geldi: yatır/kaldır, odadan kademeli çık, hatta Ferber? Yok hayır, Ferber denemeye cesaret edemedik. Bir kere ben çok kızıp odasında bırakınca çok ağladı ve kustu. O gün o metodu asla bir daha denemeye bile kalkmayacağıma dair ona da kendime de söz verdim! Yatır/kaldır iyi gidiyor gibiydi, 4. günde herşey başa döndü, hem minik adama hem de bana eziyete dönüştü. 1.5 ay yöntem yöntem debelendikten sonra annelerin "kızım sen de perişan oluyorsun, al ayağına, hafif hafif salla, rahat edin ikiniz de" baskılarına dayanamadım ve pes ettim!
Sonuç ya da Son (Mutlu mu Değil mi sonra göreceğiz...):
Valla hiç de utanmadan söylüyorum, hala da Çınar'ı ayakta sallayarak uyutuyorum. Çok mu kolay uyuyor? Hayır. Gece uyanmıyor mu? Uyanıyor... ama zaten her zaman uyanıyordu. Hepimiz böyle uyutulmadık mı? Neredeyse... Birşey olmuş mu? Görünürde hayır :)
Pedagogun ve Evren'in tavsiyesini dinleyip yanında elini tutup, ninni söyleyerek, masal okuyarak uyutma yönetmini de deneyeceğim, ama öncelikle nefret ettiğim karyolamızdan kurtulup yer yatağına geçmemiz lazım! Bu konudaki eylem planımı da yazacağım, ama hem bu yazı daha da çok uzamasın, hem de kafamda herşey yerli yerine otursun, ondan sonra...
Kıssadan Hisse:
Peki bu yazıyı neden mi yazdım? Bebeğinin uyku sorunu olan, ama ne kadar küçükken uyku eğitimi vermeye çalışmış olursa olsun hiçbir sonuca ulaşamamış 2-3 arkadaşım var. Ve eminim biz bir sürüyüz! Ve "uyku kitaplarında" kafamıza sokmaya çalıştıkları ve -en azından beni- bunalıma sokmaya yeten yatış/kalkış saatleri ve uyku sürelerinden bağımsız olarak çok sağlıklı, çok mutlu çocuklarımız var! Ve aslında -Çınar'ın öyküsünde olduğu gibi- ne yapmak istediklerini de bize çok güzel anlatabiliyorlar -dinlemeyi bilirsek! Asıl olan onların "neye" ihtiyaç duydukları... ne kadar uyuyacaklarını, ne kadar yiyeceklerini, neyi, ne kadar, nasıl yapacaklarını "biliyorlar" ve "anlatmaya çalışıyorlar". Çünkü hepsinin ayrı bir karakteri var, ve tek bir kalıba sokulamayacak kadar farklılar! O yüzden belki, kafamızı kitaplardan çıkarıp "sözde" kuralları boş vererek bebeğimizi dinlersek, her iki taraf olarak da daha mutlu olacağız! Uyusak da uyumasak da...
NOT: Evren, senin yazdığın son uyku yazısına benzedi sanırım başlıklar... aslında öyle bir niyetim yoktu ama, çok etkilemiş beni sanırım, kusura bakma :)
2 Şubat 2010 Salı
Nostalji: Minik Adamın Diş Buğdayı

Çocuğunuzla Evde Oynayabileceğiniz Eğlenceli Oyunlar (*)
Seda'nın bana aylar aylar öncesinden (hatta sanırım daha hamileyken) bahsettiği http://www.ohdeedoh.com/ u yeni keşfediyorum... Türk'ün aklı sonradan gelir derler ya, neyse, en azından taşınmadan önce bakmayı akıl ettiğim iyi oldu :)
Dün sitede gezinirken, dekorasyonla ilgili pek çok fikrin yanında, "Bebeğiniz için 5 Aktivite" başlıklı bir yazıya rastladım. Hele ki yazının 16 aylık bir bebeğin annesi tarafından yazıldığını görünce hemen atladım üstüne! Yazıdaki 5 ativite dışında yazıya yazılan yorumları da okudum. Ve Çınar'ın seveceğini ve katılım sağlayabileceğini tahmin ettiklerimi not ettim:
- Renkli post-it'lere sayıları, harfleri, kelimeleri yaın, ya da şekiller çizin/yapıştırın. Bunları evin duvarlarına, onun görebileceği seviyeye asın. Evde dolandıkça kağıtları keşfedecektir. Siz de üzerlerinde yazanları ona okuyarak/şekilleri açıklayarak eğlenebilir ve kelime dağarcığına katkıda bulunabilirsiniz!
- Sevdiği bir oyuncağı (top, araba, vb.) bir yere saklayın. Sonra sakladığınız nesneyi ve yeri tarif ederek (mavi topu salondaki perdenin arkasına sakladım, gibi) oyuncağı bulmasını sağlayın.
- Müzik çalıp/kendiniz müzik yapıp dans edin. Dansa ederken yaptığınız hareketleri müzik eşliğinde söyleyin. (Başak'ın notu: Hockey Pokey şarkısı bence bu konuda yazılmış en iyi şarkı ve Çınar ona bayılıyor! Ben de hem söyleyip hem hareketlerini yaptıkça bir yandan kendisi de katılmaya çalışıyor, bir yandan da kıkır kıkır gülüyor!)
- Yastıkları üst üste dizerek ya da koltukları birbirine yaklaştırarak ev yapın, üzerine bir çarşaf sererek çadır kurun. Çocuğunuzu içine sokun, yanına bir kaç kitabını, oyuncağını ve sevdiği bir oyun arkadaşını (bebek, oyuncak ayı, vb., bizde Ruhi olabilir mesela, kendisi hemen sağda :>) yanına vererek biraz yalnız vakit geçirmesini teşvik edin. (Kendisi oyalanmazsa çadıra birlikte de girebilirsiniz. Ya da geçen sabah Çınar'la yaptığımız gibi içine girip çıkarak saklambaç oynayabilirsiniz.)
5. Buzdolabına çeşitli mıknatıslar yapıştırın. O da onları hem buzdolabına hem de başka yüzeylere tutturmaya çalışsın. (Bizim buzdolabı bu konuda oldukça başarılı, bkz. yandaki resim... Çınar da mıknatıslarla oynamayı çok seviyor.)
- 6. SAKLAMBAÇ -en sevdiğimiz oyun! Eskiden biz saklanırdık Çınar bulurdu, şimdi o kapıların arkasına girip oturuyor, bizim onu bulmamızı bekliyor :)
- 7. Çekmeceleri boşaltıp tekrar eşyaları yerine yerleştirin... yerleştiriken eşyaların isimlerini söyleyebilir, ne işe yaradıklarını anlatabilirsiniz. Ya da onun kendi kendine meşgul olmasını izleyebilirsiniz :)
- Ondan belirli özellikleri olan bir şey getirmesini isteyin: "Bana havlayan/miyavlayan/patpat yapan/mavi/kırmızı/vb. bir şey getir" gibi...
- Seyahat çantası hazırlayın (20 aylıkken oynadıkları bir oyun): ufak bir valizin içine seyahate çıkarken yanına almak isteyeceği şeyleri koyun, tatile gidin, çantayı boşaltın, doldurun...
Her çocuğun ilgi alanı, yapmayı sevdiği ve sevmediği şeyler farklı olduğu için belki çocuğunuz bu oyunların hepsini sevebilir, belki de hiçbirini oynamak istemez. Ya da ona verdiğiniz komutları anlamayabilir. Bunun çocuğunuzun gelişiminin önde ya da geride olmasıyla ilgisi yoktur, onun tercihleriyle ilgisi vardır. Yazıya bir eğitimci şu yorumu yapmış:
"Oyunun 3 aşaması olabilir; birlikte oyun, kendi kendine oyun, bunaltıcı oyun. İlk ikisi öğrenmeye yardımcı olurken üçüncüsü ne eğlendirir ne öğretir. Çocuğunuzu bunaltacak şekilde aktiviteye zorlamaktan kaçının."
Ben de Çınar'la bu oyunları oynamayı yavaş yavaş deneyeceğim... belki sever, belki daha sonra sever, belki sevmez! Sonuçları zaman zaman sizinle paylaşırım!Herkese iyi eğlenceler!!!
1 Şubat 2010 Pazartesi
Attack of the Teeth (*)
2.5 aylıktan beri elini ağzından çıkarmayan ve salyalarıyla heryeri sırılsıklam yapan oğlum, her huysuzluğunu, her mızırdanmasını "diş çıkaracak herhalde"ye bağlayan bize rağmen ilk dişini 8.5 aylıkken çıkardı. İlk dişi, bir hafta sonra 4 diş daha takip etti! DÖRT diş! Böylece, 8.5 ay dişsiz gezen oğlum daha 9 aylık olmadan üstte 3, altta 2 dişiyle dolanmaya başladı. Tabii dişler öyle tak diye bir gecede çıkmıyor. Bunun alttan yürümesi var, kabarması var, damağı yırtması var, yırttıktan sonra çıkışının tamamlanması var... her biri çocuğa ayrı eziyet. Çınar'ın ilk diş istilası 2 hafta kadar sürdü. 2 haftanın sonunda yine alt damakta 2, üstte kalan 1 diş daha patladı! 11 aylıkken minik adamın ağzında 8 tane diş vardı!
.jpg)