29 Ocak 2010 Cuma

Minik Adamın Yemekleri

Merhaba!

Öyle çok boğazına düşkün olmasa da yüksek damak zevki olan bir oğlum var... böyle olmasında anneannesinin leziz yemek/baharat önerilerinin rolü büyük! E ben de üşenmeyip 7-8 aylıktan beri ona sade sebze püresi vs gibi kendimizin bile yemekten çok hoşlanmayacağı şeyler yerine tavuk/yayla çorbası, sebze çorbası vb. verince minik adam bu yaştan gurme oldu bile!

Blog yazmaya başladıktan sonra Çınar'ın sevdiği yemek tariflerini yayınlamaya da karar vermiştim, üstelik de bu tariflerin hepsini çok sevdiğim bir arkadaşıma da gönderdiğim için elimde elektronik formatta da hazırdı. Ama tarifleri blogda alt alta yayınlamak yerine google docs'a atmayı tercih ettim (yer kaygısı). Merak edenler buradan ulaşabilirler -arkadaşıma yazdığım için tarifler pek senli benli, ama düzeltmekle uğraşmadım açıkçası, kusur bakmayın, samimiyetime verin :) İlk 4-5 tarif Çınar'ın dişleri çıkmadan önce ya da yeni çıktığı dönemlerde yazıldığı için blender/foodmill (linke tıklayınca, foodmill'i bulmak için sayfanın altına inmeniz gerekiyor...) ikilisi baş rollerdeler!

Çınar'ın sevdiği ve sıkça yediği yemekleri aşağıda listeledim. Tabii bunların yanına çoğu zaman evde yapılmış yoğurt, zaman zaman da domates-salatalık püresi/rendesi, ya da yine aynı sevgili arkadaşımdan öğrendiğim avokado salatası (rende domates, salatalık, avokado, azıcık tuz, zeytinyağı, limon) eşlik ediyor! Bir de, çorbalar çok sulu olursa, içine daha önceden kurutup robotta çektiğim tam buğday ekmeğinin içinden 1-2 kaşık koyuyorum. Bence, bebişlerin B vitamini almaları için biraz da olsa ekmek yemelerinde yarar var!

Dosyada tarifleri olanlara link de koydum... Link olmayanlar zaten çok bilinen yemekler, bir balık çorba ile balık köftesi var tarif gerektiren, onları da bir ara belgeye ekleyip size haber veririm :)

Çorbalar
Kırmızı mercimek çorbası
Yeşil mercimek çorbası (kıymalı ve terbiyeli iki ayrı versiyonuyla)
Terbiyeli tavuk çorba
Yayla çorba
Sebze çorbası
Balık çorbası
Tarhana çorbası (kıymalı/tavuklu/balıklı/sade)
Brokoli çorbası
Kıymalı, pirinçli domates çorbası

Kırmızı Et Yemekleri
Izgara köfte
Pirinçli köfte -havuçlu ve patatesli
Terbiyeli kereviz
Etli/Bulgurlu Ispanak
Bamya (kıymalı)
Kabak dolma
Biber dolma
Havuçlu patates oturtma

Tavuk Yemekleri
Kabaklı, patatesli, havuçlu tavuk
Bamya (tavuklu)

Balık Yemekleri
Balıklı makarna
Balık köftesi

Güzel tarifleri/önerileri olan varsa çok sevinirim! Tüm minik adamlara/hanımlara afiyet olsun!

Sevgiler... Başak

Güncelleme: Çınar'ın aylara göre ayrılmış günlük yemek listesine buradan göz atabilirsiniz...

28 Ocak 2010 Perşembe

Pedagog Maceramız -Bölüm:3 (Çınar'la İlgili Konular)

Pedagog maceramızın üçüncü ve son bölümüyle karşınızdayız. İlk iki bölüm için buraya ve buraya bakabilirsiniz.
Pedagogumuz genel değerlendirmelerden sonra Çınar'la ilgili, bizim sorun olarak gördüğümüz, konulara değindi. Bu "sorun"ları üç başlık altında topluyorum ben: bağırıp çağırma, uykusuzluk, kusma.
Bağırıp/çağırma

Aslında galiba bu Çınar özelinde bir sorun değil, hemen her çocuk bu yolla ve ağlayarak anne-babayı kullanmaya meyilli. Ama bizim ailede genel olarak bir sinir sorunu olduğundan hani nasıl davranmalı bir sorayım istemiştim. Pedagog yine, bizim zaten az çok yaptığımız bir şeyi önerdi: örnek olmayı ve tepki vermemeyi. Yani, öncelikle anne-baba birbirlerine bağırarak bir şey yaptırmaya çalışmayacaklar. Çocuk bağırarak/ağlayarak bir şey yaptırmak istediğinde de tepki vermeyecekler. "Aman sussun da bu seferlik, neyse" dediğiniz an bittiniz! İşe yarayan tavır şuymuş: "Ağladığın/bağırdığın zaman seni anlamıyorum, duyamıyorum!" Daha da ileri giderse "Ağladığın/bağırdığın için yapmıyorum!" Daha da vaz geçmezse ortamdan uzaklaşın diyor pedagog. Onu olduğu yerde bırakın, bir odaya/banyoya girip kapıyı kapayın, ve ona "seni duymuyorum, sakince söyle" diye seslenmeye devam edin. Kabul ediyorum, insanda çelik gibi sinir olması lazım. Ama daha önce de dediğim gibi, anne-baba olmak kolay değil. Sussun diye dediğini yapark günü kurtarmak çok kolay, ama sonra sürekli bağırıp çağıran ve ağlayan bir çocukla uğraşmak o kadar kolay olmayabilir...
Uyku sorunu
Öncelikle Çınar (şu an 16 aylık) hala günde iki kere, her seferinde de 1-1.5 saat arası uyuyor, gündüz uykularında pek sorunumuz yok. Ama gece... aman aman aman... Uykuya geçmesi bazen 1 saati buluyor, gece en az 2-3 defa uyanıyor, bazı geceler uyanıp da 2-3 saate yakın uyuyamadığı oluyor. Hayır öyle kalkayım oynayalım falan da demiyor, gözlerini bile açmıyor çoğu zaman. Ama dalamıyor. Halbuki Çınar doğduğundan beri neredeyse bir uyku rutinimiz var bizim: banyo-masaj-yemek-sakin oyun/kitap okuma-uyku. Ama uykumuz hp sorunlu oldu, son bir aydır da çıldırmış gibi. Tamam, benim işe başlamamla ve yeni misafirlerimiz üst köpek dişlerimizle de ilgisi vardır muhakkak ama... hazır pedagoga gitmişken bu durumu da bir soralım dedik. Bizi, ne yaptığımızı dinledi ve aynen şunu söyledi: "Bana bir aile gelip 'çocuğumuzun uyku sorunu var' dediğinde aynen sizin yaptıklarınızı yapmalarını söylerim... Çınar'ın uykusuzluğu tamamen huy olabilir... sanırım 2-3 yaşına kadar sabretmeniz gerekecek" Buyrun bakalım! Bunu bana kayınvalidem ve annem de söylüyordu zaten :) Bir tek ayakta sallanmasına taktı, yanında yatarak uyutsanız, dedi. Ya zaten Çınar'ın uykuya geçiş öyküsü çok karışık: önce kucağımızda sallayıp dalmadan yatağına yatırıyorduk. Sonra (4.5-7 ay arası) yatağında müzikli ayısıyla kendisi dalmaya başladı. Fotoğraf da bu mutlu, güzel günlerden. 7 aydan sonra iyice hareketlenip oturmaya falan başlayınca biz yatırıp yatağında pışpışlayarak uyuttuk. 12 aydan sonra işler iyice zıvanadan çıktı, pışpışlanmayı oyuna çevirdi, uyumadı... kendi kendine uyumayı öğretme yöntemlerinin hiçbiri işe yaramadı! Baktık ayağımzda hafif hafif sallayınca pek güzel dalıyor, geleneksel yönteme döndük! Pedagog yanında yatın deyince bir deneyeyim dedim ama yok, mümkün değil uyumuyor öyle... napıyım, aldık yine ayağa!

Gece geç yatması için de tek uykuyu deneyebilirsiniz dedi. Şimdi Çınar genelde 10-11:30 arası ve 15:30-17:00 arası uyduğu için akşam 21:00'den önce asla uyumak istemiyor uykusu gelmiyor bebeciğin! O saatte uyutmaya başlayınca da dalması bazen 22:00'yi buluyor. Ben harap tabii! Tek uyku uyuyunca haliyle daha erken yatacak-tı... geçen pazar, sabah 7'yi geçerek uyanınca (bizim için geç bir saat!) annemle hadi, dedik, tek uykuyu deneyelim! Neyse efendim, oynarken oynarken Çınar elimden tuttu, pıtır pıtır beni yatak odasında götürdü, kendini yer yatağına attı, başını yastığın üstüne koydu. Saate bir baktım: 10:05! "Ne yapalım Çınarcım?" dedim. Önce "fu fu fu" diye su istedi (yatmadan önce hep içiriyoruz), sonra "prrrrffffff" diye emziğini istedi. "Ne yapacaksın emziğini?" diye sorunca da "eeee eeee eee" dedi. E bu çocuk uyumak istediğini daha ne kadar anlatabilir? Tek uyku yalan oldu tabii :) Neyse artık, kendisi ne zaman talep ederse o zaman! Bir süre daha geceler haram bana...

Kusma
Her ne kadar Çınar'ın kusmasının diş çıkarmasıyla bağlantılı olduğundan emin olsam da, en azından bunu sonradan bize karşı kullanmaması için ne yapmalıyız bir öğrenelim dedik. Çünkü Çınar canı istediği zaman herşeyi löp löp yutuyor, canı istemediği zaman ise yemek boğazına takılıveriyor. Pedagog bizi dinledikten sonra aslında Çınar'ın kusma sorununun psikolojik olduğunu düşünmediğini, midesi/damağı hassas olarak tanımlayabileceğini söyledi. Diş çıkarma konusundaki tespitime de katıldı. Ama kusma olayının daha sonra tehdit olarak kullanılmaması için kustuğu zaman çok sakin olmamızı, hiçbir şey yokmuş, olmamış gibi davranmamızı istedi. Tabii sadece kustuğunda değil, öğürdüğünde de "aman aman aman, yok yok yok" falan demeyip ya görmezden gelecekmişiz ya da "yani istiyorsan kusabilirsin ama bu yemek yenecek, kusmanın bir yararı yok" diyecekmişiz. Zaten bir süredir panik olmayı bırakmıştık. Şimdi bir de bu anahtar cümleyi kullanıyoruz. Ha, hala kusuyor, o ayrı... ama en azından huy haline getirmesini engellemiş oluyoruz -gibi :)
Öğürmesiyle ilgili olarak, eğer yemeğin sonuna gelmişsek de öğürüyorsa daha fazla vermiyorum. Çocukcağız daha "doydum anne" diyemiyor ki, derdini ancak böyle anlatıyor. "Doydun aşkım galiba, tamam çok güzel yedin, afiyet olsun!" diyorum ben de o zaman. Mutlu mesut mama sandalyemizden kalkıyoruz!
Eveeet, pedagog maceramızın da böylece sonuna geldik! Yeni maceralarda görüşmek üzere, esen kalın!

26 Ocak 2010 Salı

Pedagog Maceramız -Bölüm:2 (Genel Değerlendirmeler)

Pedagog maceramıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu yazının bir de Bölüm-3'ü olacak; zira, hepsini buraya yazmaya kalkarsam kimse okumaz...

Öncelikle itiraf etmeliyim ki, ön yargılarımızın aksine, bilime ve pedagojiye olan inancım hala sürüyor. Kılıçlarımızı kuşanmış olarak gittiğimiz ofisten mutlu mesut ayrıldık. ve aslında olaya son derece şekilci başlayan pedagogumuz sonuç toplantısında durumu epey toparladı, epey de güzel şeyler söyledi. söylediklerinin çoğu bilmediğimiz şeyler değildi aslında, ama satır aralarında yakaladıklarımız önemliydi. sonuçta, "bu da böyle bir maceraydı"dan öte bir deneyim oldu bizim için -ne mutlu!

Pedagog bize ilk şunu söyledi: "Bu kesmeşeker/merdiven/anket gibi testler Amerikan uyarlaması bir gelişim testi için yapılması gereken şeyler ve aslında çocuktan çok anne/babanın çocuğa neyi ne kadar verdiğini ölçüyor. Yani çocuğun eline hiç kaşık vermediyseniz, 2 yaşında da olsa kendi kendine yemek yiyemez; düşersin diye hareketlerini kısıtlarsanız yürümesi/koşması gecikir; kitap okumaz, onunla konuşmazsanız ilk sözcüklerini daha geç söyleyebilir, vs, vs..." Bu noktada anne-baba olarak tam puan aldık! Çınar'ın bütün becerileri (ince motor, kaba motor, el-göz koordinasyonu, dil, vb.) ayından ileri bulunsa da, fazla subjektif bulduğum için o skalaya pek itibar etmedim. ama pedagogun bizi tebrik etmesi de hoşuma gitti açıkçası. En azından "ama hanımefendi, fırsat verin de çocuk şunu bunu da yapsın" dediği bir şey olmadığı için kendimi "başarılı" hisettim!

[Buraya ufak not: Bende, Çınar doğduğundan beri, Çınar'ın yapamadığı herşeyden dolayı (kendi kendine uyumuyor, sık uyanıyor, hala az da olsa yemeklerini ezmem gerekiyor, -daha küçükken- yüzüstü yattığında oyuncağına uzanmıyor gibi-vakti gelince uzandı haliyle!) kendimi suçlama eğilimi var. Aşamıyorum. O yüzden asıl bana iyi geldi bu pedagog; bir nevi benim için "çocuk yetiştirme psikoloğu" oldu!]

[Ufak nota ek: Okuduğum kitapların yararı varmış, temel davranış biçimlerini öğrenmeme yardımcı olmuşlar... itiraf edeyim dedim...]

Sonra da Çınar'ın sorunlarından bağımsız olarak çocuğun ihtiyaçlarını nasıl sağlıklı biçimde karşılayabileceğimizden ve bunları yaparken kuralları nasıl koyup nasıl uygulamamız gerektiğinden bahsetti. İnatlaşmanın gerektiği ve gerekmediği durumları anlattı (ay itibariyle Çınar da inatçı bir keçiye dönüşmeye başladı gibi...) -ki benim için çok önemliydi! Çünkü insan çocuk büyütürken, yanında yöresindeki pek çok kadın en az bir çocuk büyüttüğünden ve dolayısıyla hepsi de kendini çocuk doktoru/pedagog sandığından, müthiş bir bilgi kirliliğine maruz kalıyor. Aslında annelik içgüdüsü denen bir şey var gerçekten, ve azicik iç sesini dinlerse anne her şeyin doğrusunu da buluyor; ama kulağına gelen seslere de kayıtsız kalamıyor. Yemek yedirmek için inatlaşmamam gerektiğini anlamış ve Çınar sayesinde öğrenmiştim zaten, ama özellikle uyku ve onun için tehlikeli olduğunu düşündüğüm eylemlerde (prize parmak sokmak gibi) nasıl davranmam gerektiği konusunda sıkıntılıydım. Bence mesela, uyku konusunda taviz verilemezdi, yani çocuğun ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak bir yatış saati belirlenir ve ona uyulurdu. Ama sağdan soldan "iyi de canım, çocuk uyumak istemiyorsa zorla uyutulmaz ki, kalksın bir, sonra yeniden denersin"leri de çok duyuyordum ve bu bende -yine- "acaba çocuğumu çok mu zorluyorum?" hissi yaratıyordu. Neyse ki, doğrusunu yapıyormuşum!
Pedagog dedi ki: "Uyku saati, elini prize sokma, camdan/balkondan aşağıya sarkma gibi önemli/hayati konularda çocuğunuzla inatlaşabilirsiniz ve inatlaşmalısınız da. Ona, bu konuda kuralları sizin koyacağınızı ve buna uyması gerektiğinianlatmanız şarttır. Bu uğurda, gerekirse, sesinizi de yükseltebilirsiniz. Ama kişisel tercihleriyle ilgili konularda ve yemek yerken inatlaşmanız, onun özgürlüğünü, kişiliğini kısıtlar. O an, o yemeği yemek istemiyorsa, biraz huyuna gidip başka bir yol bularak, mesela yemeğin kendisini eğlenceli gösterecek şekilde, yeniden deneyebilirsiniz. Ya da yapılacak bir aktiviteyi yapmak istemiyorsa, saygı duyup onun istediğini yapmasına izin vermelisiniz. Ama çocuğunuz bazı konularda kuralları sizin koyduğunuzu bilmeli. Bu, onun da hayatını kolaylaştıracaktır." Bu kural konusunda en önemli nokta şuymuş yalnız, özellikle anne-baba, sonra da çocuğun hayatına kim dahilse aynı dili konuşmalı! Birinin söylediğine öbürü "aman ne olacak canım?" dediği anda çocuğun parmak kuklası olursunuz, haberiniz olsun!(Neyse ki bizim ailede herkes anne-baba olarak sözümüzü dinliyor, kurallarımızı yıkacak bir şey yapmıyor. Ahmet de ben de hep aynı dili konuşuyoruz, konuşmaya çalışıyoruz...)

Kural/inatlaşma konusunu bu şekilde çözüme kavuşturduktan sonra başka önemli bir genel yanlıştan bahsetti: temizlik/pislik takıntısı! Eğer siz de çocuğunuzun elini/ağzını her kirlendiğinde hemen silen ailelerdenseniz, bir daha düşünün! Sürekli temizlik ve pislik vurgusu çocuklarda obsesiviteye kadar gidiyormuş. Yemek sonuna (ya da kirletici ne aktivite yapıyorsa onun sonuna) kadar ağız/el silmeyip hatta üzerindeki kirli giysileri bile anında değiştirmemekte yarar varmış. Çocuklara kirlenme özgürlüğü yani! Ben -biraz da tembelliğimden- Çınar'ın ağzını yemek bitince silerdim (bkz. alttaki resimler). Bakıcısı ise benim tam tersim, yemek bulaştığı anda bez yıkanıp ağız/el siliniyor! Son zamanlarda Çınar eline su bile değse "aaaaggghhhh" diye gösterir olmuştu. Biz de "ehehehe, pek titiz canııım, dur hemen silelim" diye fazla üzerinde durmuyorduk. Yanlış yapıyormuşuz. Zaten ananesi ve sevgilisi Gülcan Abla yüzünden tüm temizlik araç-gereçlerine düşkün, titiz bir erkek çocuk oldu, bir de takıntılı olacakmış az kalmış :) Neyse, bu vesileyle olaya erken müdahale etme şansımız oldu. Şimdi eli kirlenip de bize gösterdiğinde, gayet sakince "N'olmuş? Elin yemek/boya mı olmuş? Olsun, sen ye/oyna şimdi, sonra temizleriz" diyoruz. Bir süre eline dikkatlice baktıktan sonra ikna oluyor...

Sakince demişken, kontrollü anne-baba-bakıcı-anane-dede-babane olmak da meğer ne kadar önemliymiş! Bizi korkutacak/üzecek/kendine zarar verecek bir şey yaptığında bazen elimizde olmadan aşırı tepki verebiliyoruz ya, bu genelde çocuğun o hareketi pekiştirmesine ve oyun haline getirmesine neden oluyormuş (gerçi bunu hepimiz biliyorduk). Mesela kusmaya verilen tepki. Bunu az çok bildiğim için Çınar ilk diş çıkarmaya ve de kusmaya başladığı günden bu yana kustuğunda pek renk vermemeye çalışıyorum. Bazen iş zıvanadan çıkınca -ben de insanım tabii- ben de zıvanadan çıkabiliyorum ama, özellikle son zamanlarda, sakinim. Öğürünce falan pek oralı olmuyorum, tabii boğazına gerçekten takıldıysa kusuyor! Ama beni denemek için yapıyorsa, vaz geçiyor. Bu çok ilginç (ya da tam tersine, beklenen de olabilir), kim kusmasına büyük tepkiler veriyorsa, ya da kusmasından daha çok tedirgin oluyorsa, o yemek yedirirken daha çok kusuyor. Yalnızca kusma için değil, her tür "sınır denemesi" için geçerli bu sakin olma durumu... Bir de, çocuk tehlikedeyken sakin olma gerekliliği var, ki bu daha da önemli! Çocuk zaten korkmuşken anne-babanın-ilgilenen kişinin aşırı heyecanlı tepkisi çocukta şok etkisi yaratabilir, istenmeyen bir sürü şeye (konuşma zorluğu, kekemelik, vb) yol açabilirmiş. Bir annenin davranışını örnek verdi pedagog. Çocuk müzik setiyle oynarken birden sesi sonuna kadar açmış ve kilitlenip kalmış. Çocuğu kurtaran ise annenin "çok mu açıldı müziğin sesi, gel kapatalım. Bak bu ses düğmesi, açıyoruuuz, kapatıyoruuuuz" diyerek durumu sakince kontrol altına olması olmuş! Yani efendim, durum ne kadar kötü olursa olsun ne yapıyoruz? Sakin ve kontrollü davranıyoruz! Şu noktada itiraf edebilirim ki, anne-baba olmak insan üstü bir çaba gerektiriyormuş :)

Hmmm, bir de ne vardı? Korkular... Yakında karanlık korkusuyla karşılaşabilirmişiz (şimdi pek farkında değil). Sadece karanlık değil, gürültülü şeyler, palyaço vb gibi çocuğun aslında günlük hayatta çok karşılaşmadığı ama korktuğu şyler olabilirmiş. O zaman da izlenecek doğru yol karanlığı/palyaçoyu/gürültüyü birlikte keşfedip, korkacak bir şey olmadığı konusunda güvenini kazanmakmış. Yani mesela, karanlıktan korkuyorsa, karanlık bir odaya el ele gidip, ışığı açıp"bak bir şey yokmuş" demek; bunu bir süre yapıp da güven duymaya başladığında yanında yürüyüp karanlık odaya girmek; daha sonra onu gönderip "ben sana buradan bakıyorum" demek gibi. Veya palyaço için internetten palyaçolu klipler indirip çocukla izlemek, ya da yüzünüzü birlikte boyayıp korkacak bir şey olmadığını göstermek de yapılabilecek şeyler arasında.

Genel değerlendirmelerin en sonuncusu olarak pedagog şunu söyledi: "Hastalarım bana çoğu zaman 'ideal çocuk yetiştirmek istiyorum' diye gelirler. Halbuki dünya ideal değil ki, dolayısıyla ideal çocuk yetiştirmeye ne gerek var? Mutlu çocuk yetiştirmeniz önemlidir, ihtiyaçlarını karşılayabilen çocuk yetiştirmeniz önemlidir. Hayata hazırlıklı çocuk yetiştirmeniz önemlidir. Çocuğunuz sakinliği, dinginliği de bilmeli, hareketi, yüksek sesi de. İşlerini yapmayı da bilmeli, yaptırmayı da." Hatta çok da uç bir örnek verdi: "Hani bir çocuk okulda arkadaşından dayak yediğinde baba 'sen de ona vursaydın' der; anne de 'hayır, sen vurma, gel bana söyle'. Üzgünüm ama burada babaya katılmak zorundayım. İlk vuran sizin çocuğunuz olmamalı, ama her türlü duruma hazırlıklı olmayı da bilmeli, öğrenmeli" Dediğim gibi, bu sonuncusu çok uç bir örnek, lütfen "şiddete evet" olarak algılanmasın. Zaten muhtemelen ben yine de "git sen de vur" demem, dedirtmem de :)) Ama hakkını aramasını her türlü öğretirim!

İşte böyle... bir sonraki bölümde Çınar özelinde bize neler söyledi, onlardan bahsedeceğim. Bakalım Çınar'ın uyku ve kusma sorunsalı psikolojik miymiş değil miymiş? Yapılacak bir şey var mıymış, yoksa kaderimize boyun mu eğecekmişiz? Coming soon, stay tuned... (ya da, bizi izlemeye devam edin!)

İyi ki Doğdun Minik Adamın Babası!

Bugün minik adamın babasının doğumgünü...

Hepimiz için çok özel bir gün!

Minik adamın babası bir çocuğun sahip olabileceği en harika baba... sevgi dolu, hoşgörülü, fedakar, gerektiği kadar disiplinli, oğluna aşık... kimi zaman Çınar'la birlikte bir minik adam olan, kimi zaman "baba" olduğunu hissettiren... iyi bir baba olmak için elinden gelen herşeyi yapmaya çalışan, yapan!

Minik adamın babası aynı zamanda bir kadının sahip olabileceği en harika eş, sevgili... (nedenleri bana kalsın :>)

...ve dolayısıyla minik adam da annesi de minik adamın babasına sahip oldukları için çok ama çok şanslılar!

İyi ki doğdun minik adamın babası! Birlikte nice mutlu, sağlıklı yaşlara...

Hadi bu şarkı da Çınar'dan sana gelsin (Baby TV repertuarından :>)

Bugün doğumgünüm özel bir gün
Benim için, benim için
Bugün doğumgünüm çok mutluyum
Herkes şarkı söylesin
Eğleniceez dostlarımla
Dans ve oyunlarla
Güneş ışıyor çok mutluyum
Günüm yeni başlıyor!
İYİ Kİ DOĞDUN!


NOT-1: "en harika baba/eş" deyiminden kimse alınmasın, herkesin babası/eşi kendine harika :)

NOT-2: Çınar TV çocuğu değil, evde BabyTv olmadığı için seyredemiyor zaten. Ama ananesine gttiğinde seyretmeyi seviyor. Kendi filtresi var, çok komik, 3-4 tane sevdiği program/şarkı var, onlaın dışında bakmıyor bile... bu şarkının "klibi" de sevdiklerinden biri! Nasıl olmasın, içinde tren var! Çuf çuf çuf...

NOT-3: Pedagog Bölüm-2'yi yakında yayımlayacağım, ama bugün doğumgünü münasebetiyle kapalıyız :)

23 Ocak 2010 Cumartesi

Pedagog Maceramız -Intro ve Bölüm:1


Böyle damdan düşer gibi blog tutmaya başlayınca konulara giriş yapmak kolay olmuyormuş...

Hele ki konu psikoloji bilimi, hele ki çocuk psikolojisi olunca :)

Nerden çıktı bu pedagog macerası ve Çınar'ı pedagoga götürme fikri? Tabii ki annesinin başının altından! Çünkü bu anne illa her soruna bir çözüm bulacak ve şu çocukcağızı kendi haline bir türlü bırakmayacak ya... belki de annenin kendisinin psikoloğa gitmesi gerekiyordur (ortak kanaat bu yönde).

(Savunma&Intro) Şimdi efendim, arkadaşlarım bilir, kendim de ucundan kıyısından bilim adamı sayılabilirim -en azından hayatımın 6 yılı akademisyen olarak geçti- bilime saygım sonsuzdur. Hele ki tıp ve psikoloji dendi mi akan sular durur! O yüzden kendimi bildim bileli, doktorlar ne derse aynen yaparım, dışına çıkmam! Vaktiyle psikoloğa gitmişliğim bile vardır (hatta tek seansta olay çözülmüştür).

Dolayısıyla Çınar'ı da önceleri "bilimsel" yollarla büyütmeye çalıştım. İlk aylarda, emzirirken bile doktorlar ne derse onu yaptım (annelerin tecrübesi mi? tıp varken niye dinleyeyim!), patladı! Uyutma için kitaplarda ne yazıyorsa onu denedim, patladı. Neyse ki Çınar başlarda sorunsuz yemek yiyen bir çocuktu da o iş için de satır aralarında boğmaya kalkmadığım yavrucuğu...

Bu "bilimsel" büyütme işi için 1 yıla yakın hem kendimi hem de minik adamı (tabii ki etrafımızda dolanan baba-anane-dede-babane tayfasını da) biraz zorladım açıkçası. Sonra Çınar'ın 1 yaşıyla birlikte aslında onun da bir birey olduğunu, tercihleri, yapmak istediği ve yapmak istemediği şeyler olabileceğini, aslında bizim gibi tepkiler verdiğini ama konuşamadığı için bunları bize ifade edemediğini, ama anne olarak onu anlayabileceğimi, ikimizin de hoşuna gidebilecek şekilde yönlendirebileceğimi ve ihtiyaçlarını karşılayarak onu mutlu edebileceğimi fark ettim. Meğer buna "doğal ebeveynlik" deniyormuş. Bir pedagog şu soruyla açıklıyor "kolunuzda saat olmasa bebeğinizin uykusu geldiğini, ya da karnının acıktığını nasıl anlarsınız?" Çınar doğduğundan beri kendiliğinden çok çok düzenli bir bebek olduğu için benim kolumda saat olmasına gerek yoktu zaten ama asıl noktayı sonunda anladım! Ben aslında çocuğumu hep sağdan soldan duyduğum/okuduğum kalıplara sokmaya çalışmıştım... Onun için çocuk doktoruna götürüp de "hocam, geceleri çok zor uyuyor, çok sık uyanıyor; şu kadar saat uyuyor yalnızca, yanlış mı davranıyoruz acaba, ben bu uyku konusunda hata mı yapıyorum?" dediğimde doktoru "hiçbir şeyi yanlış yapıyor olamazsınız, baksanıza ne kadar mutlu bir çocuk" diye boşuna demiyormuş, onu anladım. O noktadan sonra kitapları sallamadım, Çınar'ın mutlu olması ve düzgün büyümesi yetti bana. Sonuçta her bireyin kendi içinde bir dinamiği var, ona saygı göstermeyi öğrendim. Hala arada sapıttığım "uyumuyor/yemek istemiyor bu çocuk, hep benim hatam, ben öğretemedim bunları ona" diye kendimi (ve Ahmet'i) yediğim oluyor ama çabuk geçiyor.

Eeee, pedagoga ne diye gittin o zaman diye soruyorsunuz değil mi? Aslında iki nedeni var:


  1. 15 ay Çınar'la başbaşa bir hayatımız olduktan sonra işe başladığım, cumartesileri de çalıştığım ve ilk 3 gün Çınar bu duruma aşırı tpki gösterdiği için

  2. Pedagoji (ve aslında çocuk ile ilgilenen her tür bilime) son bir şans vermek istediğim için (ey bilim dünyası, iyi kullan bu şansı!)
(Bölüm-1) Evet, 15 ay aradan sonra işe başladım, hem de özel sektörde! 7 gün 24 saat oğlumun yanındayken onu günde 3-4 saat görebilmeye başladım... İkimiz için de kolay olmadı. Çınar ilk iki gün pek algılayamadı sanırım, Mine Teyze'siyle mutlu mesut oynadı (Mine Abla ile son 2 aydır beraber bakıyorduk Çınar'a, Çınar ona epey alışmıştı). Ama üçüncü gün albümde fotoğraflara bakarken beni özlediğini fark etti ve yaygarayı kopardı! 3 gün boyunca durumu çeşitli biçimlerde protesto etti (aktivist bir oğlum var benim, karnımdayken ilk tekmesini 1 Mayıs'ta atmıştı): önce mama sandalyesine oturmayı ve yemek yemeyi reddetti, ertesi gün gündüz uyumadı, son gün de Mine Teyze'sini oynarken yanına oturtmayıp salonun kapısına dikti! Kadıncağız oturmaya çalıştıkça elinden tutup kaldırmış, salonun kapısına götürmüş :) Sonra ben anane-babane yoluyla yavaş yavaş alıştırmaya çalıştım, başarılı da oldu; ikinci haftanın ortasında Çınar durumu tamamen kabullenmişti ve artık sabah beni el sallayıp öpücük vererek kapıdan uğurluyordu... İyi ki ananeler ve babaneler (ve tabii dedeler) var bu dünyada :)
Tabii ben yine de, ilk haftaki tepkisinden sonra, hemen bir pedagogdan randevu aldım. Amacım oğluma bu durumda nasıl davranam gerektiğini, onun bu zor süreci nasıl kolaylıkla atlatabileceğini öğrenmekti. Arada bana uykusu, beslenmesi ve çabuk sinirlenmesiyle ilgili ip uçları da verirse süper olurdu tabii!
İlk gün Çınar, babası, ananesi ve dedesi bir ordu halinde gittik pedagoga. Aslında iyi ki öyle yapmışız, çünkü pedagog Ahmet ve benimle konuşurken Çınar anane ve dedeyle kaldı, ortamdaki oyuncaklarla vs oynadı. Pedagog hanım bizden -hamileliğimden bu yana- Çınar'ın öyküsünü dinledi, sıkıntılarımız anlattık, mevcut durumu anlattık... anlattık da anlattık. O da notlar aldı... aldı... aldı da aldı! Sonra o da bize Çınar'ın yapabildikleri ve yapamadıklarıyla ilgili sorular sordu. Onları da yanıtladık, not aldı. Sonra Çınar'a bir bakmak istedi. Aslında olay bu noktada koptu bizim için... hemen aktarıyorum efendim:
Pedagog hanım Çınar'ın önüne 3 basamaklı, yumuşak, Çınar'ın koltuk altlarına ancak gelen bir merdiven koydu, en üst basamağa da bir balon, sonra da Çınar'dan onu almasını istedi. Bizimki gayet şık bir şekilde merdivenin etrafından dolanarak balonu aldı, ama pedagog hanım "hayır hayır, merdiveni çıkman gerekiyordu" dedi. Halbuki o arada biz "ehehehe, çok akıllıca, ne diye yorulsun ki, nihaho" şeklinde gülüyorduk. Koskoca pedagog öyle deyince biz de bir gayret Çınar'ı merdivenden çıkarmaya çalıştık, ama yok, adam başka işler peşinde! Zaten inat :) Neyse, sonra bir şekilde babasının elini tutarak çıktı ama pedagoga o da yetmedi, kendi çıksın dedi. İyi de kardeşim, merdiven o kadar yumuşak ki, ben bile basınca denge kuramıyorum, bu bebecik ne yapsın? Söylüyoruz ablaya, çıkıyor normalde, diye ama, belli ki bize pek inanamıyor. Neyse, bu testten geçemedik galiba. Sonra Ahmet'in eline minick kağıtlar verdi ve Çınar'ın almasını istedi. Neyse ki oğlum baş parmağı ve işaret parmağıyla kağıtları toplayarak ilk puanını kaptı. Sonra kalemle sağı solu boyamasına izin verdiler. Sonra bir kaç ufak tahta küp getirdi pedagog ve Çınar'ın onları üst üste koymasını istedi. Çınar onları birbirine vurarak müzeik yapmayı tercih edince ortam yine bir gerilir gibi oldu. Neyse, uzun uğraşlar sonucu minik adam küpleri üst üste koymaya ikna oldu. Ama ancak ikisini üst üste koyabildi, üçüncü nedens bir türlü durmadı. O zaman pedagog bize ödev verdi "bu hafta kesme şekerlerle çalışmanızı istiyorum, mümkün olduğu kadar çok şekeri üst üste koysun" dedi. Bir de Çınar'ın bizimle ve bakıcısıyla geçirdiği iki ayrı günü yazacakmışız. Bir de bize test yollayacakmış, onu doldurup hepisini mail atacakmışız. Bunları yapınca sonuç seansına gelecekmişiz (o yüzden Bölüm-1 zaten).
Pedagogun söylediği gibi küp şekerlerle bir iki deneme yaptık. Dedesi en fazla 4 taneyi üstü üste koyabildi, Çınar da 2 :))) Bazı şeyler genetik kardeşim :)) Üçüncü hep Çınar'ın midesine gitti. Halbuki benim oğlum tatlı sevmez, yemez! Zaten bu küp şeker alıştırması bana çok çok şekilci geldiği için yaptırmaya heves bile duymadım (kendi adıma aşamadır!). Eminim pedagoji bilimi açısından çok önem arz ediyordur (hatta hasbelkader bu blogu okuyan bir pedagog varsa bana "hanımefendi, siz dalga geçiyorsunuz ama şöyle böyle önemli" dere çok da sevinirim). Ama ben sevmedim, hoşlanmadım bu yaklaşımdan. Çınar 10 tane şekeri üst üste koyabilseydi de sevmeyecektim, eminim! Neyse, testi de doldurduk. Her ne kadar ilk sorusu "düz bir çizgi üzerinde yürüyebiliyor mu?" olsa da ve benim bu soruyu "sarhoş olmadığı zaman evet" şeklinde yanıtlama isteğimi ve testin geri kalanını geyik geyik doldurma arzumu tetiklese de tüm testi ciddi ciddi yanıtlamayı başardık! Günlükleri de tuttuk. Hepsini pedagoga gönderdik. Bugün sonuç toplantısına gideceğiz... Bakalım ne diyecek?
Umarım sevgili pedagogumuz bize kitaplarda okuyabileceğimizden farklı şeyler söyleyebilir. Yoksa pedagoji bilimi için ağır konuşacağım, bilim dünyasının haberi olsun! Bizim fark etmediğimiz, yolunda gitmeyen şeyleri de söyleyecek belki -her ne kadar ben de çocuğunun assssla bir kusuru olmadığını düşünen annelerden olsam da (buna inanıyor muyum inanmıyor muyum bilmiyorum), beni ikna edebildiği sürece her türlü şeyi yapmaya hazırım. Ama işte, karşımda "kitaplardan bir demet" türde bir konuşma yaparsa, o zaman "bu da böyle bir deneyimdi işte, bana ders olsun" diyeceğim ve çocuk yetiştirmede bilimin rolü sayfasını kapatacağım :)
Bölüm-2'de görüşmek üzere, esen kalın!

Bölüm-2 için buraya tıklayın.
Bölüm-3 için de buraya...

22 Ocak 2010 Cuma

Minik Adam'ın İlk Yılı

Çınar doğduğundan beri blog tutamamış olsam da minik adamımın her "ilk"ini tarihleriyle bir deftere yazmıştım... sonra bu defter, "Çınar'ın doğumgünü için ilginç ne hazırlayabilirim?" diye düşünürken imdadıma yetişti :) 10 küsür yıllık akademik deneyimimi Çınar'ın defteriyle birleştirince ortaya bu poster çıktı:

Resmin üzerine tıklayınca büyük hali açılıyor olmalı. Umarım yazılar bir şekilde okunabiliyordur (belki bilgisayara indirip, zoom yapılırsa daha net okunur, uğraşırız derseniz yani. Çok eğlenceli ama, bence yapın :)) Minik Adam'ın bundan önceki maceralarını bu şekilde özet geçmiş olayım istedim :)

Tabii bu ilk yılın üzerinden bugüne kadar bir de 4 ay geçti... Çınar bu arada yürüme işini iyice kıvırdı, hatta koşmaya, dans etmeye, merdiven çıkmaya ve kendi etrafında fırıl fırıl dönmeye başladı (bu sonuncu aşama bizim açımızdan çok şenlikli oluyor... neden diye düşünürseniz kendi etrafınızda 3-5 tur dönüp yeniden düşünün :>). Hala çok kelime kullanmadan hayatını sürdürüyor (anne-baba-dede-anane-mama-atta-çişş-eegghh (pis)-ada (dayı)-po (top)-pa pa (helikopter... öyle ses çıkardığı için)-uff uff (tren, çuf çuf yani)- ve her tür hayvan sesi) ve işaretle, yapacağı şeyi tarif ederek herşeyi anlatabiliyor :) İş yapmaya, kendisine görev verilmesine bayılıyor; biz de onun bu sorumlu haline! Ufak tefek getir götür işlerini yaptırmaya başladık bile (bir şey al, bir yere götür, oraya koy gibi). Bu açıdan da aynı babasına benziyor, iş ver yapsın, görev adamı!

Daha fazlasını yeri ve zamanı geldikçe anlatayım... ve sizi Çınar'ın ilk yılıyla başbaşa bırakayım :)

Sevgiler! Başak

21 Ocak 2010 Perşembe

Minik Adamın Maceraları


Merhaba!
Aslında böyle bir blog oluşturmaya 16 ay önce başlamalıydım... belki de daha önce...
Çünkü hayatımın en minik aşkı o zaman doğdu...
Ama bir sürü nedenden dolayı ertelendi, ertelendi, ertelendi... ve belki beni cesaretlendiren sevgili Evren olmasaydı böyle bir blog tutmaya hiç başlamayabilirdim de.
Bundan böyle benim sevgili minik adamım Çınar'ın maceraları, ve tabii ki annesi bendenizin yorumlarıyla karşınızda olacağız! Eğlenceli bir blog olacağını tahmin ediyorum ama arada bizi üzen, sinirlendiren, endişelendiren şeylerden de bahsedeceğiz... cünkü hayat, tüm bunların toplamı, değil mi?
Çınar'ı, kendimi, babamızı ve ailemizin diğer fertlerini bir sonraki yazıda tanıtayım. Siz şimdilik çekirdek ailemizin resmiyle idare edin.
Görüşmek, paylaşmak üzere!
Sevgiler... Başak