29 Aralık 2010 Çarşamba

Ve Bir Yıl Böyle Geçti... (Vol.4)

En eğlencelisini en sona sakladım! Minik adam son bir yılda neler yumurtlamış, 2 yaş neden gerçekten çok keyifli, okumaya azmederseniz anlayacaksınız :)

Herkese yeniden mutlu yıllar!!!

Çınar Ne Dedi?

06.04.2010

en sonunda "anneeemmmm" de dedi :)

02.08.2010

Anne: Bugün kahvaltıda ne yapacağım sana biliyor musun Çınar?
Çınar: ??
Anne: Hani tavada yapıyorum, yumurtayla?
Çınar: Omle!!!!!

05.08.2010

Anne: Akşam babaannenlere gideceğiz, Emre'yi göreceğiz, Mehmet'i göreceğiz...
Çınar: Beee? (halasının kızı, bebek Bahar'ı soruyor...)

16.08.2010

anane, Bon Bon, aç, oku! (Anneannesine Uç Uç Böceği Bon Bon'u okumasını emrediyor arkadaş)

31.08.2010

Anane oyyo gir! (anane havuza gir)

31.08.2010
Ukak gittii, ba baaa! (ucak gitti bay bay)

31.08.2010
Balka eyye gitti (balca eve gitti)

13.09.2010

Sahilde oynarlarken arkadaşı Irmak'a seslendi: "Iımaak, bibiyaaa, bibiyaa" Bibiya, pipisi için bulduğu yeni kelime; "bak ben pipim açık geziyorum" demek istemiş olabilir :)

16.09.2010

Hafta başında beri dişi ağrıyan dayısını sabah görünce önce "daaayii" diye sevinçle bağırdı, sonra da elini dişine götürerek "diçi?" dedi :)

7.09.2010

Sapanca'da "aa Çınar bak Güneş de burada" diyen annesine "ü-üüüüüü" dedi :)))

12.10.2010

Akşam eve geldiğimde Çınar'ı ağzında emzikle görünce "aaa, bebek kuşlara vermedin mi sen onu, ağlıyorlarmış ama" dedim, hemen emziği ağzından çıkarıp "anne ku al, memeni bebet ver!" dedi :)

12.10.2010

B: Çınar, dedenin arabası ne?
Ç: Nöno (Renault)
B: Peki bizim arabamız ne?
Ç: Totoya! (Toyota)
(valla biz öğretmedik, laf arasında konuşurken öğrenmiş...) İyice erkek çocuk oldu!

14.10.2010

"Come here" okuldaki arkadaşlarından birini kapıdan gördüğünde söylemiş!

16.10.2010

Atanüür boguk! Adamlaa, teemir yapıolar... (asansör bozuk, adamlar tamir ediyorlar/yapıyorlar)

16.10.2010

Ç: (altını değiştiriken, birden) Naani
B: Evet Daniel?
Ç: Mommy!
B: Nasıl yani?
Ç: Naani, mommy!
B: (yok canım, der, ama şüphelenir de) Daniel annesine ne diyor Çınar?
Ç: Mommy!

18.10.2010

Çınaay anane biteenee, dayııı kartayı, anneee oğluummm!! (Çınar anneannesinin bir tanesiymiş, dayısının kartalıymış, annesinin "oğlummm"muş :D)

18.10.2010

Buudaa puteene biniyoom, aama, kukaadaa balık puteene in in! (Meali: Burada -yani park yerinde- pusetime bineceğim, ama, yukarıda balıkların yanında pusetten ineceğim)

18.10.2010

Bitenee ördet aggın, kuu kodandıı, kuu katti! (Bir tane azgın ördek kuğu kovalamış, kuğu kaçmış)

21.10.2010

Sabah daha gözünü açar açmaz "biteene aggın köpet, elinii, nanaaağınıı, kulaaanı, haammm yapar!" (Dedesiyle dün parkta gezmişler, sokak köpeği görmüşler, dedesi 'bak bu köpek evcil değil, elleme, ısırabilir, demiş... arkadaş da çeşitlemiş işte :D)

22.10.2010

Açayeee, kankaammm!!!

28.10.2010

B: Biz yarın nereye gideceğiz Çınar'cım?
Ç: Ayıt-kaaaba! Atayürt uyuyoo...

28.10.2010

uyumadan önce, anneannesine "anne kuş memeni getir"

28.10.2010

B: Okulunuzun kapısında ne asılı Çınar?
Ç: Bayyak (bayrak)
B: Ne renk peki?
Ç: Kımıni (kırmızı)
B: Üstünde ne var?
Ç: Aydedeee!!!!

01.11.2010

"Çınar yalnız" (hastayken evde kalıp, okula gidemediği için demiş)

02.11.2010

Öğlen, yemek vakti, babaannesine "karnım acıktı" demiş. Uyuyacağı vakit de odasına gidip "uyku zamanı"!!!


04.11.2010
Çınar'ın alnının sıcacık olduğunu fark edince "anne, ateşleniyor bu" dedim anneme. Çınar hemen atladı: "Capoyy" :))

05.11.2010
"Bis toduklaaa, buugi yapiyoluuss" (Animal Boogie okurken, biz çocuklar boogie yapıyoruz, demek istiyor)

05.11.2010

Bu otobüş çüçüt diil (parmak hayır anlamında sallanır). Bu otobüş büyüt, maani! Gidiyoooo!!! Teteleii, dönüyooo! (kendi ayağı gösterilir)

05.11.2010
İngilizce kitabını okuyamayıp resimlerine göre hikaye anlatmaya başlayan anneannesine "ananee okuyamıyooo" dedi!

05.11.2010

Kımıni alabayı çuya koodum... dedenin alabasını çuya kooocam. (arabaları su dolu kaba daldırıp çıkartırken... kırmızıyı koymuş; dedenin arabası dediği gri araba, onu koyacakmış.)

06.11.2010
İtfae alabası naninaninani yapiyooo...

09.11.2010

Kocaman bi sayı kamon göödüm! (kocaman bir sarı kamyon gördüm)

13.11.2010

Anane, kıç! (Kanepeye "çık" manasında...)

15.11.2010

Ece fıstık, Ece badem, badem!

19.11.2010

Anne, "sakın" suyu açma! (banyo küvetinin tıpasını kaldırmamamı istiyor aslında...)

24.11.2010

Anne, yeçil ıçıkta duuma, giiittttt!!!!!

24.11.2010

Anne, sakın Çinay'ı giidi(r)meeee!!!!!

25.11.2010

bir, iti, döt, beş, yedi, tekiz, dokuz, onnn!!!

29.11.2010

Biz anane ebiye didiyoz. Anane ebide park vay. Parkta aggın töpet gok! O töpet topal!

30.11.2010

Anne, bu neymiş?

30.11.2010
Anane, bana dabulu dabulu beybi tiviyi aç!

01.12.2010

Miss Alem çallasın beni! (Miss Alev sallayacakmış onu!)

05.12.2010
B: İtfaiye arabasını kim kullanır?
Ç: İtabiyeci
B: Traktörü kim kullanır?
Ç: Çipçiii
B: Tekneyi kim kullanır?
Ç: Balıkçııı
B: Polis arabasını kim kullanır?
Ç: POlisçiiii!!!!!!

07.12.2010

Anne bak, tu birintisi bar; Çinay bop bop bop dapcaaak!

08.12.2010

Anaaane kooooş, otöbüşün deeeldiiii... otöbüş deeeldi, didiyoooooo!!!!!!

08.12.2010
Anne Çinay bu ağaca "kıççak" çimdiii!

09.12.2010
Ben 'Düücaaan Düücaaan" diye baarcam, Düücan yanıma deeelcek!

09.12.2010
Baba ben a(d)cıktım, pooça al bana baba(d)cim!

10.12.2010
Anne sen buaya gel, otuuurrr; Düücan sen alabayı kullaaaan!

10.12.2010
Anneçinin önlüğünden yeken daptı, denice yeeken açtı! (Yaramaz Bebeğin Maceraları'ndan)

14.12.2010

Ece buaya geeeeel, Ece buuda uyuuuu!!!

14.12.2010
Ç: Anne geeel, buaya otuuuur!!!
B: Arabayı kim kullanacak o zaman annecim?
Ç: Tan!!!

15.12.2010
("muhteşem" 2 hoşgeldin!)
Ç: Ben kakami (kafamı) yele vuucam!
B: Vurma annecim, canın acır
Ç: Vuuucaaaam!!!
B: Peki vur o zaman
Ç: Ben kakami yele vuuumiicaaam işte anneeee!!
------
Ç: Ben çolapiyi (çoraplarımı) kendim giiicem
B: Peki giy tatlım
Ç: (biraz denedikten sonra) ben kendim giyemiyoom
B: Ben yardım edeyim mi?
Ç: I-ıııh, ben kendim giiceeeeem!!!!
B: Peki giy annecim.
Ç: Giyemiyom işteeee (ühühüüüüüüüüü)

15.12.2010
(sabah kaka yaptıktan sonra altını değiştirirken) benim bibiyam koç kötü kokuyo annee!!

16.12.2010

Ben Miş Alem'e vuudum, ücdüm ben Miş Alem'i. Öcü diledim, üücmiceeem bi daa...

20.12.2010
(Sabah bez değiştirdikten sonra çıplak kaçmaya çalışıyor evde. Normalde bezini ve body'sini giydirip izin veriyorum. Bugün öksürüyor diye giydirmeyeyim dedim...)
Ç: Ben kaçcaaam
B: Hayır, bugün çıplak kaçmak yok. Öksürüyorsun, bu konuda hiç tartışmayalım Çınar!
Ç: Anne taaatışşşş Çinay'laaaaa!!!!!

21.12.2010
(Yoldan geçen çöp arabasını gördükten sonra)
Ç: Ben çöp kamonunu tutcaaam (ellerini açar)
B: Tatlım o çok büyük, evdeki oyuncak çöp kamyonunu tutarsın gidince
Ç: I-ııh, ben "nomal" çöp kamonunu elimle tutcaaam!!!!

21.12.2010
B: sen hangi ilaçları kullanıyorsun Çınar?
Ç: Calpol, Pedituş, balikyaaa...

21.12.2010
"Pokak tuuyu" töpet Kaayu'nun tediçini kookuttuuu!!!

21.12.2010
Ç: Anne ben Calpol istiyom
B: Öyle durduk yere ilaç içilmez Çınar'cım, hasta olunca veririm ben sana Calpol
Ç: (yalandan öksürür) öhö öhö, bak anne, hasta oldum ben!

22.12.2010
Buası koç pis olmuş, akşam babam buayı tüpürd(c)eeek!!! (Fayansları yeni döşenen banyoyu sabah gören Çınar'ın yorumu)
24.12.2010
Çiçek şeklindeki kurabiyeyi yerken, yan yana iki yaprağı kaldığında bana döndü ve "anne bak, kalp" dedi :)

24.12.2010
Yolda iki tane polis arabası göünce: anne baak, poliççiii!!! iki taaneee!!!

27.12.2010
Ben ananeyi sevceeeem, öpceeeem, sarılcam aauuwww dapcaaam, o hiç ditmiyceeek...
 
28.12.2010
"Bu çöp kamonu, annenin işyenine didiiyoo" dedi ve oyuncak çöp kamyonunu bana doğru gönderdi :))

28.12.2010
Dayısı: Çınar, Simao hangi takımda oynuyor?
Çınar: Beçiitaş!!!
(Sonraki hedefimiz, "yer siyah, gök beyaz, şampiyonsun Beşiktaş" dedirtmek :D)

Ve Bir Yıl Böyle Geçti... (Vol.3)

Şimdi de sıra Çınar'ın başardığı işlerde... Aslında, okudukça "benim oğlum geçen senenin başında bebekmiş; şimdi abi olmuş" dedim!

Çınar Yaptı:

23.02.2010
Koltuğa desteksiz tırmanmayı başardı -üstelik de elinde Tonimer şişesiyle!

06.04.2010
telefonda annesiyle sohbet etti
Çınar: anneeeemmmm
Anne: Canııımmmm, nereye gittiniz siz?
Çınar: atta! (dışarı)
Anne: N'aptınız 'atta'da aşkım?
Çınar: Po po po (top oynadık)
Anne: Afferin annecim, öpüyorum seni o zaman!
Çınar: muck muck muck (öpücük efekti)

21.04.2010
21:30'dan 07:30'a kadar hiç uyanmadan uyudu! (Bunu hep yap, bir daha yap...)

26.04.2010
çocuk parkında kaydırağın merdivenine tek başına tırmandı, kaydıraktan da kimse tutmadan kaydı! Zevkine varınca da bu turu 50 kez üst üste tekrarladı :)

28.04.2010
gece yatırırken önce mırıldandı sonra da -hala uyuyorken- "baaavuuuu" dedi!

04.05.2010
yemeğini tamamen kendisi yemek istedi, benim de yedirmeme kesinlikle izin vermedi! (yorulup da sıkılınca devralabilim ancak :>)

18.05.2010
Vicks kavanozunu koklayıp "nııııneee!" dedi :)

03.06.2010
"hani sağ kolun deyince" sağ kolunu, "peki sol?" deyince sol kolunu havaya kaldırdı!

07.06.2010
ellerinden sonra sağ/sol ayağını, sağ/sol gözünü, kulağını da gösteriyor artık...

08.06.2010
kimseye ve hiçbir yere tutunmadan merdiven indi (3-4 basamak, ama olsun :D)

14.06.2010
Korkuluksuz ve de bariyersiz yatakta yattı, düşmeden bütün gece mışıl mışıl uyudu :)

15.06.2010
Ben işe giderken benimle gelmek istedi, "hadi sen de babanenle çamaşırları yıka" dedim, hemen el sallayıp "ba-baaa" dedi. Sonra ben "öpücük de ver aşkım, hadi bay bay da yap" falan diye kapıda oyalanıyordum, bir an önce çamaşırları yıkamak için koşarak kapıya geldi, baaam diye kapıyı yüzüme kapattı :)))

15.06.2010
sabah 7'de uyanmış, yatağından inmiş, odasının kapısını açmış, ben sesleri duyup da kalkana kadar koridora çıkmış, "aaa aaa" diye şaşırarak geziniyordu :))

30.06.2010
Dün kreşten almaya gittiğimde önce biraz mızlayarak sarıldı, sonra elleriyle ve "ggııhhhaaaaa" diyerek bir yerleri göstermeye başladı. Bir de nasıl anlatmaya çabalıyor! Önce anlamadım, sonra baktım, büyük çocuklarla çadır kurmak için salıncağı ve salıncak atı yukarı toplamışlar. Bana dehşet içinde onu anlatıyormuş :)

02.07.2010
Sabah yuvaya bıraktığımda, daha öğretmeni kucağına alır almaz bana dönüp, ağlayarak da olsa, "ba-baaa" dedi -hem ağlarım, hem giderim :))

13.07.2010
dün gece bir ara şunları seri şekilde diyerek uyandı: anne anneeee, babaaaa, babaaaa, ananeeeee, dede, dede, dedeeeee, attaaaaaa!!!!

30.07.2010
yatağının yanındaki komidinin üzerine çıkıp yatağına önce balıklama, sonra da çivileme atlamayı (uçmayı) keşfetti!

05.08.2010
dün ilk okkul gezisine gitti -Eymir'e. FYI: Hiçbir yeri ıslanmadan geri geldi :)

05.08.2010
İlk 2 kelimeli cümlesi: "obbö be-be!"
(Su içmek için elinden bıraktığı otobüse beklemesini söyledi.)

16.08.2010
Gece 2-5 arası uyuyamadı bir türlü, babasıyla beni nöbetleşe ayağa dikti! Sabah uyandığında "N'oldu tatlım, niye uyuyamadın gece? Sıcak mıydı, bir yerin mi ağrıyordu?" deyince "uf uf uf uf" diyerek sıcak olduğunu anlattı!

16.08.2010
Kendince kelimeyi olumsuz yaptı: "Tamam" deyip, başını olumsuz anlamda salladı -"tamam değil" demek istedi :P

19.08.2010
Trafik ışıklarını çözdü. Trafikte giderken, kırmızı yanınca "duruyoruz" işareti yapıyor, yeşil yandığı zaman sevinçle haber veriyor, koşalım işareti yapıyor (durmayı sevmiyor arkadaş...)

20.08.2010
Lavaboda suyla oynamak istedi. Giderde birikmiş birkaç domates kabuğu ve yemekten kalan bir kaç patates parçasını görünce, onları işaret ederek bana "at!" dedi. Hepsini çöpe attırdı, lavaboyu sildirdi bana bir güzel, ondan sonra suyla oynamaya başladı!

20.08.2010
Yemeğinin sonunda kalan iki küçük küp patatesi vermeyeyim dedim (çok yemişti, kusar falan, diye). Yemeğinin bittiğini görsün diye tabaklarını gösterdim. Yoğurda "bitti" dedi, sonra tabağa baktı, kalan iki patatesi de eliyle yedikten sonra "mamaaaaam!!!" diyerek olayı noktaladı!

23.08.2010

Ankamall'da yemek yedi, hem de kendisi yoğurdunun tamamını bitirdi, makarnaya da kendisi başladı ama yoğurt daha tatlı gelince makarnanın kalanın ananesi yedirdi... veeee, hiçbirşeyle oyalanması gerekmedi :)

25.08.2010

Tavuk çorbasından ilk kaşığı içtikten sonra "gak gak" demiş. Gurme oğlum :))

13.09.2010

tatilden dönüşte, kreşe ağlamadan gitti!!! Yaşasın!!!

20.09.2010

Mıknatıslı balıklarla oynarken kocaman dişli köpekbalığını gösterip "bak, ağzında kocaman dişleri var" dedim. Hemen (Gölde kitabını okurken, kocaman balığın geldiği sahnede yaptığımız gibi) ellerini açıp "çat" diyerek kapattı!!! Bağlantı kurmasına bayılıyorum!!!

22.09.2010

yatağın üstünde tutunmadan zıpladı.

23.09.2010

Yine minik bir bebeğin başından ayrılmadı. "Bebet, çüçüt (bebek, küçük)" diye diye sevdi, kundağının üstünden ellerini öptü... ve millete yine "annesi bak, kardeş istiyor bu" dedirtti!!!!

01.10.2010

"dedenin", "Çınar'ın" gibi iyelik eki kullanmaya başladı.

06.10.2010

uyanır uyanmaz "bavuuu kubaaayeeee" diye çığırmaya başladı, hatıra olarak saklamaya çalıştığım son bavuu'lu kurabiyeyi hapur hupur yedi!

07.10.2010
Tatil videolarını izlerken arkadan geçen arkadaşı Irmak'ı görüne önce sevinçle "Iımaaak!" dedi, sonra da "Kaaabooldu.. teeze, kııddııı!". Sonra Yasemin'i görünce de yine "bavuu kubaayeeee" :)

08.10.2010

Yolda geçen otobüsün tekerleklerine bakıp "teteeele" dedi ve kendi ayaklarını gösterdi :)))

08.10.2010

Emir kipi ve geçmiş zamanı ayırdı, doğru kullandı! Sabah elmayı uzatıp "kabuunu soy" dedi. Soyup verince de "soyduu" :)

16.10.2010

Çınar, Tv'de gördüğü bir şey üzerine "Kokkor" dedi. Ben anlamayıp "köprü mü, evet köprü" diye saçmalarken kulağını tutup "kugaaanaa", boğazını tutup "buajııımmm" diye gösterdi ve annesine aslında "doktor" demek istediğini anlattı!

05.11.2010

Bütün zamanları ve iyelik eklerini doğru kullanıyor artık...

18.11.2010

Rüyasında bağırdı: a-la-tııııyyyyyy!!!!!!

22.11.2010

Calliou ile tanıştı ve kaynaştı! Fekat güzelmiş, annesi de onu fark etti!

24.11.2010

Ritim dersini 30 dk boyunca pür dikkat izlemiş, bütün direktiflere uymuş, sınıftan kaçmaya çalışmamış, şahane perküsyon çalmış :)

30.11.2010

Hilal Hanım "did you put on your galoshes?" diye sorduğunda ayağına bakmış!

01.12.2010

Okulda neler yaptığını sorunca anlattı: "Kookor deeldi, kugaana baktı, aacıma baktı..." (Doktor gelmiş, kulağın bakmış, ağzında bakmış...)

23.12.2010

Body'sini dudaklarının üstüne kadar çekti ve "bak anne, ben komi-dedeyim!" dedi! Meğer body'den kendine bıyık ve sakal yapmış; komik dede olmuş :)))

27.12.2010

Çınar'a "bana davul konseri verir misin?" dedim. Davulun başına gitti, eliyle davulun üsründen bir şey alırmış gibi yaptı ve bana VERDİ!!! Sonra da "dayul kogeyi veedim ben" dedi :)))))
29.12.2010
Okkulda patates baskısı yaptı; Calliou'da da gördüğü için patateslerin kesilmesini zor beklemiş...

Ve Bir Yıl Böyle Geçti... (Vol.2)

Anı defterine devam ediyoruz...

Bu sefer sıra, ilk sözcüklerde. Bir yılda konuşma nerden nereye gelmiş, inanılmaz! Anı Defteri'nin en güzel tarafı bu; bütün gelişim bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçebiliyor :) NOT: Kırmızı sözcükler, Çınar'ın unutulmazları!

Çınar'ın Sözlüğü:

05.03.2010
Kelime: u!
Anlamı: su (en başarılısı bu sanki :P)

05.03.2010
Kelime: aa-da
Anlamı: dayı
ama bir süredir söylemiyor :(

05.03.2010
Kelime: GoooGo
Anlamı: Winnie the Pooh'un Tiger'ı, ve genel olarak kaplan familyası/kedigillere verilen isim

05.03.2010
Kelime: po
Anlamı: top
niye tersten söylemeye çalışıyor anlayamadım ama :)

05.03.2010
Kelime: pa pa
Anlamı: helikopter (sesi nedeniyle), pilav (söylenişine benzetmeye çalışıyor sanırım)

12.03.2010
Kelime: tetetes
Anlamı: domates (3 heceli ikinci kelime, ilki anane)

17.03.2010
Kelime: atter
Anlamı: asker (dayımızdan çok etkileniyoruz, onu çok özlüyoruz, çok!)

17.03.2010
Kelime: garp
Anlamı: gardrop (kitabının birinde köpek atın muzlarını gardroba saklıyordu; ordan kaldı sanırım!)
oğlum önce babaanne desene, kadın bi mutlu olsun!

22.03.2010
Kelime: elma
Anlamı: elma, bildiğiniz elma :) düzgün söyledi yani :))

03.04.2010
Kelime: Alp
Anlamı: hayran olduğu, 10 yaşındaki kuzeni Alp... ama L kalın söylenecek :)

06.04.2010
Kelime: nııııne
Anlamı: nane (taktı baharatlara kafayı, aşçı mı olacak ne?)

08.04.2010
Kelime: Amme
Anlamı: Ahmet (babasının ismi :>)

19.04.2010
Kelime: ka!
Anlamı: kalk (ekonomik çocuk) -zaten yatmamıza izin yok çok şükür!

19.04.2010
Kelime: ii-daaaat!
Anlamı: imdat

28.04.2010
Kelime: Baaavuu
Anlamı: kamyon/kamyonların geçerken çıkardıkları ses!
Dayısını ziyaret ederken gördüğümüz kamyonlar pek hoşuna gitti de...

04.05.2010
Kelime: aba
Anlamı: abla (bir klasik sanırım!)

21.05.2010
Kelime: ba-baaa
Anlamı: bay bay (el sallama eşliğinde!)

21.05.2010
Kelime: uuppaa
Anlamı: hoppaa (merdiven çıkarken mesela)

02.06.2010
Kelime: gak gak, pa, neee
Anlamı: tavuk (eti), pilav, makarna

08.06.2010
Kelime: döö, bee
Anlamı: dört, beş

12.06.2010
Kelime: döö, bee, akkı, kuuz, o-o, Emre
Anlamı: dört, beş, altı, dokuz, on, Emrah

12.06.2010
Kelime: ekke, hala, kı, oku, baa-baba
Anlamı: erkek, hala, kız, oku, babaanne

12.06.2010
Kelime: ekke, hala, kı, oku
Anlamı: erkek, haka, kız, oku

14.06.2010
Kelime: düt
Anlamı: süt

15.06.2010
Kelime: böp, ambili
Anlamı: çöp, ambulans

28.06.2010
Kelime: okkul, ammaammm
Anlamı: okul, tamam

29.06.2010
Kelime: otu
Anlamı: otur

12.07.2010
Kelime: etti; o(v)aa; bu(v)aaa; elle; at; du; Emme; Ba(e)
Anlamı: ekşi; orada/oraya; burada/buraya; eve (geldik, gidiyoruz); at (hayvan); dur; Emre; Bahar/bebek

20.07.2010
Kelime: öbbö
Anlamı: otobüs

20.07.2010
Kelime: du(rt)
Anlamı: yoğurt

22.07.2010
Kelime: guvaa, düt, eppek, addaaaa
Anlamı: kova, süt, ekmek, haydaaa

26.07.2010
Kelime: gel/del
Anlamı: gel

26.07.2010
Kelime: aak, alp, öttü
Anlamı: ayak, kalp, Öykü

27.07.2010
Kelime: eet
Anlamı: evet

27.07.2010
Kelime: nen(nen)
Anlamı: zeytin

27.07.2010
Kelime: koku
Anlamı: koku

29.07.2010
Kelime: Ina
Anlamı: Çınar

29.07.2010
Kelime: eette, nen(nen), koku, gel, aak, el, alp, Öttü
Anlamı: evet, zeytin, koku, gel, ayak, el, kalp, Öykü
istek üzerine ikinci baskı

31.07.2010
Kelime: aç
Anlamı: aç

31.07.2010
Kelime: uböbe, be-be, bebe, böbe
Anlamı: uğurböceği, bekle, bebek, böcek

01.08.2010
Kelime: döl, döyye
Anlamı: göl, gölde

02.08.2010
Kelime: omle, pipi, oyyö
Anlamı: omlet, pipi, havuz

02.08.2010
Kelime: çiçe
Anlamı: çiçek

05.08.2010
Kelime: Meeme
Anlamı: Mehmet (kuzen)

11.08.2010
Kelime: düdü, bibe, babaat
Anlamı: gözlük, biber, kapat(tı/m),

16.08.2010
Kelime: bitti
Anlamı: bitti

19.08.2010
Kelime: gitti, açti, babat, ku, maa
Anlamı: gitti, açtı(m), kapattı(m), kum, kedi

20.08.2010
Kelime: artur
Anlamı: Arthur (okkuldaki 6 aylık bebeğin adı)

23.08.2010
Kelime: gir, dök, bak
Anlamı: gir, dök, bak

25.08.2010
Kelime: git, bakka, ayçe, mum
Anlamı: git, bi'dakka, aiace (ayaçe -arkadaşı), mum

31.08.2010
Kelime: Gikgik, ukak, balka
Anlamı: Fistik, ucak, balca

14.09.2010
Kelime: bitaanem
Anlamı: bitanem

17.09.2010
Kelime: ukaaga, otaana
Anlamı: yukarıda, oradan da (bir şey geçiyor)

17.09.2010
Kelime: kugaanga
Anlamı: kucağına (al)

23.09.2010
Kelime: Onan, manalena, tapap, tepte, taater, kamon, büyüt, çüçüt
Anlamı: Orhan, mandalina, kitap, kepçe, tanker, kamyon, büyük, küçük
her bavuu'nun ismini öğreniyor yavaş yavaş :)

29.09.2010
Kelime: Eddi, Öttü, Mina, Açaaye, Pol
Anlamı: Ezgi, Öykü, Mira, Aiace, Paul

29.09.2010
Kelime: mani, çeçil, kımıni
Anlamı: mavi, yeşil, kırmızı

30.09.2010
Kelime: Çimen, Kopak, Düülce
Anlamı: Çiğdem (öğretmeni), Toprak, Gülce

01.10.2010
Kelime: pokaka, kubaaye
Anlamı: portakal, kurabiye

12.10.2010
Kelime: amenur, Anin
Anlamı: Ihlamur, Aylin (conconcon :) )

25.10.2010
Kelime: antibıdıbıdı
Anlamı: antibiyotik

05.11.2010
Kelime: wot(c)ır piliiş
Anlamı: water please/su lütfen

12.11.2010
Kelime: olabut
Anlamı: all aboard!

13.11.2010
Kelime: bibiyap
Anlamı: bir milyoncu

07.12.2010
Kelime: gaagagoz
Anlamı: salyangoz

16.12.2010
Kelime: öcümiyceeem!
Anlamı: özür dilemiyeceğim

Ve Bir Yıl Böyle Geçti... (Vol.1)

Aşağıdaki kayıtlar, Nurturia "anı defteri"nden... Geçen sene Şubat ayından beri Çınar neler yapmış, kelimeleri ilk nasıl telaffuz etmiş, neler demiş; hepsini kaydetmiştim! Şimdi, 2010'u gözden geçirme zamanı...

Seneye, bu anı defteri çok daha eğlenceli olacak eminim... Heyecanla, ama sabırla bekliyorum gelecek güzel günleri. Her anının tadını çıkararak yaşamaya niyetliyim!

İlk serimiz, Çınar'ın "İlk"leri:

02.03.2010
aralarda sesler çıkararak da olsa gece boyunca hiç uyanmadı!

07.03.2010
tiyatroya gitti; inanilmaz ama cok sevdi, cok da guzel izledi!

29.04.2010
eve kız arkadaşını getirdi :)))

10.05.2010
sakız çiğnedi!

13.05.2010
Mine Teyze'siyle belediye otobüsüne bindiler, "baavuu"nun içinde olunca zevkten delirmiş, pek uslu durmuş, camdan da öbür "baavuu"lara bakmış!

05.07.2010
antibiyotik kullandı: zitromax. Genizde ve sinüslerde çok yoğun akıntı varmış (sinüzoid başlangıcı dedi, neyse o artık); kendiliğinden atması mümkün değil, dedi doktor. Neyse ki ateş yok, ama Toprakana'nın deyimiyle, "gökgürültüsü şeklinde öksürüyor".

06.07.2010
yuvada 15 dk uyku odasında oynadıktan sonra yatağına kendisi yatmış, poposunu dönüp kendi kendine uyumuş!

09.07.2010
bir bebeği kıskandı... ablamın kızı Defne'yi kucağımda görünce, hafif mahçup gülerek kucağıma gelmek istedi. Aldım, Defne'yi annem aldı; bu sefer de ananeye gitmek istedi. "Defne kimin kucağında dursun peki?" diye sorunca da, "anane" dedi :) (Defne'ye kıyamadı ama bari annemi kurtarayım diye düşündü herhal :P)

12.07.2010
cumartesi dönen kaydıraktan kaydı; çok heyecanlandı, çok sevdi, kıkır kıkır güldü!

06.08.2010
okkulda "havuz ve plaj partisi"ne katılıyor :)))

12.08.2010
bir yemekten iki tabak yemiş (okkulda tabii ki, evde takla atıyoruz yemek yesin diye). Tavuklu ankara tava seviyor arkadaş, onu öğrenmiş olduk :)

23.08.2010
Üşüdüğünü anlattı. Bütün gün evde çırılçıplak dolaştıktan sonra, üşümüş olacak ki, şortu ve tişörtünü boynuna dolayıp yanıma geldi. Giydireyim mi, diye sorunca da evet, dedi. Kuzu luzu bezini bağlattı ve giyindi :)

25.08.2010
Ateşlendi, üst solunum yolları enfeksiyonu geçiriyor...

22.09.2010
benden sevdiği şarkıyı çalmamı istedi: Barış Manço -"Ayi" :)) Sonra da "çılgınca" dans etti :P

04.10.2010
bir düğüne katıldı. (Maşallah) son derece uslu, sakin ve uyumluydu. 22:00'ye kadar dayandı. Orkestraya ve şarkı söyleyen bayana kitlendi :)

04.10.2010
dedikodu yaptı :) Gülcan Abla'sı oğlu Orhan'a çamaşır ipini koparttığı için kızmış. Ertesi sabah durup dururken bana "Düücan, eee (kızma efekti)" dedi. "Kime kızdı annecim?" dedim "Onan" dedi. "Niye ki?" dedim "ipi kopaattı!" dedi :))

01.11.2010
evde yatağına yattı ve kendiliğinden uyudu... çünkü çoook hastaydı :(

06.11.2010
Kepçeye bindi!!!! Ve nutku tutuldu :)

08.11.2010
Ağaç dikti: bir Çınar! Toprağını kazdı, gübresini attı, cansuyunu verdi :)

12.11.2010
beni babasından kıskandı... Hoş bir jesti karşısında kalkıp Ahmet'i öptüm, vatandaş da yerde oturuyordu, önce dikkatlice baktı, sonra da "ıııııh.. öp öp öp" diye kendini gösterdi! Sonra da bir daha babasını öpmeme izin vermedi!

19.11.2010
Emziksiz uyudu... sonraki gece de hatta! Yavaş yavaş bırakacak sanırım!

19.11.2010
vapura bindi, bayıldı!

22.11.2010
Toddler-A sınıfına başladı!!! Bebek değil artık, yihuuu!!!!

22.11.2010
Drama dersine katılmış; çok eğlenmiş. Herkesle birlikte hareketleri yapmış...

27.11.2010
annesi Çınar'ın legolarla oynadığını gördü. Öylesine "kule yapalım "hadi dedi ve Çınar'ın takır takır legolarla kule yapabildiğini görünce şaşkınlıktan ağzı açık kaldı!

27.11.2010
Dışarıda bir arkadaşıyla karşılaştı ve onu tanıdı: Kuğulu Park'ta Aiace'yi gördü, "Ayaçeeeeee" diye bağırdı! Sonra da birlikte oynadılar!

02.12.2010
Bir kitabı ezbere okudu: Annemi Neden Çok Seviyorum? Ben "annemi çok seviyorum çünkü..." dedim, o cümleyi kitaba uygun olarak tamamladı! O kadar şaşırdım ki!

10.12.2010
Okkulda kurabiye yapmış, çok eğlenmiş...

13.12.2010
Bütün yemeği kendi başına yedi (mantı), bizimle masada oturarak; biz de babasıyla ağız tadıyla yemek yiyebildik :)

13.12.2010
kadam adam (kardan adam) yaptı....

Benim Arkadaşlarım Bir Kitap Yazdılar...

Nurturia hem hayatımı kolaylaştırdı, hem değiştirdi, hem de harika bir çok arkadaşın hayatıma girmesini sağladı...

İşte o harika arkadaşlardan bir kısmı bir araya gelip, çok güzel bir çocuk kitabı yazdılar!

Bir Kar Masalı!

"... perdeleri açınca anlamıştı Küpeli,
Her yer kaplanmıştı KAR'la
Dışarısı sahiden bembeyazdı,
Bu onların gördüğü ilk GERÇEK kardı...

... minik bir kar tanesiydi konuşan,
"Aaa merhaba, kar tanelerinin konuşabildiğini bilmiyordum"
"Hepimiz değil" diye cevap verdi kar tanesi, "sadece sihirli olursan""





Şimdi heyecanla basılsın diye bekliyorum; Çınar'ı kucağıma oturtup okuyabilmek için... ve yine Çınar'ın bütün kuzenlerine, soğuk kış günlerinde içlerini ısıtacak bir kar masalı hediye edebilmek için!

Elinize sağlık arkadaşlarım!!! Sonraki masalı heyecanla bekliyorum!!!!

28 Aralık 2010 Salı

Yılsonu Yoğunluğu...

Aslında yaptığım çok bir şey de yok; ama sanki, bütün yılın yükü gelip omuzlarıma binmiş gibi... Sanki, 31 Aralık günü de bittiğinde rahatlayıverecekmişim gibi...

Ve dolayısıyla elim hiçbir şey yazmaya gitmiyor. "Sobe"ler bekliyor, yazılar bekliyor. Pazar sevgili arkadaşım Umay aradı; uzun zamandır yazmıyorsun, son yazında da sesin iyi gelmiyordu, merak ettim diye. Sağolsun! Aslında iyiyim. Hatta çok iyiyim/iyiyiz. Sabır küpü olabiliyormuşum mesela Çınar'a karşı. En son ne zaman gerçekten sinirlendim, hatırlamıyorum (süper). Dolayısıyla, sanki her sorunumuz daha çabuk çözülüyor gibi. Çözülmese de, daha sakin davranmak kesinlikle daha huzur verici!

Çınar tam bir bal kaymak! Sohbet etmek çok keyifli... bazen, söylediği şeyleri nereden duymuş olabileceğini tahmin etmekte zorlanıyoruz (dedikodu yaparken çok dikkatli olmalı). Kendine kendine şahane oyunlar kurabiliyor (kamyonlarıyla hayal oyunları... kamyonlar yük taşıyor, ordan oraya gidiyor, kaza yapıyor...). Ve büyüdüğünü izlemek çok ama çok keyifli.

Dikkati, olduğu yerde oturabilme süresi bile arttı. Benim için inanılmaz bir şey. Geçen haftalarda, yuvamız bizi Tiyatro Tempo'daki inteaktif bir oyuna götürdü: Karınca Kararınca. Önce çocuklarla karınca maskesi yaptık, sonra da maskeleri takıp tiyatro izlemelerini ve oynamalarını seyrettik! Harikaydı...



Sonra evde yılbaşı ağacımızı kurduk! Çınar'ın katılımıyla... gerçi daha çok topları bağlayacağımız sicimleri alıp kaçarak katılmayı tercih etti ama yine de ailecek iyi zaman geçirdik, birlikte bir şeyler yapmak hepimize iyi geldi!


İki yaş yaşanan çatışmalar yüzünden zor, evet, ama keyifli yanları o kadar fazla ki! Zorlukları artık batmıyor gözüme...

Bu arada, ben de kendim için iyi bir şey yaptım ve Nurturia'dan kızlarla toplanıp erken yılbaşı kutladık bir akşam... yedik, içtik, bol bol sohbet ettik! Uzun süredir görmediğim ortaokul-lise arkadaşım Müge'yi de görmüş oldum böylece. Ara sıra yapmalıyız bunu, annelikten ara sıra firar etmeliyiz bence!

Son olarak, bu yıl Çınar'ın minik kuzenlerinin hepsine minik hediyeler gitti bizden... bir çocuğu mutlu etmek dünyanın en kolay işi! Umarım 2011 onların kahkahalarıyla çınlar!!!



Herkese şimdiden mutlu yıllar!

9 Aralık 2010 Perşembe

ETKİNLİK DUYURUSU: Adım Adım Büyüyorum!

Bir arkadaşım iletti bana, proje hoşuma gittiği için paylaşmak istedim:

Alman organik bebek maması HIPP, 1-4 yaş arası çocuklar için renkli bir çalışma başlatıyor.Bünyesinde zihinsel engelli çocukları barındıran Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardı Derneği' ne (ERAM) destek amaçlı hayata geçirilen proje, " Adım Adım Büyüyorum" ismiyle yola çıkıyor.1-4 yaş arasındaki çocukların parmak boyalarıyla yapacağı resim çalışmalarını kapsayacak ve altı ay devam edecek.Altı ay sonunda çocukların yaptıkları çalışmalarda nasıl bir gelişim olduğuda gözlemlenmiş olacak.

Projeye katılmak için yukarıdaki adresteki katılım formunu doldurmak yeterli, formu dolduran annelerin adreslerine proje için gerekli parmak boyalarının ve altı adet özel resim kağıdının iletilmesiyle ilk adım başlıyor.Bundan sonra çocukların doyamayacağı eğlenceli bir süreç başlıyor.Gelen kağıtlara projenin parmak boyalarıyla önce çocukların ayak izleri alınıyor, kağıdın geri kalanıda çocuğun uçsuz bucaksız hayal dünyasına bırakılıyor.Altıncı ayın bitiminde çalışmalar, mayıs ayında gerçekleştirilecek sergide ERAM çocukları yararına satışa sunulmak üzere HİPP' te toplanıyor.Proje sonunda , minicik adımlarıyla projeye dahil olan çocuklar, hem zihinsel engelli çocukların hayata bir adım daha atmasını sağlamış, hemde yarattıkları bir çalışmanın sergilenmesiyle unutulmayacak bir hatırayı yaşamlarına eklemiş oluyorlar...

Haydi anneler hep beraber katılalım ve yorumlarımızıda paylaşalım...ve hatta her ay yaptığımız çalışmaları fotoğraflarıyla birlikte paylaşalım....

----------

Biz Çınar'la sergide olacağız; bekleriz...

Uçuk Siyah

Anne-bebek bloglarının toz pembe bir havası vardır, değil mi? Muhteşem çocuklar ve herşeyin en iyisini bilen anneler! Ama bu okuyacağınız yazı, öyle toz pembe bir yazı değil; uçuk siyah! Ne gri -yani ortada, ne de kapkara -yani salt kötü... bildiğiniz uçuk siyah...

Hala ve ısrarla "2 yaş kötü değildir" diyorum kendime. Etiketlemek istemiyorum bu yaşadığımız dönemi; etiketleyip de geçiştirmek istemiyorum. Anlamaya çalışıyorum. Böylesi bana daha iyi geliyor. Ama gerçekten, bu geçiş döneminde yaşanılanlar zormuş, çok zor.

Karşımda artık bebek olmadığını bilen, ama daha çocuk da olmayan bir insan yavrusu var. Fiziksel olarak (yani kaba ve ince motor gelişimi derler ya) epey ilerledi, hareketlerini takip edince insan gerçekten büyüdüğünü anlıyor. 15-20 gündür de konuşuyor! Gerçekten, söyleyeceği ne varsa söylüyor (ya da biz öyle sanıyoruz). İsteklerini net bir biçimde ifade edebiliyor:

"Galoşlarımı giydiirme baba, baççede oynıycam beeen!", "Baba ben acıktım, pooça al bana!", "Anne Çinay'i sakın giydiiirmeeee!!!"
Konuşmasını dinlemek, istediklerini söyleyebildiğini farketmek müthiş keyifli mesela! 2 yaş kesinlikle sürprizlerle dolu, eğlenceli bir yaş!

Ama işte handikapları da var. O da, biz de, geçen seneye göre müthiş gelişen hareketlerini ve konuşmasını gördükçe, sanki her şeyi artık yapabilirmiş ve anlatabilirmiş hissine kapılıyoruz. Halbuki, öyle değil. Yapabilecekleri hala sınırlı, ama Çınar öyle olmadığını sanıyor; ve bir şeyi başaramayınca şaşırıyor, üzülüyor, sinirleniyor.

Ya da sanırım, biz ona herhangi bir şeyi önce söyleyip sonra yapıyoruz ya; o da bize "anne sakın Çinay'ı giydiirmee" ya da "ben banno dapcaaaaaaam, çıkmııcam bannodan!" dediğinde kendisini yüzde yüz dinleyeceğimizi sanıyor. Tabii, ardından kıyamet kopuyor! Sesimizi duyan biri, Çınar'a işkence yaptığımızdan emin olur! O derece...

Bir de tabii, "gereksiz" ağlamalar var. "Gereksiz" damgası tamamen bizim tarafımızdan yapıştırılmış. Çocuk konuşmaya başlayınca sanıyoruz ki, aklından geçen herşeyi söyleyebilecek. Biz ifade edebiliyor muyuz allah aşkına aklımızdan her geçeni! Yapabiliyor olsak, hangi ilişkide sorun kalırdı? Toplamda 15-20 gündür net konuşabilen bir çocuktan ne çok şey bekliyorum/bekliyoruz! Kimbilir neler düşünüyor ve ifade edemiyor:

Çınar iç ses: Evimizde değiliz uzun bir süredir, anneannemde kalıyoruz... burayı seviyorum, ama, neden evimizde değiliz? Babam da yok 3 gündür, işe gitti diyor annem ama işe gidince, gelirdi... şimdi gelmiyor... endişeliyim, merak ediyorum...

Çınar dış ses: Üvveeeeaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!!!!!!!

Belki fazlasıdır hatta iç sesin söyledikleri. Tabii, bu banyo-tadilatı-dolayısıyla-annemlerde-kalma durumu, bizim aileye özel bir durum oldu; ama eminim, her çocuğun kafasından dile dökemedikleri şeyler geçiyordur.

Ve bu değişim-gelişim ve ardından gelen "yine de yetememe" duygusu bizde kocaman bir "itirazlar" sinsilesine dönüştü. Ben öyle olduğunu düşünüyorum ya da. Her şeye itiraz ediyor Çınar, herşeyin sonu ağlayarak bitiyor: giyinmek, banyodan çıkmak, yemek yemek, uyumak, oyunu bırakmak, parkı bırakmak... Hepsi büyük bir olaya, hatta trajediye dönüşüyor!

Ve ben çok yoruldum! İdare edemiyorum. Bazen sinirleniyorum, bazen alttan alıyorum, bazen oturup kısaca anlatıyorum... ama çözüm bulamıyorum. Beklemekten başka çare yok gibi, ama ne kadar hasarsız atlatıyoruz bu dönemi, bilmiyorum. İşin kötüsü, benim de canım sıkkın (iş, güç, vs -oğlumun alanını işgal etmeyeyim). Hissediyordur tabii gerginliğimi, ama elimden hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak da gelmiyor. Öyle olunca da işler iyice sarpa sarıyor. Belki bu kısım önemsizdir, hani, hangimizin hayatı gerçekten toz pembe ki? Ama ben, anne olarak, yetemediğimi hissediyorum.

Biliyorum ki, bir çok anne aynı dönemden geçiyoruz, benzer şeyleri yaşıyoruz. Bazılarımız daha dirayetli, bazılarımız değil. Ve geçiyor bugünler, sağlıkları yerinde olsun da, sıkıntı dediğimiz bu şeyler atlatılıyor, yerini başka tasalar alıyor.

Ama bu ara, ben biraz uçuk siyahım. Arz ederim...

6 Aralık 2010 Pazartesi

ÖZGÜRKALP

Siz hiç Özgürkalp sunumuna katıldınız mı? Aslında ben de yalnızca başına katılabildim; sonra, aşağıdaki fıstığın ilk doğumgünü vardı, ona gitmem gerekti... ama aklım kaldı sunumda. Çünkü dinlediğim kadarı bile beni aydınlatmaya başlamıştı.

İyi ki doğdun tatlı Defne kızımız!!!

Özgürkalp, bir pedagog. Rasta saçlı, hippi bir pedagog ama. Almanya'da pedagoji okuduktan ve bir takım projelerde çalıştıktan sonra bakmış ki, geçici çözümler, çözüm değil. İşin, çocuk doğasının özüne inmak lazım. Başlamış gezmeye, 4-5 yıl seyahat etmiş. Bu seyahatleri sırasında çocukların travmasız yetiştirilebildiği yetimhaneler, kendi okulunu kurup, orada eğitim görüp devletle epey çatıştıktan sonra üniversiteye kabul edilmiş insanlar, çocuk eğitimine sıradışı yaklaşan sıradışı aileler görmüş, tanımış. Şimdi de öğrendiklerini gezerek bizlere anlatıyor. Bebeğin ana rahmine düşmesi süreciyle başlıyor anlattıklarına. Çünkü gerçekten, herşey orada başlıyor.

Dinleyebildiğim 1 saati biraz aşan kısımda çok ilginç şeyler öğrendim ve unutmamak için de, hemen buraya yazmak istedim. Yalnız herşeyin özü şu: biz çocuğa ve doğasına ne kadar az müdahale edersek, o kadar iyi! Çocuğun kendi yolunu bulmasına izin vermek lazım...

- Doğum: Araştırmalar sonucu, (planlı) sezaryenle doğan bebeklerin -çocukların- yapılacak bir etkinlikten, normal doğumla dünyaya gelen çocuklara kıyasla, daha önceden haberdar edilmesi gerektiği ortaya çıkmış. Yani, normal doğumla dünyaya gelen bir çocuğa "Babaannene gideceğiz, 5 dakika sonra çıkıyoruz" denmesi yeterliyken, lanlı sezaryenle doğan çocuklarda bu sürenin yarım saate kadar uzaması beklenebilirmiş. Bunun nedeni, kendi zamanına kendisinin karar vermemiş olmasıymış.

NOT: Ben, sezaryenle dünyaya gelmişim (makat gelişi olduğu için). Gerçekten, tüm şartlarım uygun olsa bile, biri bana "hadi Başak, kalk şuraya gidelim" dediği zaman asla "tamam gidelim" diyemem. Garip bir huzursuzluk duyarım. Ben bunu hep, çok planlı bir insan olmama bağlıyordum. Belki o da "planlı sezaryenin" etkisidir :) Çınar da mesela, planlı sezaryen bebeği (benimle aynı nedenden, artı bir de plasenta yaşlanması olduğu için). Ama o benim gibi değildir. 5 dakika önceden söylemek yeterli oluyor yani... kısacası, genellemek mümkün değil, ama akılda tutulabilir...

- Sınırlar: Ana rahmi bebek için bir sınırdır. Doğduktan sonra da, bütün dünyayı ona bir anda sunmak yerine, sınırlarını yavaş yavaş büyütün.

- Odaklanma: Ana rahminde geçirilen zaman bir meditasyon hali olarak görülebilir. Bebek bir yere odaklanır, bazen uyur, bazen uyanıktır. Doğduktan sonra da, bu odaklanma durumu devam ediyormuş. Örneğin, bebekler ellerini keşfettikten sonra, dakikalarca ellerine bakmaktan çok hoşlanırlar, değil mi? Ama biz anne-baba olarak pek rahat vermeyiz. Ya sözle, ya da eline herhangi bir şey (çıngırak, vb) tutuşturarak sevgimizi ve beğenimizi göstermeye çalışırız. Ve odaklanmayı bozarız! Sürecin tamamlanmasını geciktiririz böylece -istemeden! Bu, herşey için geçerli. Bir bebek/çocuk bir şeyle ilgileniyorsa, oynuyorsa, gölge etmeyin, başka ihsan istemez! Sevgi/takdir göstermek için bile olsa konuşup, bir şeyler söyleyip dikkatini dağıtmayın, odağını bozmayın! Bırakın, keşfetsin!

- Doğru zamanda doğru söz: Yukarıdakini okuyunca "peki hiç mi yönlendirmeyeceğiz?" diye düşünmüş olabilirsiniz. Doğru zamanda, doğru şeyi söylerek, evet, yönlendireceğiz. Mesela bir oyuna başlarken, bir oyuncağı eline alırken, onunla ne yapacağını bilmediğini düşünüyorsanız "bunun ne işe yaradığını göstermemei ister misin?" diyebilirsiniz. İzin verirse, gösterin ve kenara çekilin. O yine sizin dediğiniz şekilde oynamak zorunda değil, üstelemeyin. neyle, nasıl oynamak, ne şekilde "öğrenmek" istiyorsa, bırakalım onunla oynasın, öyle öğrensin. Tabii ki alternatiflr sunmak iyidir; ama ısrar, zorlama kötüdür. Ya da, oyunu bitince "haydi şimdi oyuncakları toplama zamanı" diyebilirsiniz. Yani bir işe başlarken, ya da bitirirken yapacağınız "müdahale", doğru zamanda doğru sözle yapılıyorsa, çocuğu destekler. Tabii ki kendisi sizin yardımınızı isterse, esirgemezsiniz. Ama odaklanmış oyun oynayan bir çocuğa gereksiz söyleyeceğiniz her söz, onun odağını bozup, bir sonraki adıma geçişini geciktirecektir.

NOT: Kurallar konusunda, 3 yaşında önce pek bir şey beklemememiz gerektiğini de söyledi Özgürkalp... yani 0-3 yaş arası "hürgeneral" dönemi :)

- Rahatlama aracı olarak ağlama: Çocuklar tehlikelere karşı değişik tepkiler verirlermiş. Mesela, kahkahalarla gülmek, tehlikeyi savma aracı olarak kullanılablirmiş. Tabii ki ağlamak, bizim en iyi bildiğimiz tehlikeye karşı savunma biçimi. Ve geleneksel çocuk yetiştirme yönteminde çouğun ağlaması en az tahammül gösterilecek şeylerden biridir. "Aman ağlamasın da" cümlesini ne kadar çok duyuyoruz, değil mi? Halbuki çocuk, canının acımasına ya da yaşadığı bir strese karşı kendini bu yolla rahatlatabilir. Ağlamayı bastırmak, o acının geçip gitmesini de engeller. Burada yapılacak şey, izin veriyorsa çocuğa sarılıp "acını/sinirlenme nedenini/sıkıntını anlıyorum" diyerek, rahatlayana kadar ağlamasına izin vermek (ama yanında olduğunuzu da hissettirmek) imiş. Ağlamak, rahatlatıyormuş kısacası... kendinizden düşünün, bazen hüngür hüngür, hatta bir süre sonra neye ağladığınızı bile bilmeden ağlarsınız ya. Ve sonra nasıl da rahatlar insan...

- Yemek/Stres: Evdeki gündemimiz iştahsızlık olduğu için bu kısım aslında çok dikkatimi çekti. Özgürkalp bunu özel olarak anlatmadı aslında, bir soruya yanıt verirken tesadüfen bahsetti. Ama benim çok işime yaradı. Çocukları bazı şeylere zorlamamız gerekebilir (bir yere giderken giyinmek gibi). Ama bazı şeylere de zorlamamız gerektiğini düşünsek bile yapmamak en iyisidir (yemek yemek gibi).

Aslında çocuklar, "içgüdüleriyle çok yönetildikleri için" sık ve AZ yemek yemeye ihtiyaç duyarlar -en sağlıklı olarak bilinen beslenme biçimi, değil mi? Ve "3 ana öğün" aslında endüstrileşmenin getirdiği bir planlamadır (sabah işe gitmeden, işte ve akşam işten döndükten sonra). Gerçi, 3 öğün kavramı günümüzde yerini daha fazla öğün, daha az yemek planına bıraktı. Çocuklar için de aynı şey geçerli. Yani, 3 ana öğünde kocaman kocaman porsiyonları devirmek zorunda değil minikler. Ve nasıl biz bazen acıkmıyorsak, onlar da acıkmamış olabilirler.

Ama öyle zamanlarda ne yapıyoruz? "Eyvah aç kaldı çocuk" diyerek endişelenmeye başlıyoruz. Çocuk -aç olmadığı için- yemek istemedikçe, ya da azıcık yeyip de doydum dedikçe, endişe seviyemiz artıyor. Ve bu endişeyi anlayabildikleri için, çocuklar da strese girmeye başlıyorlar. Stres, çocuk için "tehlike" demek. Tehlike de, uzaklaştırılması gereken şey demek. Ve çocuk "yemek ortadan kalkarsa, stres/tehlike de ortadan kalkar" diye düşünüyor, "tehlikenin boyutuna göre" yemek yemeyi tümden kesebiliyor.

Bizim evde olan şey bu. Çınar geçen ay hastalandığında, 2 gün 39 derece ateşle yattığında, hiç yemek istemedi. Ve biz onu biraz zorladık. Sonra Hilal Hanım imdadımıza yetişti. Sonraki günlerde, bazen iyi gitti iştahı, bazen kötü. Ama son zamanlarda yeme konusunda pek istekli değil. Çünkü biz zorlamaya devam ediyoruz -aç kalmasın diye. Yapmamamız lazım, ama insanın içi elvermiyor. Fakat dünden sonra anladım ki, bu durum böyle sürerse, sonu pek iyi bitmeyecek. Bir süre kendi haline bırakmamız gerek. Bu durumun, yemek yemenin, "tehlike arz etmediğini" ona anlatmamız lazım. Uzun sürebilir bu süreç, ama zaten yemeyecekse, hiçbir şeyle ikna olmuyor. Hem, gördüğüm kadarıyla, gerçekten hiçbir şey yemeyen çocuklar bile büyüyorlar. (Kendimi rahatlatmak için yazıyorum) Çınar hayatının ilk iki senesinde son derece iyi beslendi; en önemli iki yılı gayet güzel geçirdi zaten... belki de artık, insiyatifi ona bırakma zamanıdır.

Özgürkalp dedi ki, siz yine belirlediğiniz ana ve ara öğünleri sunmaya devam edin, ama yemek istemiyorsa, ısrar etmeyin. Hatta bazen, ço güzel bir yemekten 2 kaşık yer, bırakır; bıraksın, o da yeterlidir onun için. Değişik çeşitler, sağlıklı şeyleri aynı saatte sunmaya devam edin.

Ve, bilinenin aksine, şöyle de ekledi: Sunduğunuz saatte değil de bazen, bir yarım saat sonra yemek isteyebilir. Demek ki o zaman acıkmıştır, o zaman da yemeği verebilirsiniz. (Hani biz hep "o saatte yemezse bir sonraki öğüne kadar aç kalsın" deriz ya, buna gerek olmadığını söyledi... hala çok içime sinen bir nokta değil. Ama bir yandan da, demek ki çocuk o zamanda acıkmış. Kafam karışık hala bu konuda kısacası.)

Çok kısa zamanda, çok şey öğrendim... Daha 3 saat kalmalıydım! Neyse ki, önümüzdeki aylarda yeniden bir sunum yapacak Özgürkalp. Bu sefer kesinlikle sonuna kadar izlemeli ve daha da çok şey öğrenmeliyim.

Tarihini haber veririm; Ankara'da olanlar da katılmak, bu yazdıklarımı ve çok daha fazlasını Özgürkalp'in kendisinden duymak isterler belki...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Uyku Tulumu Meselesi...

Pek çok geleneksel -ya da anneanne-babaanne ikilisine yakın yaşayan- Türk annesi gibi ben de Çınar'ın gece üstünü asla örttürmek istememesine, örttüğümün ikinci dakikasında teperek yorganı/battaniyeyi fırlatıp atmasına fena halda kafayı takmıştım! Ne de olsa "uyuyanın üstüne kar yağar"dı! Hadi geçen sene Çınar geceleri zırt pırt uyandığı için kalktıkça üstünü örterek bu işi hallediyordum; ama, bu sene artık geceleri daha uzun süre kesintisiz uyuyabiliyor. Dolayısıyla "bütün gece donuyordur çocuk, ayyy, hele sabahları!!!" endişelerim(iz -ben, anneanne, babaanne) tavan yapmıştı!

Uyku tulumlarından hiç hoşlanmadığını geçen sene açıkça belli eden oğlum için önce termal atlet seçeneğini düşündüm! Terlemezse, üstünü açmasında sorun omayacaktı... ama, bu atletlerin "body" şeklinde olanını bulamadığımdan, bu proje "tuvalet eğitiminden sonra"ya kaldı.

Sonra, halamızın kızı için aldığı battal boy uyku tulumunu denedik. Altı torba gibi olanlardan, ama 110 cm boyunda olduğu için sorun olmayacak-tı! Ama oldu, çünkü biraz dardı ve Çınar istediği gibi sağa sola bacaklarını fırlatamayınca, giydiği gece ilk 2 saatte 10 kez uyanıp en sonunda da "kıçaaaaaaaaarrrrrrrrrrrrr" diye bağırarak çıkarttırdı üstünden tulumu!

En son dün gece de, Çınar'ın bir boy büyük kuzeni Emre'nin astronot uyku tulumunu denedik. Uyuttuktan sonra giydirdim, giydikten sonra döndü totosunu yattı! Ooooh, demek ki hareket edebiliyor, ne mutlu bize, dedim. Çıktım odadan... ve mutluluk 2 saat sürdü. 2 saat sonra arkadaş bir uyandı; gözler de kapalı ama uyuyamıyor. Kana kana su içiyor, bir sağa bir sola dönüyor. I-ıh! Dalamıyor... 1 saatlik uğraşın sonunda dalar gibi oldu diyorum, 5 dakika sonra yine uyanıyor. Tam delirmek üzereyken -ben-, aklıma sorunun ne olduğunu kendisine sormak geldi.

"Annecim, bir yerin mi ağrıyor?"
"I-ıııh..."
"Sıcak mı geldi?"
"Hı-hıııı..."

Buyrun işte! Hemen çıkardım tulumu, üstüne battaniyesini örttüm, 2 dakikada uykuya daldı ve sabaha kadar da uyanmadı...

Evet, Çınar bebekliğinde çok gazlıydı, bu yüzden karnını, ayaklarını sürekli sıcak tutmak adına, hep sarıp sarmalardık. Ancak öyle rahat uyurdu. Ama şimdi 2 yaşını geçmiş bir birey. Demek ki soğuk seviyormuş, azıcık serinde uyumak hoşuna gidiyormuş. Sabah Ahmet'le de konuştuk, "hatırlasana" dedi, "bayramda kaloriferler yanmadığı için teyzemin evi serindi, ama orada hiç uyanmadan uyuyordu". Doğru!

Dün ben uyku tulumlarına veda ettim. Tabii ki, gece ben kalktıkça, üstü açıksa örterim (dayanamam). Sizin de aklınızda bulunsun, herkes Çınar'ın annesi gibi yorganı başına kadar çekip gömülerek uyumayı sevmek zorunda değil :)

NOT: Bu yazıyı Çınar'ın dedesi okuyor biliyorum; lütfen anneannesine de anlatsın ki anneannesi de endişe etmesin artık. Ben de babaanesine bir şekilde anlatmaya çalışırım :)

25 Kasım 2010 Perşembe

Minik Adam Bu Bayram...

İstanbul'a uçtu...

Neşeli bir doğumgününe katıldı...

Ece'nin evine misafir oldu; "Ece fıstııık, Ece baadeemmm"le pek güzel oynadı, mıncırdı...


Balca'sıyla hasret giderdi...


...hatta yanından ayrılmak istemedi...

Irmak'la yeniden buluştu...

...kaynaştı...

...oynadı...


Yeşilköy'de, denize nazır kahvaltı yaptı...

İlk kez vapura bindi...


...Boğaz'ı geçti...


...denizin "üstünde" olmanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştı...


...bir de babası denize girmesine engel olmasaydı, herşey süper olacaktı!!!

13 Kasım 2010 Cumartesi

Okkullu Hayat

Biliyorsunuz, bizim okkulu yazmaya doyamıyorum! Ama bu seferki yazının sorumlusu ben değilim; Damla sormuş, ben de yanıtladım... Buyrun "kreş sobesi"ne:

1.Çocuğunuzu kaç yaşında kreşe gönderdiniz/göndermeyi düşünüyorsunuz? Kreşe göndermek için beklediğiniz yaş dışında bir şey var mı?

Aslında hep 2,5 yaşından sonra yarım gün gitsin, 3 yaşından sonra da tam gün gitmeye başlar diye düşünüyordum. Ama 1,5 yaşından sonra bakıcımızla yaşadığımız bazı sıkıntılar, benim işe başlamamla birlikte yaşamımıza epey uzak kalan evimizden taşınmak istememiz, kısıtlı bir zaman için Çınar'ı yeniden bir bakıcıya ve sonrasında bir yuvaya alıştırmayı çok da doğru bulmamamız sonucu, 21 aylıkken bizim minik adam "okkullu" oldu.

Doğrusu, Çınar içine kapanık ve çekingen bir bebek/çocuk olsaydı belki her tür sıkıntıyı göze alıp taşınma işini 2,5 yaşına kadar erteleyebilirdik; ama, Çınar'ın yapısı dolayısıyla yuvaya adapte olmakta çok da zorlanmayacağını, buna çok direnmeyeceğini düşündük. Ve, 16 aylıkken yuvaya başlayan kuzeni Deniz'in yaşamındaki olumlu gelişmelerden de cesaret alarak kararımızı verdik.

Evet, alışma süreci çok kolay geçmedi. Ama normal kabul edilen 3 haftadan fazla da sıkıntı yaşamadık.


Başlarken ve 3 hafta sonra...

2.Çocuğunuza kreş seçerken sizin için en önemli kriter nedir? Olmazsa olmaz, bu sağlanmazsa evde bakılsın daha iyi diyeceğiniz.

Çınar henüz küçük sayılabilecek bir yaşta olduğu için ilk kriterim, onun yaşına uygun grubu bulunan, dolayısıyla her türlü özbakımının da (bez değişimi, yemek, uyku) özenle yapılacağı bir yuva bulmaktı. 2-6 yaş diye geçen; ama, "0 yaş da kabul ediyoruz" diyen yerlere güvenemedim. Çocuğumun, bir sürü "ondan daha büyük çocuk arasında idare edilmesini" istemedim. Gerektiğinde yemeğini yedirebilen, kucağında onu sakinleştirebilen birileri tarafından bakılması, ilgilenilmesi ve gerçekten "yuva"sı gibi hissedebileceği bir yerde olması çok önemliydi benim için.

Ayrıca, eşim ve benim için, bize okulu tanıtan kişinin verdiği izlenim de önemliydi. Bu iş çocuklarla anlaşabilme ve gönül işi de olsa, sonuçta profesyonel bir iş. Ve bize "sıcak ve profesyonel" gelmeyen yuvaları da eledik. Aslında, Binbir Çiçek'e ilk girdiğimiz, Hilal Hanım'la ilk karşılaştığımız anda hem ben, hem de Ahmet, Çınar'ın okkulunun orası olacağını anlamıştık...


Kucakta sakinleşen ve uyuyan Çınar manzaraları...

3.Türkiye’deki kreşlerde rastlamadığınız, keşke olsa dediğiniz bir uygulama var mı?

Açıkçası, yurt dışındaki kreşlerle ilgili çok bilgim yok. Ancak, arkadaşlarımdan duyduğum kadarını bilebiliyorum. Örneğin, şuradaki yazıda olduğu gibi, veli katılımını daha çok görmek isteyebilirim kreşlerde. Türkiye'de bunu yapan kreşler de var, biliyorum, ama genele yayılsa, biz de çocuklarımızla ve onların arkadaşlarıyla bir şeyler paylaşsak, şahane olur!

Bunun dışında, bizim okkulumuzda olan ama (en azından yuva arama sürecinde gezdiğim) pek çok  okkulda göremediğim "alışma sürecinde istenildiği kadar -ya da çocuk güven duyana kadar-çocukla birlikte yuvada vakit geçirme" ve "her an yuvanın istenilen bölümünü ziyaret etme" imkanı da yaygın bir uygulama olsa, hem veliler hem de çocuklar açısından daha mutlu bir yuva süreci yaşanır diye düşünüyorum. Ama tabii, veli olarak kendimizi kontrol etmeyi, çocuğu ve arkadaşlarını huzursuz edecek kadar yuvaya girip çıkmamayı öğrenmemiz lazım önce!

Son olarak, yurtdışındaki yuvalara, Türk yuvalarındaki sıcaklığı ve beslenme programını örnek almalarını tavsiye ediyorum :)

4.Türkiye’deki kreşlerde yaygın olarak rastladığınız ve saçma bulduğunuz bir uygulama var mı?

Konunun uzmanı değilim, dolayısıyla "saçma" olarak tanımlamak benim haddim değil; ama, "ders saati" kavramını, çocukları "belirli zaman aralıklarında belirli şeyler yapmaya zorlamayı" anlamlı bulamıyorum. Benzer şekilde, çocuklar tarafından hazırlanan yıl sonu gösterileri de bana biraz zorlama geliyor.

Aslında "çocuğun özgür ruhunu örseleyebilecek" etkinliklerden hoşlanmıyorum. Okkulumuzda da böyle uygulamalar olmadığı için çok mutluyum.

5.Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra en çok zorlandığınız konu ne oldu? Henüz gitmiyorsa zorlanacağınızı düşündüğünüz?

Bizi en çok zorlayan, alışma sürecinde verdiği tepkilere adapte olmak ve sağlıklı geri-tepkiler vermek oldu. Çınar'ın zaten düzenli bir yaşamı olduğu için, okkuldaki düzene uyum sağlaması, oradaki rutine alışması zor olmadı. Ama ortam değiştirdiği için, yeni ortamına güven duyması biraz zaman aldı. Doğrusu bu, zorlu bir süreçti; ama, yukarıda da bahsettiğim gibi, beklenenden uzun sürmedi.

Öğretmenlerinin ve yuva yöneticilerinin rahatlığı ve güzel yaklaşımları sayesinde de, zorlanacağımızı düşündüğüm özbakım konularında da hiç zorlanmadık.

Çınar yuvaya yazın başladığı için ilk 3 ay pek "yuva hastalıkları" ile tanışmadık; ama sonbahar başından beri pek de iyileştiğimiz söylenemez. Sanırım, bizi en çok zorlayan konu bu "hastalık" konusu olacak. Bizim minik adam son derece düzgün beslenen, 23 ay ateş nedir bilmemiş bir yavrucak. Dolayısıyla, bağışıklığıyla ilgili sorunumuz olduğunu hiç düşünmedik. Ama tabii, her ne kadar steril yaşatmasak da, aynı anda 10'dan fazla çocuğun içinde bulunmadı hiç. Dolayısıyla da, bu seneyi "farklı mikroplarla tanışıp onlara karşı savunma stratejileri geliştireceği" bir sene olarak tanımlamamız doğru olur...

6.Çocuğunuz kreşe gidiyorsa, kreşe başladıktan sonra çocuğunuzda gözlemlediğiniz en olumlu gelişme ne oldu? Henüz gitmiyorsa kreşin gelişimine en büyük katkısı ne olur sizce?
 
Çınar zaten girişken ve sosyal bir çocuktu; ama, yuvayla birlikte "arkadaş" kavramının ne olduğunu daha çok bilen, çocuklara çok daha sıcak ve paylaşımcı yaklaşabilen bir çocuk oldu.
 
 
Çınar ve arkadaşları
 
Dil gelişimi inanamayacağımız biçimde hızlandı, ve yuvaya başlayışının 5. ayını doldurduğu şu günlerde, kafasına esen kelimeyi zar zor söyleme aşamasından normal insan gibi konuşma aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Tabii ki 2 yaşla birlikte konuşmada bir hareketlilik bekleniyordu; ama, "al karşına sohbet et" kıvamına geleceğini hiç düşünmemiştim.
 
Her zaman kendine güvenli, kararlı bir çocuktu; ama, yuvayla birlikte özgüveni daha da arttı sanki. Bunu da orada kısıtlanmamasına, yapmak istediği fiziksel aktivitelerin engellenmemesine bağlıyorum. Biz de evde, kendisine veya bir başkasına zarar vermediği sürece, hemen herşeyi yapmasına izin veriyoruz. Yuvada da, aynı biçimde, son derece özgür bırakıyorlar, ve hatta, enerjilerini atmaları için teşvik ediyorlar!
 
Konsantrasyon ve kendi kendine oynayabilme süresi de arttı. Bu belki, daha çok yaşıyla ilgili bir şeydir; ama, ben yine okkulun olumlu bir etkisi olarak görüyorum. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, okkulda hiçbir konuda çocuklara gereksiz müdahalede bulunmuyorlar, istedikleri oyuncakla/materyalle istediği gibi oynamasına izin veriyorlar ve çocuk oyun oynarken müdahale etmiyorlar. Yalnızca, ilk başta, eline aldığı şeyin ne işe yaradığını gösteriyorlar (yine, çocuk buna izin verirse). Dolayısıyla, kendi seçimiyle rahatça oynayabilen çocuk, tam olarak yaptığı "işe" konsantre olabiliyor ve uzun süreler o "şey"le ilgilenebiliyor.
 
 
Okkulda...


 
Yalnız Çınar'ın değil, benim üzerimde de olumlu etkileri var okkulumuzun! Hilal Hanım, Selin Hanım ve Çınar'ın öğretmenlerinin telkinleri sayesinde gün geçtikçe daha az endişeli ve takıntılı bir anne olduğumu hissediyorum :) Tüm çocuklarla ilgili o kadar pozitif bir yaklaşımları var ki, ben de Çınar'la ilgili herşeye çok daha olumlu ve rahat yaklaşabiliyorum.
 
-------------
 
Özetle, gerçekten işin ehli bir yuva bulduğunuzu düşünürseniz, çocuğunuzu buraya teslim edin! Biz "okkullu hayat"ımızdan çok memnunuz! Size de öneririz :)

11 Kasım 2010 Perşembe

Dersi Derste Dinliyormuş...

Yuvamızı çok sevdiğimi daha önce söylemiştim, değil mi?

Çınar'a iyi geliyor, orası zaten kesin! Ve zaten bu yüzden seviyorum... ama bana da iyi geliyor! Hem de çok; o yüzden, daha da çok seviyorum yuvamızı, öğretmenlerimizi, Selin Hanım'ı, Hilal Hanım'ı...

Bugün veli toplantısı vardı. Ama geçen seferki gibi toplu değil, çok şükür ki ritim çalışıp rezil de olmadık! Bire bir veli görüşmesiydi. Ve ben, son zamanlarda yine kimselerin (bu kimseler tamamen okul dışından) dilinden düşüremediği "çook hareketli, dediğim dedik, tutturdu mu vaz geçirmek imkansız" etiketlerinden dolayı epey gergindim. Ve hatta "gerçekten zapt edemiyorum; acaba sınır koyma konusunda başarısız mıyız? özgür bırakalım derken çok mu fazla başına buyruk davranmasına neden oluyorz? acaba okulda kurallara uyma konusunda sıkıntı yaşıyor mu? ya da bu yaşta kurallara uymalı mı?" düşünceleri yine beni esir almıştı! (NOT: Ben buyum arkadaşlar, her ne kadar Çınar'ın yuvaya gitmesiyle birlikte bir nebze olsun kendimi törpüleyebilsem de, birden vazgeçemiyor insan huylarından... yavaş yavaş olacak ama, inanıyorum...)

Uzatmadan devam edeyim, Hilal Hanım, Selin Hanım ve Çınar'ın öğretmeni Alev Hanım'la endişelerimi(zi -her ne kadar babasının olmasa da) paylaştık. Ve onlardan harika geri bildirimler aldık. İşin uzmanlarından duyduklarımızdan sonra, artık önüne gelen Çınar için istediği etiketi kullanabilir; ama kimse kusura bakmasın, bir kulağımdan girecek, öbüründen çıkacak (söz):

1- "Herkes çok hareketli diyor" dediğimde, hepsi birden "ne güzel!" dediler. Sonuçta evet, yapı olarak hareketli, ama bunun yanında coşkulu, neşeli, merakı ve oyuncu olduğunu da söylediler. Bahçedeki hayvanları merakla inceleyen, çocuk parkındaki tüm fiziksel aletleri deneyen, kendi sınırlarını keşfetmekten korkmayan bir çocuk(muş) Çınar. Hareketli olmasının yanında, ilgisini uzun süre bir noktada toplayabildiğinden, toddler sınıfındaki materyallere artık amaçlarını anlamak için yaklaştığından ve hatta ne işe yaradıklarını öğrenmeyi talep ettiğinden, toplu sohbet zamanlarına, ritim dersine -henüz uzaktan da olsa- katıldığından ve ona bir şey anlatıldığında gözlerini koca koca açarak ilgiyle dinlediğinden de bahsettiler. Ve hatta, sınıfa fırtına gibi daldığında, onu nasıl yerine oturtabileceklerini de bulmuşlar: "Çınaar, gel kitap okuyalım" diyerek! Hatta, Çınar'ın bu kitap sevgisi, "kankası" Aiace'ye de örnek olmuş. Aiace daha önceleri kitapla pek ilgilenmezken, şimdi ikisi birden öğretmenlerinin kucağına oturup öykü dinliyorlarmış.

Hpesinin birden "zaten 'oku' Çınar'ın kelimesi, bu ara herkese herşeyi okutmakla meşgul" dediği noktada gözlerim biraz yaşardı, evet...

2- Tüm bunların yanında Hilal Hanım, her çocuğun yaş döneminin getirdiği gereklilikleri doyasıya yaşaması gerektiğini de söyledi. Yani hareketliyse, bu dönemde atlayıp zıplamak, kudurmak onu mutlu ediyorsa, ihtiyacı budur; ve bunun engellenmesi, ileride çok daha fazla sıkıntıya yol açar, dedi. Yani atlasın, zıplasın, içinden geldiği gibi davransın/oynasın. Tatmin olsun ve bir sonraki aşamaya geçsin -artık o her ne ise...

Ve "nasıl yerinde uslu uslu oturan çocuğa 'hadi kalk sen de az azıcık' demeniz saçmaysa, hareketli çocuklara da 'azıcık otur yerine' demeniz de aynı şekilde saçma" diye de bağladı.

3- Bu hareket konusuyla bağlantılı olarak, 2-2,5 yaş toddler grubunun oyun alanını bayramdan sonra yeniden düzenleyeceklerini ve daha çok fiziksel harekete imkan tanıyacak atlama, zıplama, tırmanma oyuncakları koyacaklarını söyledi. Çünkü, bu yaşta bedenlerini ve yapabileceklerini keşfetmekten büyük haz alıyorlarmış. Ve benim çok hoşuma giden bir şey söyledi:
"Önce kendilerini keşfedecekler ki, sonradan kontrol edebilsinler!"
Kesinlikle! Bir şeyin mekanizmasını öğrenmeden onu kullanmamız mümkün değil, değil mi? Yeteneklerimizi bilmeden bir işe girişemeyiz. Aslında bebekliğimizi, çocukluğumuzu hatırlayabilsek, ne güzel olurdu. Herşeyi nasıl da adım adım yapmışız. Fırsat verildiği ölçüde tabii... Şimdi bizim Çınar'a, kendi bedenini tanıma fırsatı vermemiz lazım ki, sonraki aşamalar gelsin (yani, durulacak yerde durmayı, kural denen şeylere uymayı vs öğrensin).

 4- Kurallar, disiplin, sınırlar konusundaki endişemizi de giderdiler sağolsunlar. Daha çok küçük olduğunu, şu an içinden geldiği gibi yaşamasının, kendisine ve etrafına zarar vermediği sürece yapabileceği şeyleri yapmasının öneminden, gerekliliğinden bahsettiler. Biz de anne-baba olarak bu mantıktayız. Kendisine ve çevresine zararı yoksa, istediği şeyi yapmasına izin veriyoruz. "Fazla mı izin veriyoruz?" diye düşünüyorduk, fazla değilmiş. Özgüveni açısından bu, en iyisiymiş.

5- Evdeki cam sehpayı takıntı haline getirdiğini, cam kırılıp ona bir zarar verecek diye korktuğumuzdan sürekli uyardığımızı ve en sonunda sehpayı kaldırdığımızı söylediğimizde de, Hilal Hanım kararımızı doğru buldu. Halbuki ben "tüm hayatınızı ona göre düzenlemeyin" gibi bir yanıt bekliyordum. "Saplantı haline getirmişse ve ona zarar verecekse, zarar verecek şeyi ortadan kaldırmak en doğrusudur." dedi. 

6- Aslında doğduğundan beri yaşamımızı Çınar'a göre düzenliyoruz. Bundan da gocunmuyoruz. Çünkü daha çok küçük ve onun yaşamını bir düzene sokmak adına yapıyoruz bunları. Örneğin, onun uyku saatinde dışarıda bir yerlerde olmuyoruz, yemek saatlerine özen gösteriyoruz, vs vs... Ve tabii, çocuğu mutsuz etmek için doğurmadık, onun hoşlanmayacağı ortamlarda bulunmaktan kaçınıyoruz. Çünkü, onun hoşlanmadığı bir ortamdan, anne-baba olarak (çıkaracağı arızalardan dolayı) keyif almamız zaten mümkün olmuyor!

Ki Hilal Hanım ve Selin Hanım da bunun böyle olması gerektiğinden, çocuğu mutlu edecek, enerjisini atacağı, keyif alacağı ortamlarda bulunmasının hem kendisi hem de tüm ev halkı için çok daha yararlı olduğundan, bu yaşlarda düzenini korumanın ilerideki yaşamının da daha düzenli ve huzurlu olması için ilk adım olduğundan bahsettiler.

7- Ve kurallar konusunda, hepsi henüz erken olduğunu söylediler. Şimdi "seçim" aşamasında Çınar. Yani, ipler onun elinde. Ama seçenekler sunuluyor. Aslında, "bizim belirlediğimiz sınırlar içinde kendi kararlarını veriyor". Yani "okunan kitabı mı dinlemek istersin, oyuncakla oynamak mı?", "bu aktiviteyi mi yapmak istersin, dışarıda dolaşmak mı?" gibi. Böyle böyle sanırım işleyişi kavrayacak, düzeni öğrenecek, kendi tercihlerinin farkında olacak ve sonunda da belirlediği tercihin gerektirdiği "kuralara" uyacak. Ama bunun için daha zamanı var...

8- Tuvaletle ilgili ne düşünüyorsunuz, diye sordu Hilal Hanım bana. Ben de henüz Çınar'dan sinyal göremediğimi, bahara kadar bekleyebileceğimi, ama sinyal alırsam da başlayabileceğimi, söyledim. Doğru tahlil etmişim "gerçekten beziyle mutlu" dedi. O zaman, zorlamanın anlamı olmadığına karar verdik hepimiz. Gerçekten de, ne zaman Çınar'dan ilk adımı beklesem ve ondan sonra harekete geçsem, hep güzel sonuç alıyorum. Bu konuda da hislerime güvenmeye devam edeceğim...

Kısacası, "Çınar çok normal, fiziksel gelişimi gayet güzel giden, coşkulu, hareketli, yaşını geldiği gibi, olması gerektiği gibi yaşayan bir 2 yaş çocuğu" imiş. Bu yaş grubu için sanırım bu "dersi derste dinliyor" demek :)

Yine beni mutlu eden, rahatlatan, endişelerimi gideren ve yeni şeyler öğrenmemi sağlayan bir görüşmeydi özetle...

Ve yine, oğlum iyi ki böyle profesyonellere emanet, dedim!

10 Kasım 2010 Çarşamba

193∞


Bu sabah, 09:05'te, oğlumla arabada, yoldaydık... "Kırmızı ışık" yanmıyorken yolda durmamıza ve korna çalmamıza bir anlam veremedi minik adamım; dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.

"Hani Anıtkabir'e gitmiştik ya, Atatürk uyuyordu; işte Atatürk bu saatte uyumaya başladı Çınar'cım... Bu güzel ülkeyi o bize hediye etti; emanet etti. Biz de, ülkemize çok iyi bakacağız, sen güzel güzel uyu Atatürk, demek için duruyoruz yolda, kornalara basıyoruz" dedim...

Anlamak için daha çok küçüktü, ve ben daha düzgün anlatabilmek için fazla duygulanmıştım...

Ve yolda, o minik adamla birlikte dururken, aklımdan şunlar geçiyordu:

"Rahat uyu Ata'm, biz emanetine sahip çıkıyoruz... Ve bu işi bizden çok daha iyi yapabilecek, pırıl pırıl yürekler yetiştiriyoruz!
... ama yine de bugünlerde, seni çok ama çok özlüyoruz!"

8 Kasım 2010 Pazartesi

Binbir Çiçek Ormanı ve Çınar'ın "Çınar"ı

Aslında, daha doğar doğmaz bir dikili ağacı olmuştu oğlumun... Yargıtay'ın bahçesine bir çınar fidanı diktik, canımın göbeğini de altına gömdük! Aslında babası bir de plaka yaptırdı ağaca, ÇınÇın'ın doğumgünü ve ismi yazan. Ama ağacımız biraz palazlanmadan takmadık plakayı. Belki bu bahar... Kızılay'dan yolu geçen olursa, Yargıtay ana binanın Ek Bina'ya bakan bahçesindeki Çınar ağacı, oğlumun ağacıdır, bilginiz olsun :)

Ama tabii, Çınar adına biz dikmiştik o ağacı oraya. Geçen pazar ise, sevgili okkulumuz çok güzel bir etkinliğe önayak oldu ve aileler toplanıp bir "Binbir Çiçek Ormanı" yaptık İncek'te. Ve bizim minik adam, kendi "çınar"ını kendisi dikti toprağa, gübresini koydu, can suyunu verdi.


Çınar babasıyla ilk ağacını dikiyor!

Yalnızca çocuklar değil, hepimiz en az çocuklarımız kadar şendik! Toprakla uğraşmak, doğaya azıcık da olsa bir şeyler katabilmek hepimizin hem bedenine hem ruhuna iyi geldi. Çınar resmen toprakla bütünleşti! Kazılan bütün çukurlara girdi çıktı (eh, o da "Çınar" ne de olsa!), toprağa yattı, debelendi, bütün elektriğini attı. Üstümüz başımız kirlenmiş ne gam! Bedeli bir kutu deterjan parası... ÇınÇın'ımın mutluluğu, paha biçilemez!!



Ben yalnızca fotoğraf çektim aslında (birinin yapması gerekiyor değil mi?), ama Aaamed'im 5 adet ağaç çukuru kazıp, 4 tane ağaç dikmiş, 6 tanesine de can suyu vermiş. Bizim de ailecek bir dikili ağacımız, hatta ufak çapta bir ormanımız var artık!


Çekirdek Çelikler ve Çınar"lar"ı :)

Binbir Çiçek Çocukları

En Yeşil Ankara Derneği'nin bize hediye ettiği mazılar

Öğlen yemeğinden sonra ritim eğlencesi

Artık zaman zaman gider, kontrol eder, sularız ağaçlarımızı. Büyünce de gölgesinde piknik yaparız! Ne harika!!!

Sevgili okkulumuza, bu güzel gün için yeniden teşekkürler...

7 Kasım 2010 Pazar

Mavi ve Kamyon Hakkımız, Söke Söke Alırız!

Son günlerde, kafamı meşgul eden ve işin doğrusu beni üzen bir konu dolaşıyor "blog dünyası"nda. Kız çocuk/erkek çocuk annesi olmak ve erkek çocuk annelerinin davranışları üzerine...

İşin aslı şu ki, "kız" veya "erkek" çocuk annesi tanımlamalarını, ancak arkadaşlarımla şakalaşırken kullanırken, birden bu ayrımın içinde ve hatta "negatif" tarafında buldum kendimi! Ben genelde, çocuğumun cinsiyetinden bağımsız olarak, yalnızca "anne"yi tercih ediyorum. Her neyse. 

Bu ayrımı yapmanın, bu yazıyı yazdıracak kadar sinir bozucu bir tarafı yok tabii. İşin bana garip gelen kısmı, "erkek anneleri"ne yüklenen yük. Görüyorum ki, oğlumuza mutfak oyuncakları almazsak, en az bir tane pembe eşyası ve bebeği olmazsa, ama bunun yanında tekerlekli oyuncakları (araba, kamyon, kepçe, tır, vs vs) odasında önemli bir yer kaplıyorsa, "cinsiyet ayrımcısı bir çocuk" yetiştiriyoruz diye suçlanmamız an meselesi! Bence bu konuda gerçekten bir baskı var "erkek anneleri"nin üstünde. Çünkü, ne zaman buna benzer bir konu geçse, "erkek anneleri" hemen "benim oğlumun x eşyası pembe, zaten bebeği ve mutfak oyuncakları da var, hiiiiç ama hiç kamyon almadık ona bugüne kadar..." diye kendilerini savunmaya başlıyorlar.

Neden? Neden hep biz "erkek anneleri" savunma yapmak zorundayız? Neden hep ama hep biz işin "dikkatli olması gereken" kısmıyız? "Kız anneleri"nin işi çok kolay doğrusu. Baskı yok, dert yok! 

Yaşasın pozitif ayrımcılık!

Neden kız çocuklar hem bebekle oynayabiliyor, hem mavi hem pembe giyebiliyor, hem kamyonla arabayla oynayabiliyor da erkek çocuklar, sırf anaları cinsiyet ayrımcılığıyla suçlanmasın diye kamyonlarından ve mavi renkten uzaklaştırılıyorlar?

Biz, kendi kafamızda bir şey kurup düşünüyoruz, ordan burdan etkilenerek ya da tamamen özgür irademizle bir karar veriyoruz, ve sonra çocuklarımızın tercihlerini yok sayıp sırf o kafamızdaki şeye uysunlar diye uğraşıp duruyoruz. Peki, bu ne kadar doğru?

Evet, tabii ki toplumda kadınlar daha çok eziliyorlar ve bunu yapan erkekler ve o erkekleri de yine kadınlar yetiştiriyor... Ama, çağın değiştiğinin, geleneksel baba rolünün kentlerde çoğunlukla soyunun tükendiğinin, annelerin hali hazırda meslek sahibi (olmasa bile, kendinin farkında olan) kişiler olduğunun farkındayız, değil mi? Ve işin oyuncakta bitmediğinin, asıl meselenin aile yapısı ve baba modelinde olduğunun, bunun yanında, kız ve erkek çocukların, biz hiçbir yönlendirme yapmasak bile çeşitli oyuncaklara yönelebileceğini, çoğunun da hali hazırda bu yönde seçim yapmış olduğunu yazmama da gerek yok bence aslında. 

Ve birileri çıkıp bunlardan bahsetmese de, biz "erkek anneleri" çocuğumuzun bir cinsiyet ayrımcısı olarak yetişmemesi için elimizden geleni yapıyoruz ve bu konuda düşünüyoruz. Biz de kadınız çünkü. Hadi bunu da yazmış olayım da, "kız anneleri" rahatlasınlar!

Geçen gün, bir restorandan çıkarken, Çınar süpürge-faraş ikilisini gördü ve başladı süpürmeye. Orada oturan bir amca "ya alın şunları çocuğun elinden, erkek değil mi bu?" dedi. "Evet erkek, niye ne güzel süpürüyor işte" dedim gülerek. "Ya bırak allah aşkına, yarın öbür gün evlenince de yapmaya kalkar" dedi (hafiften sinirli). "Keşke yapsa, ne güzel, kayınvalide olarak ne kadar çok hayır dua alırım" dedim (yine gülerek). 

İşte bu adamın çocuğu cinsiyet ayrımcısı olabilir. Benim kamyon, kepçe, dozer, tır, vs vs seven oğlum değil...

Sırf eline süpürge aldı diye de değil; onun annesi de, babası da böyle bir erkek olarak büyümesine fırsat vermezler de ondan.

Ülkemizde ve dünyada çok daha önemli bir sürü sorun ve dert varken, "oyuncak" konusuna daha fazla vakit harcamamak adına bu yazıyı yorumlara kapatıyorum. Hepimiz bence artık, çok daha anlamlı konularda düşünelim ve yazalım diyor; iğneyi de, çuvaldızı da kendime batırıyorum.