30 Aralık 2011 Cuma

Ho Ho Ho!! Kutlamaya Doyamadık!

2011'in bitmesini kutlamaya doyamadık bu sene :)

Kardeşim geçen gün "abla, bütün hristiyan alemi bile senin kadar coşkulu Noel ve yeni yıl kutlamıyordur herhalde" dedi. Ne yapayım, bizzat kendim coşku ve parti insanı olduğum gibi, aynı karaktere sahip bir de oğlum oldu! Ana-oğul o parti senin bu parti benim geziyoruz işte!

Geçen hafta sonu, bizim çılgın anne ekibimizle yavrulara bir yılbaşı partisi düzenledik. Resmi parti evimiz olan Çocuk İşi Parti Evi'nde. Ama, sanırım bu oraya son gidişimiz olacak; çünkü, bu kaçıncı partimiz olmasına rağmen, indirim bile yapmadıkları gibi, sık iletişimimize rağmen kibar bile değiller (uzun uzun da yazabilirim; ama, bu post güzel şeylerden bahsetsin istediğimden yazmıyorum). Herşeye rağmen, güzelce eğlendik, yavrular top havuzuna dalıp dalıp çıktılar ve pastalarını yediler. Partiyi UHM'de yenilen akşam yemeği ile uzatıp Ela&Ege'nin evinde geçirilen çay-kurabiye-oyun faslıyla noktaladık. Ana-oğul evin yolunu bulabildiğimizde, saat 22:00 idi!


Dün de, okulumuzun Yeni Yıl Partisi vardı. O kadar güzel hazırlanmışlar ki! Ortam, yemekler, hatıra fotoğrafı çektirmek için kartondan kardan adam platformu, Noel Baba, çocuklarımızın bizim için yaptıkları hediyeler, pasta... Çocuklar da bize yeni yıl şarkıları söylediler. Geçen seneki gibi, bu seneki de hazırlanmış bir gösteri değildi. Gün içinde circle-time'da yaptıkları gibi oturup şarkılarını söylediler, Hockey Pockey ile dans ettiler. Noel Baba çok şekerdi asıl! Bütün çocukları kucağına oturtup hediyelerini verdi (okulda yapılmış fotoğraf çekiminin fotoğrafları). Normalde hiçbir şey için 2 dakika bekleyemeyen yavruların sabırla isimlerinin okunmasını beklemelerini görmeniz gerekirdi :) Bu partiyi de önce 365 ardından Cianan Teyze'mize giderek sonlandırdık. Hadi bu çocuk bana çekmiş de, ben kime çektim acaba? Babama? :))

Evet, sağ alt köşedeki benim... ne var? Benim boyum da bu cücelerden az uzun zaten :)

Bitt mi? Hayır! Bir de evimizdeki yılbaşı kutlaması var! Bu sene tüm aile bizdeyiz: annem, babam, Sebahat Annem, Hidayet Babam, Serapcicim, eşi Ahmet ve yavrusu Bahar'ımız, Dilek Ablam ve yavruları Alp'im ve Defne'm... Dayımız Emo'cuğum ve ışıl ışıl sevgilisi Nihan'ımız da uğrayacaklar diye umuyorum. Evde şenlik var kısacası!!! Seviyorum kalabalık ve çoşkuyla geçen yılbaşı gecelerini... yeni yılın da böyle geçmesini umuyorum: Çoşkulu!!!


Kalbinizden geçen her güzel şeyin gerçekleştiği bir yıl olması dileğiyle...

Mutlu Yıllar :)))

28 Aralık 2011 Çarşamba

Rüyalar Gerçek Olsa...

Bu sabah çok komik bir şey oldu; ilk defa minik adamın rüya gördüğünü fark ettim... dahası, ilk defa bunu bizimle paylaştı.

Çınar'ın uzun süredir bir derdi var: "Bir tekerleği açık bir tekerleği kapalı Şeriften Polis Arabası (Arabalar filmi karakterlerinden Şerif)" istiyor. Evet, herkesin kendine göre bir derdi var bu dünyada, gülmeyin lütfen :) Çınar'ınki de bu! Çok istiyor; ama, gelin görün ki hiçbir oyuncakçıda bulamıyoruz.

Neyse ki muhteşem dedemiz, Lego'sunu bulmuş, yılbaşı hediyesi olarak almış. Ama, benim Lego'yla oynamayı sevmeyen oğluma bu da dert olmuş. Dün gece sayıkladığını duydum: "Hayıııl, legolu şeliften polis alabası istemiyoluuum... noomal istiyoluuum..." Uyku arasında uzun açıklamalar yapamayacağım için "tamam annecim, normal alırız" deyip pışpışladım.

Ama asıl bomba sabah patladı. Bu sabah Çınar'ı ben uyandırdım (40 ayda 4-5 kere olabilen bir şeydir bu durum). Öptüm, tatlım hadi uyan, dedim... Gözlerini hafif açtı, ellerine baktı hemen. Sonra doğrulup oturdu ve avuçları yukarı gelecek şekilde ellerini yeniden açıp bir süre daha baktı. "Şelidten polis alabası needeee?" deyiverdi! "Yok tatlım Şeriften Polis Arabası, rüya mı gördün?" dedim. "Ama ben oynuyordum onunla" dedi içlenerek. Sonra toparlandı "Çinay lüüya gölmüş olmalı di mi annee?" dedi. "Şeliften polis alabasıyla oynuyoldu Çinay, ama aslında o bii lüyaydı di mii?"

Kocaman sarıldım tatlıma. Demek, dedim, ondan uyanmamış sabah bir türlü...

Herkesin derdi var işte bu hayatta, 3 yaşında da olsa 33 yaşında da!

Dedemize Not: Babacım, şimdi sen okur bu yazıyı dertlenirsin; dertlenme! Geçen akşam arkadaşında Lego Şimşek McQueen, Lego Mater ve Lego TIR Mack ile gayet güzel oynadı; hatta, "bana da Legolu bunlardan alalııım" bile dedi. Şimdi o, neyle karşılaşacağını bilmediği için dert ediyor, görünce çok sevecek, merak etme!

Eski Türklerde Çam Ağacı Süsleme Geleneği (Muazzez İlmiye ÇIĞ'dan)

Bir kaç yazı üst üste çam ağaçlarından, süslerinden ve altına hediyeler koymaktan bahsettim... Babam da dün bu aşağıdaki yazıyı gönderince, eklememezlik edemezdim!

Bu geleneği ben 3-4 yıl önce öğrendim, o günden beri de daha bir severek kuruyorum çam ağacımızı, daha bir severek süslüyorum. Muhtemelen çoğunuzun da bilgisi vardır; ama, yine de paylaşmak istedim. 

Buyrun bakalım, neden çam ağacı süslüyoruz biz?


26 Aralık 2011 Pazartesi

Yılbaşı Coşkusu Sardı Dört Bir Yanımızı!

Annem ne zamandır istediğim kapı süsünü almış evimize...


Kırmızı, yeşil ve kahverenginin birbirine bu kadar yakıştığı başka bir zaman yok sanırım. Gördüğüm her yılbaşı ağacı beni neşelendiriyor! Alttaki ağaçta bir yerlerde ben ve en az benimki kadar tatlı bir minik adam gizli :)



Yavaş yavaş hediyeler gelmeye başladı... Bazı paketleri dayanamayıp açıyoruz; bazılarını açıp -sahiplerine göstermeden- yeniden paketleyip ağacın altına koyuyoruz. Bazıları tamamen sürpriz -hem bize, hem minik adama. 



Esin Teyze'miz evimiz için çok şık bir lavanta kutusu göndermiş... bayıldık! En sevdiğimiz resimlerimizin durduğu yerde salonumuzu süslüyor şimdi.

Bu neşeli şeyler de canım arkadaşlarım, bir önceki iş yerimi güzel hislerle de anmamı sağlayacak Mine ve Gülseren'den... Onlar da ofisteki masamda, iş günlerimi neşelendiriyorlar!

Son olarak da bugün, minik adamın okulundaki yeni yıl partisinin davetiyesi geldi. Pek şeker hazırlamışlar, perşembe gününü iple çekiyoruz...


Buraya kadar gelip de yeni yıl coşkusunu bizimle paylaştıysanız, coşkunuzu ikiye katlayacak bir de video paylaşıyoruz sizlerle!



MUTLU YILLAR :))

Mutlu Olmak İçin Ne Kadar Kar Gerekli?

Çok değil, 3-4 cm olsun, yeri azıcık kaplasın, biz sabah uyandığımızda bahçemizdeki çam ağaçlarının üstünü karla kaplı görelim...

Dışarı çıkınca kar topu savaşı yapacak bir "komşu abi" bulalım, arabaların üstünden karları toplayıp birbirimize fırlatalım...



Parkta yerlerde yuvarlanıp karlı kaydıraktan son hız defalarca kayalım...

Ve soğuktan parmaklarımızı hissedemeyecek kadar dışarıda karla oynayalım...

Yeter :)



Sizin için ne kadar kar gerekli?

23 Aralık 2011 Cuma

Hediye Çekilişi Sonuçları

Bu akşam dışarıda olacağım, ve muhtemelen de eve geldiğimde çok yorgun olacağım için çekilişi yapıverdim :)

Çekiliş yapmak da heyecan verici bir şeymiş, öyle olmasına çok şaşırdım!!

İşte kazananlar:

#1- TUDEM Yayınları'ndan "Bil Bakalım Seni Ne Kadar Seviyorum, S. McBratney ve A. Jeram" kazanan...

8. sıradaki yorumuyla Adsız (Ful)!!!!  Ne yazık ki Adsız-Ful benimle belirlenen güne kadar iletişime geçmedi... bu yüzden çekilişi tekrarladım. Ve yeni kazanan:


2. sıradaki yorumuyla Senin İçin!!!

----------------------------------------------------------------------------------

#2- TÜBİTAK Yayınları'ndan "Yeraltında, A. Millbourne" kazanan...

18. sıradaki yorumuyla Zeynep'in Defnesi!!!

------------------------------------------------------------------------------------

#3- İş Bankası Yayınları'ndan "Mavi Fil Tombik, S. Rentta" kazanan...

3. sıradaki yorumuyla Batuhaninannesi!!!!

--------------------------------------------------------------------------

Tebrik ediyorum :)))

Benimle pazartesi gününe kadar iletişime geçebilir misiniz? Email adresim:


Pazartesi gününe kadar ses çıkmazsa, yeni çekiliş yapacağım.

Mutlu yıllar!!!

Uzak?

"Fiziksel" olarak uzakta; ama, aslında hep yanımızda hissettiğimiz dostlarımız var bizim... Çınar'dan hep "oğlumuz" diye bahsedecek kadar yakın; onyılların birikimiyle, aradaki bin küsür kilometreyi sıfırlayacak kadar samimi dostlarımız.

Ve her sene hem doğumgününde hem de yılbaşında, Çınar'a hep orijinal hediyeler gönderecek kadar da özel ve düşünceli... Bu sene de geleneği bozmamışlar, dün kargo paketini açtığımızda bu nefis şeyle karşılaştık!


Bizim minik adama benziyor, değil mi? Çınar da kendisine benzetti zaten, iyice bir inceledi... Şimdi, odasını süsleyecek bu nadide hediye!

Baktıkça, mesafalerin aslında "uzağız" demeye yetmediğini, gönüllerin bir olduğunu hatırlayacağız...

Teşekkür ederiz Şekerler, biz de sizi çok seviyoruz ve baharı sabırsızlıkla bekliyoruz!!!

Edit: Kasnağı yapanı öğrendim: Kurabiyegiller imiş! Aylardır beğeniyle takip ettiğim, hem yazılarını hem de fotoğraflarını pek sevdiğim maharetli bir blogcu! Kaç tane çekilişine katıldım da bana çıkmadı diye üzülüyordum; meğer, büyük ikramiye çıkmış bana, haberim yokmuş! Elinize sağlık İlkay, teşekkür ederim!

21 Aralık 2011 Çarşamba

En Uzun Gece

Dün akşam, neredeyse 1 yıldır görmediğim; ama, gözden uzak olanın illa da gönülden uzak olmayacağını bana hep hatırlatan iki arkadaşım, iki kızkardeş geldi bize. Serseri oğlum bu güzel, neşeli ve kendisiyle oynamaya hazır iki ablaya hiç yüz vermemiş olsa da, en azından kendi kendine oynayıp sonrasında da şıp diye uyuyarak uzun uzun sohbet etmemize fırsat verdi.

Kızkardeşlerden küçük olanı, hem akademisyen hem de yoga eğitmeni. Bu günle ilgili bana dedi ki:

Gündönümü olan zamanlarda, mesela yarın, az konuşup çok düşünmek, hayattan beklentilerine odaklanmak, gerçekten ne istediğini düşünmek önemlidir. Bu zamanlarda özellikle yoga ve meditasyon insan ruhuna iyi gelir.

Ben yoga ya da meditasyon yapmayı bilmiyorum; ama, arkadaşımın öğüdünü dinleyip bugün az konuşacağım ve daha çok kendime, hayattan beklentilerime, gerçekten çok istediğim şeylere odaklanacağım. Böyle özel zamanlarda özel şeyler yapmak, bana iyi geliyor açıkçası... sizin de aklınızda bulunsun!


Mutlu gün dönümleri, mutlu uzun geceler :)

20 Aralık 2011 Salı

Toplu Taşıma...

Ankara pek toplu taşıma dostu bir şehir değil. Hatta bazen, kendimi Amerikan kentlerinde yaşıyor gibi hissediyorum. Arabasız şehrin iki uzak noktasına gitmek yeterince zor değilmiş gibi, arabalı gitmek de -örgün bir toplu taşıma ağı olmadığından- trafik nedeniyle işkenceye dönüşebiliyor. Eskişehir yolu boyunca kazılmış olan metro tünellerimiz var; ama, trenlerimiz olmadığından metroyu kullanamıyoruz. Günün her saati, Eskişehir Yolu, Konya Yolu ya da Atatürk Bulvarı üzerinde yoğun trafik var. Evden ya da işten kaçta çıkarsanız çıkın trafiğe takılmadan A noktasından B noktasına gitmeniz olanaksız. Yeterince dolmuş, otobüs ve yer altı taşıma aracı olmadığından ve şehrin ulaşım ağı son derece plansız olduğundan insanlar arabalarıyla ulaşımı tercih ediyorlar. Her arabada genelde tek kişi seyahat edince de, 4 milyon nüfusu olan bir şehirde, bütün şehri otobana çevirmiş olan alt geçitler ve köprülü kavşaklar bile bu plansızlık ve yetersizliğin içinde trafiği hafifletmede etkili olamıyor! 

Oh, trafikle ilgili içimi bir nebze de olsa döküp rahatladıktan sonra asıl konuya gelebilirim. Biz de genel olarak hayatı arabada geçen bir aileyiz. Minik adam ve babası sabahları birlikte okula ve işe gidiyorlar arabayla, ben genel olarak servisi kullanıyorum. Hafta sonu ise, hem zamandan kazandırdığı hem de pratik olduğu için gideceğimiz yere arabayla gitmeyi tercih ediyoruz. Geçen ay, "yavaş bir cumartesi" geçirelim, dedik ve arabamızı evde bırakıp, şehrin bütün toplu taşıma araçlarını Çınar'a tanıtmaya karar verdik!

Önce, evimizin önünden dolmuşa binip Kızılay'a gittik. Kızılay'dan Ankaray ile AŞTİ'ye kadar gittik. Çınar dolmuşta zaten çok mutluydu; ama, Ankaray'a bayıldı! Calliou Metroda kitabından ezberlemiş olduğu bütün replikleri teker teker döktü ortaya. Kendi de çok keyif aldı, bizi de çok eğlendirdi! AŞTİ'den taksiyle Bahçelievler'e geçtik (Ankaray servisleri de varmış; ama, iki saatte bir geliyormuş...). Bahçeli'de gezip dolaştıktan ve klasik olarak Mado'da dondurmamızı yedikten sonra caddeden geçen Çankaya otobüsünü fark edip kendimizi otobüse attık. İstikamet Kuğulu Park. Çınar'ın neşesine diyecek yoktu! Bayıldığı otobüsün içinde yarım saat yolculuk etmek rüya gibi geldi çocuğa! Kuğulu Park'ta salıncakta sallanıp kuğulara baktıktan sonra yine taksiyle evimize döndük.


O akşam minik adam yorgunluktan 8'de sızıp uyudu. Hareketli ve keyifli bir günün ardından yapılacak en güzel şey!

Arabayı bir kenara bırakıp yavaş hareket etmek bize de iyi geldi. Çocuğumuzun coşkusunu görmek de cabası :)

Öneririz, sevgiler...

19 Aralık 2011 Pazartesi

Ev Yapımı Yeni Yıl Kartı

Bu sene yeni yıl kartlarını kendim yapmaya karar verdim! Modelim de başarılıydı, herşey çok kolay oldu!

Malzemeler:

- İyi bir model :)
- Modelin güzel fotoğrafları (kolaj olursa daha da iyi)
- İstediğiniz renkte fon kartonu
- Yapıştırıcı
- Süsleme için simli kalemler, yapıştırıcılar, çıkartmalar, damgalar, vs...
- Güzel yazan bir kalem

Ve sonuç :)


İyi seneler :)

NOT: Aslında, bazı kartları da burada gördüğüm geyiklerden hazırlamayı istiyorum; ama, önce minik adamın gönlünün olması lazım :) Aklınızda bulunsun!

Free Kidzz

Ne zamandır yazacağım, erteleyip duruyorum...

Aslında biraz, ilk anın heyecanıyla yazmak istemememden kaynaklandı bu erteleme hali. Biraz düşüneyim, ondan sonra yazayım istedim.

Geçen ay, Türkiye'nin ilk ve tek çocuk müzesi olan Free Kidzz'e götürdük Çınar'ı. Aslında, kışın tek eğlencesi alış veriş merkezleri olabilen Ankara için gerçekten kurtarıcı bir yer (olabilir/di). İşin doğrusu, iyi niyetli bir yaklaşım; daha önceden düşünülmemiş bir şeyi yapmışlar ve gerçekten "bu hafta çocuğumla değişik bir şey yapayım" diyecek anne-babalar için güzel bir etkinlik alanı... Üstelik, çocuğunuzu eğitmenlere teslim edip kendiniz Free Kidzz'in kafesinde oturabiliyorsunuz. Tercih ederseniz, tabii...


Yukarıdaki resimde, serbest aktivite alanı ve playback odası dışında, Çınar'ın yaşına uygun olarak girebildiği tüm alanları görebilirsiniz. Serbest aktivite alanının fotoğraflarını çekmemiştim; ama, minderlerden ve çeşitli jimnastik aletlerinden oluşan, çocukların atlayıp zıplayıp tırmanabilecekleri bir yer. Playback odası bizim için özeldi, onu az sonra paylaşacağım :)

Bu odalara çocuklar (ve isterlerse anneler) eğitmen eşliğinde giriyorlar. Eğitmenin çizdiği rota takip ediliyor, belirlenen sürelerde odalarda kalınabiliyor. Bu anlamda, aslında "adı kadar free" bir ortam değil. Yani, biz kendimiz gezelim, diyemiyorsunuz. Çocuk bir odada "belirlenen" sürelerde kalabiliyor. Odalar kilitli ve ancak eğitmen açabiliyor. Eğitmenler çocuklara "ay, oraya çıkma, düşersin" gibi cümleler kurabiliyorlar ("free (=serbest)" dediysek de o kadar değil sanırım). Hatta, sanırım Free Kidzz'in sorumlularından biriydi, Çınar'ın labirentteki engelin üstüne çıkıp öbür tarafa geçtiğini görünce (bkz. yukarıdaki foto) "Çok cesursun ve bu beni korkuttu" dedi. Tabii ki sorumluluk aldıkları için ve hepi topu 1 saat olan "çocuk sorumluluğu süresini" kazasız belasız atlatmaya çalıştıkları için bu yaklaşımları çok tuhaf değil; ama, yine de ben istemiyorum birinin çocuğuma durduk yere "düşersin, yaralanırsın, aman yapma, etme" demesini... "Olması gereken" budur belki; ama, iddia ettikleri konseptle örtüşmediği için bende biraz hayal kırıklığı yarattı, ne yalan söyleyeyim.

Odalar ve içindeki aktiviteler güzel düşünülmüş, tasarlanmış. Ama, 1 saatlik süre belirlendiği için bazı bölümler o kadar hızlı geçiliyor ki! Mesela, fotoğrafta sol üstte yer alan Böcek İnceleme Alanı'nda çocukların ellerine büyüteçleri almalarıyla bırakmaları neredeyse bir oldu. Aynı şekilde, Dört Mevsim Odası'nı da jet hızıyla geçtik.

Bir eleştiri de, ortamda kullanılan materyallerle ilgili... Bana fazlaca yapay geldi. Mesela, inşaat alanına gerçek kum, inşaat oyuncakları gibi malzemeler konsa, ya da Dört Mevsim Odası'nda yerlerde gerçek yapraklar bulunsa, odalar mevsimin ortalama sıcaklığına göre ısıtılsa ve biz de duvardaki resimlerle idare etmeye çalışmasak çok daha iyi olabilirdi. Bu anlamda en başarılı yerler Balık Tutma Havuzu (havuzlarda gerçekten su vardı en azından; hoş, çocukların ellerini sokmasına izin verilmiyordu ıslanmasınlar diye, ama olsun) ve Dinozorların olduğu odaydı. Dinozor kazı alanı konsepti çok güzeldi bence. Orada da, "dokunulması yasak olan" dinozor maketleri çocukların heveslerini kursağında bırakmış ve eğitmen bu maketlerde gördüğümüz dinozorlarla ilgili hiç bilgi vermemiş olsa da, anne olarak Çınar'a hangisinin ne yediğini, anlatıp büyüklükleri hakkında konuşabildim... 


Çınar, bir çocuk olduğu ve annesi kadar yüksek beklentileri olmadığı için, son derece güzel zaman geçirdi. Hele Playback Odası'nda! Odaya girer girmez davulun başına oturdu, çalmaya başladı. İkiden fazla çocuk aynı anda bu odaya girdiğinde enstrüman paylaşımını nasıl yapıyorlar, bilmiyorum; ama, biz iki kişi olduğumuz için şanslıydık. Çınar doya doya davul çaldı. Ve sonra da kareoke çocuk şarkılarına -kendince- eşlik etti. "Kendince" kısmını bir videoyla açıklamaya çalışacağım:


Başta söylediğim gibi, belki "olması gereken" mevcut uygulamadır; ama, pek çok arkadaşımdan benzer eleştirileri duydum. Sanırım, bu kadar iddialı açılan bir yerin kendini biraz eleştiriler yönünde geliştirmesi gerekecek. Ama, herşeye rağmen, çocuklar için değişik ve eğlenceli bir alan. Giden her çocuğun -iyi günündeyse- keyif alacağını ve Çınar gibi bir kez daha gitmek isteyeceğini düşünüyorum. Mevcut koşullarla değil; ama, süre/ücret ayarlaması yaparlarsa, sık sık da gidilebilir.

Ankara'daysanız ve çocuğunuzla yapacak değişik bir şey arıyorsanız, öneririm! Ama, beklentinizi benim gibi yüksek tutmayın :)

Duyuru: Özgürkalp Sunumu (25 Aralık 2011, Pazar)

Daha önce bir kısmına katılabildiğim Özgürkalp sunumunu burada anlatmıştım...

Önümüzdeki pazar günü, Özgürkalp yine bir sunumla Binbir Çiçek'te olacak. Ben bu sefer tamamını dinlemöek istiyorum; umarım katılabilirim! Bence siz de kaçırmayın!

Sevgiler...

NOT: Aşağıdaki açıklama Özgürkalp'in kaleminden... Onu biraz tanıyabilmeniz için aynen ekliyorum!

--------------------------------------

DOĞAL ÇOCUK GELİŞİMİ - ANNE-BABA VE ADAYLARINA KENDİLERİNİ EĞİTME BİLGİLERİ

Tarih: 25 Aralık 2011 Pazar

Zaman 13:00 - 18:00

Nerede: BİNBİR ÇİÇEK ÇOCUKLAR EVİ,

ReşitgalipCaddesi, Fıskiye Sokak No:16 , G.O.P. Çankaya/ANKARA


Tel: (312) 448-1818
*****************

açıklama - - - - - -

Bir Alternatif Çocuk Eğitimi,

"Çocuk tahakkümsüz olarak nasıl gelişir, öğrenir"

türünden konuları doğum ve bebeklik sürecinden başlayarak örneklerle anlatacağım sunumda... kendini, çocukluğunu ve çevresini anlamak isteyen herkesi davet ediyorum..

ÜCRETLENDİRME: Sunum sonunda bir "sihirli şapka" döndürüyorum. Herkes istediği ve gönlünden gelen ücreti şapkaya verebiliyor.

Sunum 4-5 saat sürmekte ama merak etmeyin.. o 4-5 saat su gibi akıp gidiyor...

--------

doğum öncesi...

doğum anı... suda doğum, evde doğum, hastane doğumu vs.

doğum sonrası..

0-3 yas gurubu, burada 'Emile Pikler' in edindiği bilgileri aktarıyorum.

Emile Pikler, Montessori'den bağımsız olarak benzer -hatta aynı- bilgileri keşfetmiş ve uygulamış..

ve 18 yaşına kadar giden etaplar..

çocugun doğası... çocuğun doğası var mıdır, yoksa çevre mi doğasını belirler?

çocuğun egosu var mıdır? varsa hangi işlemi görür?

çocuğun gelişme etapları...

çocukta odaklanma...

çocuk nasıl öğrenir? nelere dikkat edilmeli ve neler bunun için hazırlanmalı...? çıraklıktan ustalığa giden öğrenme...duyular...tekrarlama...

çocuk ve bağımsızlık ne anlama geliyor...

hazırlanmış ve rahatlatılmış mekan: nasıl yaratılır ve nelere dikkat edilmeli...

aktif tehlikeler ne anlama gelir..

çocuğun travmalara ve blokajlara karşı 'kendi kendini iyileştirme' yetenekleri..

öğrenim malzemeleri: bunların çocuklara sunumları, malzemelerin aile fertlerince yapımı.

çocukların gelişme etaplarında nörolojik beyin gelişimi...

çocuk ve büyükler arasındaki olumlu ve olumsuz iletişim şekli..

özgürlük ve sınırlar, sevgi ve saygı : çocuk eğitiminde ne anlama gelir...

en mühim konulardan birisi ise: aile fertlerinin çocuk gelişimdeki rolleri...

anne, baba ve müesseselerin (okul vs.) çocuğun gelişimindeki etkileri...?

bildiğimiz öğretmenler eğitimde şart mıdır?

Notlar şart midir?

bu arada Rebeca Wild'in Ekvator'da 30 sene önce kurdukları alternatif okulda edinilen tecrübelerde aktarılcak..

görsel malzemeleri kullanarak sunum yaklaşık 4 saat sürmekte.

kullandığım kaynaklar almancadır. kaynaklar genel olarak kitap, dosya ve video şeklinde bende mevcuttur ve isteyene kopyalanabilir. (10gb)

- viyana da, montessori eğitiminden aldığım kaynaklar. felsefesi,

malzemeler ve bunların sunumu ve kullanım hakkında...

- rebeca wild in kitapları. temelinde montessori nin felsefesi yatan ve 30 sene önce anaokulla başlayıp lise okuluna kadar giden bir yolun tecrübelerini kitap ve seminerlerde paylaşan bir çift (rebeca ve mauricio). bu çiftin yazdığı kitaplar ve verdiği seminerler üstüne almanya ve avusturya da oluşan bağımsız okullar 'freie aktive schulen' ,'özgür aktif okulları'.... kurdukları 'pesta' isimli okulun filmi...

- emmi pikler, budapest te, 1900 lerde, yetimhanede görevli olan bir çocuk doktoru. annesiz ve babasız büyüdüklerine rağmen çocukların travmasız gelişimlerini sağlayabilmeleri için 'hazırlanmış mekanlar' ve 'iletişim şekilleri'... emmi pikler enstitüsü

*********

özgürkalbin bir parçasi, sizler için:

2002 Dortmund Üniversitesi, Sosyal Eğitim Bilimlerinden mevzun oldum...Diploma tezimin konusu: "fakirliğin ve zenginliğin oluş nedenleri ve sosyal pedagoji için varılabilinen sonuçlar" "Ueber die Entstehung von Armut und Reichtum und die Konsequezen für die Sozialpaedagogik" Dortmund, 2001-2002, Almanya. Bu çalışmada, mevcut olan para programının topluma, ailelere ve bireylere yansıttığı olumsuz psikolojik yanlarını ele aldım ve alternatif para sistemlerini değerlendirdim.

2002 ile 2007 arası 10 ile 22 yas guruplarınla belediye projelerinde calıştım... Bunlar, Almanya-Dortmund'da ve Avusturya-Viyana da gerçekleşti..Mevcut olan alanlarda çocuklar ve gençler için yeteneklerini geliştirebilecek imkanlar ve mekanlar sunmaktı.

2007 de viyana da montossori eğitime başladım ve herhangi bir şekilde devam etmekte..

http://montessori.at/akademie.xhtml

Rebeca ve Mauricio Wild in Almanya'daki 2009 seminerine katıldım.

Wild ler üzerine bilgiler:

http://de.wikipedia.org/wiki/Rebeca_Wild (almanca)

http://www.subud-sica.org/Sections/Inspire/Inspire02/

Inside/Pages/Education/ETReportBodyFrame.html

The Pestalozzi School (ingilizce)

***********************************




12 Aralık 2011 Pazartesi

Fantastik

Bu yazıyı, ÇınÇın büyüyünce, ne kadar fantastik bir dedesi olduğunu yeniden hatırlasın diye yazıyorum.

Aşağıdaki resme dikkatlice bak(ınız) lütfen:


İsveççe bilmeyenler için hemen izah edeyim. Bunlardan büyük kahverengi kutu gibi olan "zencefilli kurabiye evi (nam-ı diğer gingerbread house)". Diğer tüpte olan ise "somon balığı ezmesi"!

Deden bunları senin için almış minik adam. Verirken dedi ki "bak, Çınar'la yılbaşında birlikte yapın diye zencefilli kurabiye evi aldım! Kurabiyesi hazır; ama, şeker hamurunu birlikte yapıp evi dekore edebiliyorsunuz! Diğeri de somon balığı ezmesi, biz küçükken çok yerdik bundan!"

Küçükken çok yerdik bundan?

Ya sanırım, babamın (ve pek tabii ki ailesinin) kütüğünün Söğüt'te olmasından mütevellit annemin bize "hanedan" demesinin aslı astarı olabilir! Hangi 60 yaşını doldurmuş dede, eğer soyadı Osmanoğlu değilse, "küçükken biz hep somon balığı ezmesi yerdik" der ki, allah aşkına :)))

Neyse, somonla ilgili şoku atlattıktan sonra ancak kurabiye eve sevinebildim! Zira, geçen hafta Binbir Çiçek'te Gingerbread House Workshop yapılmış ve biz zavallı "4-yaş-altı-çocuk-anneleri" etkinliğe katılamamıştık. Hoş, tabii ki isabet oldu; Banu'nun ve Itır'ın yazılarını okuyup resimlerinden baktıktan sonra hasedimden çatlamış olsam da, Çınar'la o etkinliğin gideceği yeri az çok düşünebiliyorum. Amaa, artık bizim de "burada yapılmışı var" türünden de olsa bir zencefilli kurabiye evimiz var; ve, umuyoruz ki yılın son günü sabah kalkıp, mis gibi şekerlerle süsleyip akşama da afiyetle yiyeceğiz.

Teşekkürler dedecik, evimizin herşeyi :)

NOT: Bunu da buraya yazayım... İlkokuldayken, soyadım dolayısıyla benimle "tarhana çorbası" diye dalga geçtiklerini hatırlıyorum. Çok takılmazdım, komik de bulurdum. Geçen akşam, annemle Çınar arasında geçen diyalog:

Annem: Çınar, anneanne ne? (soyadından bahsediyor)
Çınar: Anaane Tarhan!
A: Emo ne?
Ç: Emo Tarhan!
A: Dede ne?
Ç: Dede tarhana çoobası!!! Eehehehehe

Bunu tamamen kendisinin bulup düşünüp "espri" olarak söylediğini yazmama gerek yoktur sanırım :) Yeni nesil pek fena, peeek!

11 Aralık 2011 Pazar

Neşeli Kahvaltı

Aslında ihtiyaçtan değil; tamamen değişiklik olsun diye çıktı bu kahvaltı fikirleri ortaya. Ama Çınar'ın vazgeçilmezleri oldu! Hani kahvaltı sevdirme konusunda yardıma ihtiyacı olan varsa, kendine uyarlayıp kullanabilir. Gereken tek şey, büyücerek kurabiye kalıpları! Sağolsun, bize Yaso Teyze'miz getirmişti (o da Esse'den almış). Bunlarla dev kurabiyeler yapabildiğimiz gibi, aşağıda göreceğiniz üzere, şekilli ekmekli kahvaltılar da hazırlayabiliyoruz!

Güneşi Seviyorum Kahvaltısı için Malzemeler: Büyümek Brioche ekmek, çilek reçeli, yumurta, kaşar peyniri, kalp şekilli kurabiye kalıbı...


Kalpli Çiçekli Fransız Tostu Kahvaltısı: Kalp ve çiçek şekilli kurabiye kalıplarıyla kesilmiş ekmekler önce yumurtaya bulanır; sonra istenirse az yağda kızartılır, istenirse fırınlanır. Reçel/bal/şurup ya da peynirle birlikte afiyetle yenir! (Aslında bitter fındık ezmesiyle yenmez; ama, minik adama dinletemedim...)



Çiçek, Böcek, Vs. Kahvaltısı: Büyümek Brioche, çilek reçeli, zeytin ezmesi, Boyabat çeçili, çiçek ve kalp şekilli kurabiye kalıpları.

Afiyet olsun!


10 Aralık 2011 Cumartesi

Çam Ağacı ve Noel Cini

Ayın başında mutlu haberler alınca bu sene, yılbaşı havasına erkenden girdik. Minik adamın okulunda da çam ağaçları süslenip, sınıflar kar taneleri ve parlak süslerle dolunca özendik... biz de bu sabah çam ağacımızı kurduk, alladık, pulladık...


Bizim minik adam, üzerindeki pijamayla tam bir Noel Cini gibi göründü gözüme -bir tek, şapkası eksik. Geçen sene yalnızca renkli cam topları evirip çevirmek ve sağa sola atmak istemişti. Bu sene ağaca takmak için bana yardım etti. Bazılarının sicimleri kopmuştu, sicimleri kopanları da güzelce doladı dallara. İtiraf edeyim, bunu yapabileceğini pek sanmıyordum; şaşırttı beni! Ve ikimiz de süslü püslü çam ağacımızı görünce pek keyiflendik!

Şimdi heyecanla önce kar yağsın, ardından bu ağacın altı hediyelerle dolsun, sonra da lapa lapa kar eşliğinde yeni yıla mutlulukla girelim diye bekliyoruz... 

Yeni Yıl Coşkusu: Çekiliş :)

Hediye almayı; ama aslında daha çok vermeyi hep çok sevmişimdir! İsterim ki her yılbaşında, doğumgünlerinde sevdiklerime ufak tefek de olsa bir şeyler alayım, yüzlerini gülümseteyim...

2 yıldır bu blogda sizinle minik adamı ve minik adamlı yaşamımı, sevinçlerimi, endişelerimi, sıkıntılarımı, heyecanlarımı paylaşıyorum. Yorumlarınızla siz de benim bu duygularımı paylaştığınızı gösteriyorsuınuz çoğu zaman. Ve ben bu yüzden sizleri de -hatta okuduğunu bildiğim ama seslerini duymadıklarımı da- seviyorum.

Hal böyle olunca, ben de bloglar arasındaki modaya uyayım, dedim ve yeni yıl için sizin minikleri sevindirecek bir çekiliş düşündüm. Bu yazının altına yorum bırakan 3 kişi sırasıyla bu kitaplardan birini kazanacak:

- Bil Bakalım Seni Ne Kadar Seviyorum, S. McBratney ve A. Jeram, TUDEM Yayınları
- Yeraltında, A. Millbourne, TÜBİTAK Erken Çocuk Kitaplığı
- Mavi Fil Tombik, S. Rentta, İş Bankası Yayınları


Çekilişi Random.Org ile yapacağım. Çekilişe katılmak için blog izleyicisi olmanıza -yani, yanda yer alan "Kim Bizi Seviyor?" kısmında görünmenize- gerek yok. Ama, bir şekilde takip edebiliyor olsanız iyi olur; çünkü, sonucu yine bir yazıyla duyuracağım.

Çekiliş 23 Aralık Cuma günü akşam yapılacak ve aynı gün blogda duyurulacak. Sonrasında da hemen hediyelerinizi göndereceğim :)

Mutlu Yıllar!!

3 Aralık 2011 Cumartesi

Yılın Sonunda Yeni Başlangıçlar

Çınar Binbir Çiçek'e başladığında "bebek sınıfında"idi. 20,5 aylık minnak bir bebekti kendisi. Sonra, 2011'in başında "toddler" (herhalde küçük çocuk olarak çevrilebilir) sınıfına terfi etti. Biraz daha büyümüştü, tek derdi özbakım olmaktan çıkmıştı, daha "entellektüel" etkinliklerle zaman geçirebilir hale gelmişti...

Seviyordum ben "toddler" sınıfının entellektüel ama hala bebeklikten kurtulamamış neşeli havasını. Özenini, coşkusunu. Ama bir yandan da, Montessori gruplarının her hafta yaptıkları gezileri, yüzme derslerini, çeşit çeşit etkinliklerini ve paylaşım günlerini kıskanmadan da edemiyordum.

Bir önceki hafta Hilal Hanım "artık yavaş yavaş Montessori'ye geçiriyoruz Çınar'ı" dediğinde ben çok sevindim; Çınar o kadar sevinmedi. Benim oğlum muhafazakardır alışkanlıkları konusunda. Anneannesinden az ekmek yemedi :) Dolayısıyla işin gezi, etkinlik, paylaşım kısımları hiç ilgilendirmedi onu, varsa yoksa Miss Özge'si ve sınıf arkadaşlarından ayrılma derdi... Neyse, her zaman yaptıkları gibi, yine Çınar'ın ritmine uydurdular geçiş dönemini ve geçtiğimiz hafta ortasından beri Çınar artık bir Montessori veledi! Yeni öğretmeni Miss Züleyha, aslında Çınar'ın bebek sınıfındaki ilk öğretmeni. Hoş, hala "ben Miş Züeyya'nın sınıfına ditmiyceeem, tendi sınıfıma ditceeem" diye tuttursa da arada, sanırım alışmaya başladı iyice. Tabii, Monetssori sınıfları biraz daha sıkı kuralları olan sınıflar. Kural denince, aklınıza Alman disiplini gelmesin. Hayatı kolaylaştıracak kurallardan bahsediyorum... şimdilik Çınar için o kurallar biraz esnek. Soundbox'ların içindeki malzemeleri birbirine katmasına ya da sınıfta deli danalar gibi koşmasına ses çıkarmıyorlar; ama işte, yavaş yavaş tempoya uyduracaklar.

Toddler sınıfında öğrendiği şarkılardan Itsy Bıty Spider... Montessori sınıfının ilk circle-time'ında arkadaşlarına söylemiş. Ben videoyu sabahın köründe çektiğim için yavrum biraz pejmürde, idare ediverin :)

Ben ondan daha hazırmışım tabii. Gezi, etkinlik, paylaşım, ıvır zıvır dendi mi kendimden geçiyorum. Bence, en az anası kadar sosyal ve gezenti bir kişilik olan, aynı zamanda da en az anası kadar kural seven oğlum da kısa zamanda eski alışkanlıklarını kırıp kendini Montessori sınıfının eğlenceli ama kurallı dünyasına teslim edecek :)

25 Kasım 2011 Cuma

Ne İçin?

(Işıklı bir alt geçitten geçtikten sonra...)
Çınar: aaa, ışıklaa vaadı ama kalanlıktı di mi anne?
Başak: evet tatlım, çünkü akşam oldu artık.
Ç: ne için aşkam oldu? (böyle soruyor; 'niçin' değil 'ne için')
B: çünkü güneş evine gitti
Ç: ne için evine ditti?
B: çünkü çok yorulmuştu
Ç: ne için yolulmuştu?
B: çünkü büyün gün dünyayı ısıtmak ve aydınlatmak için enerji harcamıştı
Ç: eneeji, di miii? ... eneeji nedir?
(Hah, Başak, buyur, açıkla bakalım!)
B: eee... mmm... yani enerjii, bir şeyi yapmak için ihtiyaç duyduğumuz güçtür (aferin, mühendistim ben değil mi? otur, rezil!)

Okuldaki mantı gününden, Kasım 2011...

24 Kasım 2011 Perşembe

Sanal Kitap Fuarından

İdefix'in sanal kitap fuarını duydunuz mu? Duymayan kalmasın... Pek çok kitabı %25 ila %50 indirimle alabiliyorsunuz. Çın'a ne zamandır almak istediğim; ama, kah kitapçılarda bulamadığım, kah ertelediğim kitapları alabildim. Geçen iki ay içinde dedemiz Yapı Kredi ve İş Bankası Yayınları'nı evimize yığdığı için alacak çok kitabımız da kalmamıştı aslında. İşte bizim mütevazi listemiz:

1- Kütüphanedeki Aslan -Michelle Knudsen (Osman&Evren'in tavsiyesiyle...)
2- Kasabanın En Şık Devi -Julia Donaldson (Osman önerdi; Çınar'ın "şık giyinme" takıntısına merhem olur diye umuyoruz... olmasa da, JD yani, muhteşem değildir de nedir?)
3- Uyuyamıyor musun Küçük Ayı? -Martin Wadell (yine "tedavi" amaçlı... bir de, Aferin Küçük Ayı'yı çok sevmişti bizim minik adam)
4- Karda Ayak İzleri -Mei Matusoka (Bir Dolap Kitap'ta okumuştum bu kitabı, çok sevmiştim. Kar sahnelerine bayıldığımız, soğuk kış döneminde iyi gider dedim)
5- Yetenek Yarışması -Jo Hodgkinson (Çınar'ın bayıldığı şeyler: müzik aletleri, hayvanlar...)

Sizde neler var?



23 Kasım 2011 Çarşamba

Dino-Dig




Dün insanlık için küçük, ÇınÇın için büyük adımların atıldığı bir gündü. Bizim minik adam, Montessori öğrencisi olma yolunda ilerliyor. Aslında kendisine kalsa, mevcut sınıfı gayet iyi; hiç değiştirmeye gerek yok :) Ama vakti gelmiş (Mrs. Hilal de, Miss Özge de böyle düşünüyorlar).


İşte dün, "Montessori sınıfını sevdirme etkinlikleri" kapsamında, Montessori sınıfının gittiği bir geziye katıldı Çınar: Gordion'daki Dinozor kazı alanı, Dino-Dig'e! Geçen haftalarda şöyle bir ziyaret etmiştik; dolayısıyla, hem ortama aşina olmasından hem de son zamanlarda vuku bulan dinozor sevgisinden dolayı sabah Miss Züleyha'dan haberi alınca zıp zıp zıplamaya başladı. "Servisle mi gideceğiz?" diye sorduğunda "evet" deyip nefesimi tuttum; ama, "seerviis, seervis, Şenol Amca, seervisle gitcem ben dinozoolalaaa!!!" diye neşeyle şakıyınca derin bir oh çektim.

Sabahtan Miss Özge ile Montessori sınıfının "circle-time"ına katılmışlar. Sanırım, "kendi sınıfındaki circle'a göre biraz fazla oturuyor olduklarını" düşünmüş ama circle'ı da tamamlamış. Sonra hep birlikte servisle Gordion'a gitmişler. Kazıyla -benim hiç beklemediğim biçimde- çok ilgilenmiş. Çok keyif almış. Öülen yemeklerini de kendileri için özel ayrılan alanda yemişler (akşam bana evde "bölek yedik, aylan içtik" diye anlattı). Sorunsuz olarak da okula geri dönmüşler ve döner dönmez de uyuyakalmış...

ÇınÇın muhafazakar bir çocuk, alışkanlıklarını değiştirmeyi sevmiyor. Değiştirmemek için direniyor. Ama ufak ufak adımlar atıldığında, süreç uzun olsa da, geçişi tamamlayabiliyor. Mesela, bu Montessori sınıfına geçme sürecinde sürekli "Miss Özge de gelecek mi? Aaakaşlalım da gelceklee mi?" diye sorması bu yüzden. O yüzden, Miss Özge olsa da yanında, arkadaşlarının olmadığı bu gezi, sabahtan sınıfta geçirdiği zaman bizim için önemli ve yazılmaya değer :)

Aslında, Çınar'la birlikte diğer çocuklara baktığımda hep gördüğüm şu: Evet, benzer yaşlarda/aylarda çok benzer davranışları oluyor. Hatta, bu ara bütün "yakın" arkadaşlarının çoğu "lanet olası 3 yaş" sendromunda (bunu ben buldum, literatüre geçsin istiyorum). Ama, hepsinin o kadar farklı ritimleri var ki... Ve aslında onları birbirinden ayıran, tek bir yöntemle hepsinin sorununu çözemememizin nedenş de o ritim.

Ne mutlu ki Çınar, o ritme saygı duyan kişilerin, eğitimcilerin olduğu bir yerde geçiriyor gününü. Hem çok sevildiği hem de kendisine saygı duyulan bir yerde...

Öğretmenler gününüz kutlu olsun canımız Binbir Çiçek ailesi, siz olmasanız biz ne yapardık?

18 Kasım 2011 Cuma

Docus-dipla

Yeni takıntımız hayırlı olsun...


Dinozorlara merak sardı minik adam şimdi de... Galiba, Oyuncak Hikayesi filmi ile başladı; çok sevdiği timsahlara benzettiği için de devam etti. Sonra bir gün, bir oyuncakçıda bu dinozor oyuncağı gördü ve "dünyası değişti" :)

Eskisi kadar çok oynamıyor arabalarla artık. Arabalarla "birlikte" hayvan ve insan figürleriye de oynayıp canlandırmalar yapıyor (konuşturuyo kısacası). Hikayeler yazıyor, sesini kimi zaman inceltip kimi zaman kalınlaştırıyor. Çok eğlenceli izlemesi.

Bir de, daha kendi adını düzgün söyleyemeyen bir minnağın "stegosaurus" ya da "allosaurus" demesi de çok eğlenceliymiş. "Diplodocus"u tutturamadı bir tek, onu tam tersten söylüyor (bkz. başlık).

Her ne kadar bir önceki yazıda "lanet olası 3 yaş" etiketi varsa da, keyifli olduğu zamanlar da yok değil bu 3 yaşın. Her yaşının zorluğu kadar, güzelliği de var. Neresinden görebilirseniz o gün, öyle geçiyor işte...


Kısa Kısa Etkinlik Takvimimiz :)

Kışın sanırım daha çok şey yapıyoruz; ya da, aslında hava dışarıda uzun gezilere elverişli olmadığı için, kendimizi bir şeyler yapmaya zorluyoruz.

Geçen hafta sonu, "Türkiye'nin ilk ve tek çocuk müzesi" sloganıyla faaliyete başlayan Free Kidzz'e gittik. Aslında, bildiğimiz anlamda bir müze değil. Ama, vaadettikleri kadar "free (özgür)" de değil. Yakında fotoğraflarla deneyimimizi paylaşacağım.

Bu cumartesi Çınar'a bir dolmuş-metro deneyimi yaşatalım, diyorum. Calliou'nun "Metro" kitabına takılmış durumda. Gerçeğini görmek için heyecanlı.

Pazar günü de, Devlet Opera ve Balesi'nin oyunu olan Sihirbaz Oz'a gidiyoruz dev bir ekiple! Çınar'ın bir sürü arkadaşı ve onların anneleri olan baldan tatlı kadınlarla keyifli vakit geçireceğimizi umuyorum... Çıkışta da birlikte bir yemek yiyeiblirsek, değmeyin gitsin keyfimize!

Hepsi, pek yakında, bu blogda! Bizi izlemeye devam edin :)

16 Kasım 2011 Çarşamba

3. Dönem Montessori Eğitimci Eğitimi Sertifika Programı

Aşağıda ileteceğim bilgiler bana okulumuzdan geldi. Bu sertifika programına katılmak için, lise mezunu ve çocuk eğitimiyle ilgili olmanız yeterli! Programımı ayarlayabilirsem, ben de katılmayı düşünüyorum hatta!

Bilginize, sevgiler...

3. Dönem Montessori Eğitimci Eğitimi Sertifika Programı


Binbir Çiçek Çocuklar Evi (Montessori Önokul) ve Binbir Çiçek Vakfı tarafından düzenlenen “3.Dönem Montessori Yöntemi – Eğitimci Yetiştirme Kursu” (Temel Düzey) 3- 4 Aralık 2011 (Cumartesi –Pazar) tarihinde başlayacaktır.

Eğitimler Ankara’da, Binbir Çiçek Çocuklar Evi Montessori Önokul’a ait tam donanımlı bir Montessori sınıfında yapılacaktır. Eğitim süresi 150 saat olup eğitim sonunda tüm gereklilikleri yerine getiren katılımcılara Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) onaylı sertifika verilecektir.

Eğitim takvimi aşağıda yer almaktadır.

Program, okul öncesinde alternatif eğitime ilgi duyan ve en az lise mezunu olan herkese açıktır.

İlgilenenlerin detaylarla ilgili bilgi ve kayıt için 0 312 448 18 18 numaralı telefondan Hilal Öktem ile iletişime geçmeleri gerekmektedir.


Eğitim Tarihleri

1. Hafta 3 - 4 Aralık 2011

2. Hafta 17 – 18 Aralık 2011

3. Hafta 14 – 15 Ocak 2012

4. Hafta 28 -29 Ocak 2012

5. Hafta 11 – 12 Şubat 2012

6. Hafta 25 – 26 Şubat 2012

7. Hafta 10 – 11 Mart 2012

8. Hafta 24 – 25 Mart 2012

9. Hafta 14 – 15 Nisan 2012

10. Hafta 28 – 29 Nisan 2012

11. Hafta 12 -13 Mayıs 2012



14 Kasım 2011 Pazartesi

Uyku Arkadaşı

Öğlen uykusuna bu uyku arkadaşıyla dalan bir yavru, gece olunca "bütün oyuncaklarımı çıkarın odamdan, rahatsız oluyorum" der mi yahu?


Der... bizdeki yavru diyor, dedi, en azından...

Ne yapacağız, nasıl geçecek bu gece korkusu durumu bilemiyorum; ama, ben perişanım. Hem üzülüyorum, hem sebep olduğumu düşündüğüm için kendimi suçluyorum, hem de gece 11'de ancak uykuya dalabilen (ya da bayılan) ve sabah 6 dedi mi ayağa dikilen bir çocuk annesi olarak yor-gu-num!

CDleri, DVDleri kaldırdık ortadan, seyrettirmiyoruz. Ama, Hilal Hanım müjdeyi (!) verdi bugün; bir kaç ay sürebilirmiş bu durum... bittiğimin resmidir!

Az uyumasıyla ilgili sinir bozukluğundan olabilir; son derece asabi de bu ara. İsteklerinde direten, ilgisi başka yöne çekilemeyen, sürekli bağırarak konuşmaya çalışan sevgili yavruma buradan seslenmek isterim: annen bu kadar az uyuyarak seninle sakince iletişim kurabilme becerisine sahip değil ne yazık ki... eski günlerimize dönelim, olma mı?

NOT: Dayısının fotoğrafla ilgili yorumu: Marilyn Manson diz çöküp tövbe ister valla! Adam şu yaşında böyle bir şeyle uyumuyordur!

11 Kasım 2011 Cuma

Hollywood'a Transfer Edeceğiz Kısmetse...

Gossip Girl (Dedikoducu Kız) dizisini biliyor musunuz?

Bizim minik adamı, onun yeni bölümleri için Hollywood'a transfer edeceğiz kısmetse... Chuck Bass'in oğlunu falan oynar artık. Şimdilik planlar böyle...


Gider ama di mi? Yakışır :))

10 Kasım 2011 Perşembe

Dark Side*

*Karanlık Taraf; Star Wars-Yıldız Savaşları filminden...

Anne-baba olarak bunu da yaptık yavrucuğum en sonunda; yarın öbür gün büyüyüp de burayı okuyunca hakkını ara diye yazıyorum :)

Sen bu en sevimli halinle büyüklerinin ellerini öptün, "iyi baylamlaaaa" dedin ve harçlıkları topladın ya...

Hah işte, biz senin o bayram harçlıklarının hepsini iç ettik!

Bu vesileyle, anne-baba olarak "dark side"a geçmiş bulunuyoruz, hayırlısı olsun... vakti gelince, sor bizden hesabını. O zamana kadar, helal ediver :))


4 Kasım 2011 Cuma

Botanik Parkı Gezisi ve Servis Korkusunun Sonu!

Yazıp yazmadığımı hatırlamıyorum; ama, bundan bir süre önce -galiba bahar zamanıydı-, Çınar sürekli "servise bincem" diye tutturuyordu... Ve bir gün, Şenol Bey ve bir öğretmeniyle birlikte, bir arkadaşını evden almak üzere güle oynaya servise bindi... ama sonu güle oynaya gelmedi. Bir şekilde serviste olmaktan korkmuş, ağlamaya başlamış. Sonrası biraz travma ve servis korkusu!

Bu sıkıntı yüzünden 1-2 okul gezisini de kaçırdı. Bu yüzden, 1-2 hafta önce bizimkilerin sınıfını Botanik Parkı'na götürmeyi düşündüklerini öğrenince, yine buruldum. Ama bu sefer Hilal Hanım, okulun binek aracıyla da çocukları götürebileceklerini söyledi. Arabayla ilgili sorunu olmadığından, gider diye düşündüm.

Geziyle ilgili hiçbir şey söylemedim sabah (Hilal Hanım'dan akıl aldım öncesinde tabii). OKula gelince öğrendi geziye gideceklerini. Önce "ben gitmem" dedi. Sonra, "servisle gitmem" dedi. Arabayı anlattılar. Sonra ben bırakıp işe geldim; öğlen okulu arar, durumu sorarım diye düşünüyordum ki, telefon çaldı. Hilal Hanım "güle oynaya parka gidiyoruz, Özge Çınar'la konuşmuş. Anlaşmışlar. Şimdi büyük bir dikkatle yolu ve Şenol Bey'i izliyor" dedi.

Servisle okul gezisine gidilebildi diye ağzı kulaklarına varıp ofiste "yaşasıın!" diye çığlık atan ve derhal kocasını arayıp haber veren kişiye ANNE denir. Evet yaptım! Ne yapayım... çok üzülüyordum; yersiz bir korku, hatta takıntı yüzünden eğlenebileceği pek çok ortamdan mahrum kalmasına.

Gezi nasıl geçmiş, neler yapmışlar bilmiyorum; ama, şu güzel fotoğraf geldiğine göre, pek keyifli olmuştur diye düşünüyorum!

Fotoğrafı bilerek biraz bozdum; çok fazla çocuk var. Bizim minik adam, sol başta :)

Aslında bu vesileyle, okul gezilerinde bizim okulun uyguladığı bir yöntemi de anlatmak istiyorum. Çocuklar kaybolmasın diye isimlerini yazıp da görünür yerlere yapıştırmıyorlar. Çantalarının iç kısımlarında isimleri yazıyor. Gezilerde de genelde grup oldukları belli olsun diye çantalarını taşıyorlar. Ya da, Binbir Çiçek'e ait herhangi bir şeyi... İsim yazmamalarının nedeni basit: Çocukların isimlerini ifşa etmiş olmamak. Böylece, yabancı birilerinin onlara isimleriyle seslenmelerini engellemiş oluyorlar.

Bir de, çocuklarda paranoya yaratmadan, gayet basitçe, tanımadıkları biri yanlarına gelir ve onları bir yere götürmek isterse ya da rahatsız olacakları bir şey yaparsa, yüksek sesle "SENİ TANIMIYORUM" demelerini söylüyorlar. Bu, etraftaki insanları uyarmak açısından, "imdat, annee, babaa" diye bağırmaktan çok daha etkili oluyormuş.

Okul gezileri için aklınızda bulunsun; belki, kendi okulunuza önerebilirsiniz...

Bu güzel resimle birlikte herkese iyi bayramlar diliyorum!!!! Mutlulukla geçireceğimiz nice bayramlara....

Başak :)

31 Ekim 2011 Pazartesi

Sofra Düzeni

Herşeyiyle minik adamım tarafından kurulmuş bir sofra! Zaten, sol taraftaki çatal-kaşığın yönünden belli olsa gerek. Ben yalnızca, malzemeleri verip "annenin oturduğu yere koy, babanın oturduğu yere koy" diye talimat verdim. Yalnız, anneannesi görünce gurur duyacak. Yıllardır bize "tabaktaki çiçeklerin sapları aşağı geleceeek" demekten dilinde tüy bitti. Torununun içinde var; eh, ne de olsa elinden çok ekmek yedi!


10 üzerinden kaç verirsiniz? :)

Fotoğraflarla 29 Ekim 2011

Çınar Anıtkabir'i çok seviyor. Orası, Atatürk'ün evi; Mozole de "uyuduğu" yer. Mozole kısmında da hiç sıkılmadığı gibi, o kocaman meydanda koşturmaya da bayılıyor. Aslında herhalde, Ata'mızın da hoşuna gidiyordur; bir çocuğun her karesini sevdiği, elindeki bayrağını sallaya sallaya koşturduğu, bulunmaktan keyif aldığı bir yerde "uyuyor" olmak...

Biz de, her fırsatta gidiyoruz Anıtkabir'e. Çınar biraz daha anlayacak yaşa gelsin, müzelerini de doya doya gezeceğiz.

Bu 29 Ekim'de de Anıtkabir'i ziyarete gittik. İşte fotoğraflarla ziyaretimizin özeti:


Giderken hiç aklımıza gelmemişti bayrak isteyebileceği... bir çocuğun elinde gördü ve tutturdu! Anıtkabir'de bayrak satılan yer olmaması esef verici. Bu elinde gördüğünüzü Mozole'den (ç)almak zorunda kaldık :D


Bayramlarda Mozole'de bulunmayı seviyorum... Çiçekler, bayraklar... bu sefer çocukların kendilerinin yaptığı bayraklar ve çiçekler de vardı. Kalabalıktan fotoğraflarını çekemedim; ama, seneye belki Çınar da getirir buraya bir hediye...

Gün batımında fotoğraflar harika çıkıyor... Yapı nasıl da aydınlık, pırıl pırıl çıkmış... Her haliyle içimizi aydınlatıyor!

Temmuz'da geldiğimizde burayı gördüğümü hatırlamıyorum... belki de, bu tarafa geçmedik; ama, çok güzel bir düzenleme yapmışlar. Çınar'cığım içindeki çakılları toplamak için çok numara çekti; ama, asker abilerden izin çıkmayınca üstelemedi :)


Bu da dönerken... arkadaşın elindeki kahve makinesinden alınmış macchiato... Hayır, benim macchiatomdu. Tadına bakmasına izin vermiş bulundum. Kahve seven çocuk olur mu ya?

-BİTTİ :)-

Büyürken Şuursuz Bir Ana-Babaya Sahip Olmak...

Çınar'ın dertlerinden biri olsa gerek...

Mevsim geçişi midir, bu saatlerin ayarlanma vaktinin gelmesinden midir, Ahmet'in bitmek bilmeyen seyahatlerinden midir bilemiyoruz; ama, ana-baba olarak hayatımızın en şuursuz günlerini yaşıyoruz. Galiba biraz, 3 yaşla birlikte gelen "bu çocuk büyüdü ya, oldu bu artık" yanılgısı da var. "Büyüdü artık, o kadar kontrol etmemize, karışmamıza gerek yok" diye düşündük. Tamam, çok güzel, süper yaklaşım da, şuurumuzu kaybedecek noktaya gelmeseydik, iyiydi.

İki hafta önce mesela, rutin cumartesi-Kuğulu-Park-akabinde-Mado gezilerimizden birinde Çınar Mado'da her zamanki çikolatalı-portakallı dondurmasını keyifle yedikten sonra, üstüne portakal suyu içmek istedi. Her ne kadar "Ahmet ya, dondurma üstüne portakal suyu anlamsız değil mi?" desem de, midesine bir şey göndermeyi böyle hevesle istemesi sonucu direncim kırıldı ve o portakal suyunu içti. Sonra Kuğulu Park'a geri döndük ve mekanik atlı karıncaya binmek istedi. Evet, bindirdik. Sonrası... Problem Çocuk-2 filmini hatırlayanınız var mı? Hani dönmedolaba binerler, çok hızlı döner ve hepsi kusmaya başlar; ama, fışkırarak. Hah, işte! Filmlerde gördüğümüzün aynısıyla karşı karşıya kaldık! Hayır, zavallı yavrumun bütün yedikleri çıktığı gibi, oynamaya doyamadan da eve dönmek zorunda kaldı...

Geçen haftaki şuursuzluğumuz ise psikolojik bir soruna yol açtı. Bizim minik Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo), Cars (Arabalar), Toy Story (Oyuncak Hikayesi) gibi muhteşem Pixar yapımlarını izlemeyi seviyor bir süredir. Calliou ve Elmo'dan ikrah gelmiş bir anne-baba olarak, biz de bu "gelişmeyi" sevinçle karşılıyorduk. Herşeyi olduğu gibi, bunu da abarttık ve tutup kendisine bir ton çizgi film aldık. Geçen salı akşamı da, "sinema gecesi" yapmaya karar vererek Toy Story 3'ü koyduk. İlk iki film son derece sevimli, şiddet veya korku öğesi içermeyen, eğlenceli filmlerdi. Üçüncüde Pixar tarz değiştirmeye karar vermiş. Filmin kahramanlarından Andy üniversiteye başlıyor diye izleyen çocukların da üniversiteye başlayacaklarını mı düşündüler bilemiyorum; ama, filmde ciddi korku öğeleri vardı. Tabii biz şuursuz ana-baba, bunu filmin ilk CD'si bitene kadar -Çınar da pek tepki vermediği için- fark etmedik. Ha, ne zaman fark ettiniz, diye sorarsanız, Çınar bütün gece uyuyamayıp sabahın köründe (6:30) ayağa dikilip de "annee, benim odama maymun gelmez di miii?" diye sorunca! Dilimiz döndüğünce o maymunun yalnızca filmde olduğunu, onun odasına gelmeyeceğini anlattık, güven duyması için "bak zaten seslendiğinde biz seni duyarız" falan dedik... ve konu kapandı -sandık!

O geceden beri uyurken çok zorlanıyor. Uyku işini çözdük, 10 dakika ninni söylüyorum, sonra uyanıksa bile odasından çıkıyorum, kendisi uyuyor, derken başa sardık. Asla yalnız uykuya dalmak istemiyor. Gece elli kere uyanıyor, sabahın köründe kalkıp (bugün 5:23 mesela) bizim yatağımızda yatmak istiyor (45 günlükten beri kendi yatağında, kendi odasında yatan çocuk!). Ve hep aynı şeyi söylüyor "benim odama kimse gelmez di mi anne?"

Şuursuzluğumuzun doruğunda olduğumuz için, sorunu kendi başımıza çözmeye çabalayıp da çocuğun psikolojisini iyice yerle bir etmeyelim, dedim ve bu sabah soluğu Hilal Hanım'ın yanında aldım! Kendisi gerçekten bizim şansımız! Herneyse, beni tebrik (!) ettikten sonra, yaş dönemiyle ilgili de bir durum olduğunu ve tabii filmin bu tür korkuları açığa çıkardığını söyledi ve şunları önerdi:

- O çözüm sunmadan çözümle gelmeyeceğiz, "seni ne rahatsız ediyor?" ve "seni rahatlatmak için ne yapabilirim?" diye soracağız. (Ben, maymunu filmle ilişkilendirdiğim için, yatağının yanına Buzz ve Woody'yi koyup 'bak, onlar da seni koruyabilir' demiştim; Hilal Hanım 'fantazi yaratmasına neden olabilir, kendisi söylesin çözümü' dedi.)

- "Bak kapı kilitli, pencere kapalı" gibi obsesivite yaratacak şeylerden bahsetmeyeceğiz, bu sefer başka delikler ararmış. "Bak ben hemen içerde, odadayım ve sen seslendiğin zaman hemen seni duyabilirim. Hadi istersen bir deneyelim" deyip her seslendiğinde hemen yanına gidecekmişiz.

- Bu korku işi geçene kadar -çok uzun sürebilirmiş; ama, kullandığını anladığımız zaman kesmeliymişiz- o uyuyana kadar (talep ederse) yanında kalacakmışız. Bütün gece değil; ama, gecenin bir bölümünde (sabaha karşı mesela) yanımızda yatmak isterse itiraz etmeyecekmişiz. Burada kilit nokta, kullanılmamak. Korkunun bittiğini anladığımız anda kesmeliymişiz.

- "Odama kimse gelir mi?" diye sorduğunda "Yok, öyle bir şey olacağını hiç sanmıyorum canım. Ama kendini rahatsız hissedersen, bana seslen, hemen yanına gelirim" diyecekmişiz.
 
Kısacası, yeni dönemimiz hayırlı uğurlu olsun!
 
3 yaş enteresan bir dönemmiş aslında. Bir yandan, "gerçekten" büyüdüğünü ve değiştiğini izliyorsunuz. Kendisi de bunun farkında. Ama bu o kadar büyük bir yanılgı ki... Çünkü, ne kadar "birden" büyümüş gibi görünürse görünsün, kendisi kabul edemese ve siz de farkında olmasanız bile, hala çok küçük bir çocuk! Ergenlik döneminin bir değişik versiyonu, bence iki değil üç yaşmış. Prematür garson boy!
 
Büyümeye o kadar takmış durumda ki... Büyüklerin masası/sandalyesi hikayemizi biliyorsunuz. Bununla birlikte, dedesinin bıyıklarını çekip kendine yapıştırmaya kalktığını yazmamıştım ama sanırım... Ya da bana "anne sen uzun musun, ben de büyüyünce uzayacağım ve o zaman sen kısa olacaksın di mi?" diye sorduğunu da (canım benim, annenin boyu 158 cm, ve sanırım benim 'kısa' olmam için o kadar büyümene gerek yok :D). Sürekli kravat takmak istemesi, evin içinde grantuvalet dolaşması da sanırım "büyümek istemesiyle" ilgili bir şey...
 
 
Bu fotoğraf dün, dışarıdan eve geldikten hemen sonra çekildi... hayır, dışarıdayken üstünde gayet spor bir kıyafet vardı, eve gelince bunları giymek istedi: gömlek, çok siyah bi' kravat, çok siyah bi' kemer, çok siyah bi' pantolon, çok siyah bi' ayakkabı!
 
Aşağıdaki diyalog da dün geçti aramızda, bizi gülmekten komaya soktu!
 
Bölüm-1: Sahne -dışarı çıkmak üzere giyinen Çınar annesinin yanına gelir.
 
Çınar: Anne baak, giyindim ben, sık (=şık) olmuş muyum?
Anne: Harika olmuşsun, turuncu sana çok yakışmış bebeğim!!
Çınar: Bebek değilim ben!!!!
Anne: (Zınk...) Eee.. kem küm... ben seni çok sevdiğim için diyorum tatlım, babana da diyorum bazen...
Çınar: Tamam...
 
Bölüm-2: Sahne -uykudan yeni kalkan Çınar annesinin kucağında biraz keyif yapmaktadır.
 
Anne: Canım, bebeğim benim... (oops!)
Çınar: Ben bebek olduğum için bebeğim demiyorsun di mi anne? Beni çok sevdiğin için diyorsun di mi?
Anne: Hahaha, evet tatlım, mantığını yerim!!!
Çınar: Mantı yiycez di mi? Askam (=akşam) mı yiycez?
Anne: Yok, patatesli yumurta yapacağım ya akşam... ???
Baba: "Mantığını yerim" dedin ya, "mantı" anladı onu o...
Anne: Haaaa... evet... (trink)
 
Bir yandan "büyümek" istediği için kendisine "bebeğim" denmesine bile tahammül edemeyen; ama bir yandan da "mantık"ı "mantı" anlayan bir 3 yaş yavrusunun evinden kesitler okudunuz...
 
Esenkalın :)