30 Mart 2012 Cuma

4+4+4... (Bu da Zaytung'dan! Neden Olmasın???)


Hayır yani, 4+4+4 gibi bir sistem yaratılabiliyorsa, bu aşağıda yazılanlar da gayet yapılabilir... Çok sürpriz olmaz hiçbirimize, değil mi?

Kaynak: Zaytung

TÜBİTAK, Milli Eğitim Bakanlığı İçin Geliştirilen "Random Eğitim Reformu Generator" Uygulamasını Tanıttı


Hükümet tarafından meclise sunulan yeni eğitim sistemi ilgili yasa tasarısının yankıları halen sürerken, TÜBİTAK uzun süredir üzerinde çalıştığı eğitim reformları otomasyon uygulamasında son aşamaya gelindiğini duyurdu. Kurum binasında gerçekleştirilen bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulan uygulama, her yeni öğretim yılı öncesinde temel eğitim süresinin, sınav isimlerinin ve puan hesaplamalarındaki katsayıların otomatik olarak değişmesini sağlayarak yeni sistem türetilmesinde devamlılığı sağlayacak.
"Reformlar, sadece bir tuşa bakar
TÜBİTAK'ın Ankara Tunus caddesindeki binasında gazetecileri ağırlayan kurumun Genel Sekreteri Murat Ali Duymazer, büyük bir titizlik ve gizlilik içerisinde yürüttükleri çalışmaları sonuçlandırmaktan dolayı duydukları memnuniyeti dile getirdi. "Random Eğitim Reformu Generator 1.0" (kısaca REGEP-1) ismini verdikleri yazılımın Türk eğitimine çok büyük katkı sağlayacağına inancının tam olduğunu vurgulayan Duymazer, "Toplamda 1 bilgisayar mühendisimizin, yaklaşık 1 haftalık çalışması nihayetinde ortaya çıkan programımız sayesinde artık her sene başka bir eğitim sistemine geçmemiz sadece bir tuşa basmaya bakacak" diyerek, yaşadığı mutluluğu kamuoyuyla paylaştı.
Nasıl çalışıyor?
Toplantıda programla küçük bir demo da gerçekleştiren Genel Sekreter, "Bakın mesela, şimdi diyelim yeni bir reforma imza atmak istiyoruz... Tek yapmamız gereken programımızdaki 'Generate' tuşuna basmak.. Alın işte, bu kadar basit.." diyerek şöyle devam etti:
"Gördüğünüz gibi gayet basit bir ara yüze sahip programımız, gelecek sene için 1+3+7 sene temel eğitim ve sınav isimleri için de FBS, HRS, BBS, MEPS sonuçlarını verdi. Buyrun size eğitimde dev adım. Ha, olmadı diyelim. İçinize sinmedi. Öteki sene başka bir devrim, yeni bir reform yapmak istiyorsunuz. Buyrun, yine basalım tuşa ve karşınızda 4+0+2+9 sene temel eğitimli, sınav isimleri YPFS, ERS, LTRS ve SSS olan bir başka eğitim sistemi. Böyle böyle, önümüzdeki 10 senenin eğitim reformları daha şimdiden hazır. Herkes gönlünü ferah tutsun, çocuklarımızın geleceği bizlere emanet..."
Burs Müjdesi
Milli Eğitim Bakanlığı'nın bünyesinde sırf her yıl yapılacak reformları planlamak için 60 kişi istihdam ettiğine de dikkat çeken Duymazer, "O 60 kişinin yapacağı işi tek tuşla yapacak bu program sayesinde iş gücünde de tasarruf edilmiş olunacak" dedi.
Basın toplantısında hazır bulunan Milli Eğitim Bakanlığı müsteşarı Salih İncesular ise, uygulamanın devreye girmesenin ardından bakanlığın öğrenciler için bir yarışma düzenleyeceğini ilan ederek, bir sonraki senenin eğitim reformunu doğru tahmin eden 50 öğrenciye Bakanlık tarafından karşılıksız burs verileceğini müjdeledi.
Eğitimciler, veliler, öğrenciler ne diyor?
TÜBİTAK ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın ortak projesi olan Random Reform Sistemi bu şekilde basına tanıtılırken, konu hakkında görüşleri sorulan eğitimciler, veliler ve öğrencilerin açıklamaları şu yöndeydi:
Alp Uraz (15) - Öğrenci: Valla bana farkmaz panpa, her sistemde sene sonunda o hocayı dövücem ben... Bi tek sigara versene...
Irmak Opak (16) - Öğrenci: O da olur, ne biliym... Sadece okul bittiğinde birisi bana haber verirse sevinirim. Babam iphone alacak o zaman...
Osman Arapgil (52) - Veli: Ya bizim oğlanın okuyacağı yok ama işte sistem değişti, mistem değişti derken üzerine de fazla gidemiyoruz. Bahanesi oluyor eşşoğleşşeğin. Ben ona üzülüyorum biraz...
Metin Eydir (48) - Matematik Öğretmeni: Ben en son kredili sisteme kadar takip edebildim. Bir de ÖYS-ÖSS vardı o ara. Sonra ne oldu bilmiyorum. YGS, KGS, ABS derken ipin ucu kaçtı bi yerde. Sadece sabah 9'da okulda olmaya gayret ediyorum, ne sistemi çıkarsa artık o gün...

4+4+4... (Gazete HaberTürk'ten)

Lütfen, ama lütfen birileri bu sistemin getirilmesine engel olsun...


Kaynak: Gazete HaberTürk


Sabancı Üniversitesi bünyesinde kurulan ve eğitim alanındaki çok sayıda STK'nın da üyesi olduğu Eğitim Reformu Girişimi (ERG), TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen ve zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran, 4+4+4olarak bilinen yasa ile ilgili kapsamlı bir araştırma yaptı.

Uluslararası karşılaştırmalar da yapılan Prof. Dr. Üstün Ergüder direktörlüğündeki ERG, araştırma sonuçlarını 18 soru-cevaplık bir deklarasyonla kamuoyuyla paylaştı. Yasa teklifinin eğitim ve çocuk gelişimi açısından ciddi riskler içerdiğine dikkat çekildiği görüldü.

1. Kesintisiz temel eğitim ne demek?

* Kesintisiz temel eğitim, çocuklara en azından liseye başlayana kadar ortak bir öğretim programı ile eğitim sunulmasıdır. İrlanda dünyada 8 yıllık kesintisiz eğitim verilen tek ülke değil. ABD, İngiltere, Fransa vb. ülkelerde ilkokul ve ortaokul ayrımı var ama öğrenciler 16 yaşından önce eğitim programları arasında seçim yapmaz.

2. Yasa teklifi kademeler açısından ne yenilik getiriyor?

** Türkiye'de 5 ve 3 yıllık iki kademeden oluşan ilköğretim, çocukların gelişim özelliklerine uygun. Yeni yasa teklifiyle, 4'er yıllık kademelerle eğitime başlama yaşı geriye çekilirken, çocukların gelişim dönemlerine uyumsuz bir sistem yaratılıyor. Çocuk, işlemler dönemine geçmeden 5 yaşında ilkokula, soyut işlemler dönemine geçmeden 9 yaşında ortaokula ve 13 yaşında ortaöğretime başlıyor. 9 yaşından itibaren çocukları farklı programlara yönlendirebiliyor. Dünyadaki deneyimler bu yaşta farklı programlara ayrıştırmanın eşitsizliklere neden olabileceğini gösterdi.

3. İlköğretimde temel becerilerin edinilmesine ayrılan süre değişecek mi?

** İlkokul 1. sınıf 5 yaş grubuna göre yeniden tasarlanır ve ilk yıl müfredatı bu yaş grubuna göre uyarlanırsa ilkokul eğitimi fiilen 4 yıldan az olacak. Çocukların ortaokulda seçmeli dersler almaya başlamadan önce temel becerileri edinmek için daha az zamanı olacak. Ortaokuldaysa temel eğitim ve farklı programlar arasında kurulacak denge belirsiz.

4. Eğitim sisteminde yaş hesabı nasıl yapılır?

** Eğitim sisteminde yaş hesabı, bitirilen yıla göre yapılır. Örneğin, 60 ay yaşamış bir çocuk 5 yaşında, 72 ay yaşamış bir çocuk 6 yaşındadır.

5. Halen geçerli olan düzenlemede çocuklar ilköğretime kaç yaşında başlıyor?

** 6 yaşında... Örneğin 2005 doğumlu çocuklar, 6 yaşında, yani 2011-2012'de ilköğretime başladı.İlköğretim Kurumları Yönetmeliği gereği, belirli bir yılın başından sonuna dek 72 ayını dolduran çocukların tamamı aynı yıl okula başlıyor.

6. Yeni düzenlemeyle kaç yaşında ilköğretime başlanılması öngörüyor?

** Bakanlık, yeni düzenlemeyle birlikte, çocukların 60-72 ay aralığında, yani 5 yaşlarının içindeyken okula başlamalarını öngörüyor. Buna göre, 2012-2013 öğretim yılında 2006 doğumlu çocuklara ek olarak 2007 yılında Eylül'e kadar doğmuş çocuklar da ilköğretime başlayacak. Eylül 2012'de hem 2006'da hem de 2007'nin ilk dokuz ayında doğan çocukların okula başlamasıyla, okula başlayan çocuk sayısı 1,2 milyon yerine 2 milyona çıkar.

7. Çocukların kaç yaşında ve hangi hazırlıkla okula başlaması gerekir?

** Çocuklar gelişimsel olarak ilköğretime hazır olduklarında başlamalı. Bunun için okula başlamadan en az bir yıl okul öncesi eğitim önemli. 177 ülkede çocuklar okula 6 ya da 7 yaşında başlıyor. Bilimsel araştırmalara göre; 7-11 yaş somut işlemleri, 12 yaş üstü ise soyut işlemleri kavrayabiliyor. Türkiye'nin de aralarında yer aldığı 18 ülkede yapılan araştırmaya göre; çocuklar arasındaki öğrenme beceresi ülkemizde 10 yaşında daha yüksek iken 15 yaşına geldiğinde düşüyor.

8. Çocukların okula 5 yaşında başlaması ne sonuç doğurur?

** 5 yaşındaki çocukların birçoğu henüz ilkokula gitmeye hazır ya da okuma-yazma becerilerini edinebilecek durumda olmayabilir. Anaokuluna gitmeden ilköğretime başlayacak olan çocuklar, yeterli bilişsel, duygusal, sosyal ve fiziksel gelişimi sağlayamadan ilköğretimde sunulan becerileri edinememe riski var. Bu sayı artışı öğretmenler ve kademeler arası geçiş/sınav sistemleri üzerinde kalıcı bir baskı yaratabilir. Artan öğrenci sayısı nedeniyle ortaya çıkan sistemdeki bu şişkinlik üniversite kapılarına dek sürer ve tüm çocuklarımıza istediğimiz kalitede eğitim vermemiz riske girebilir.

9. Farklı türlerde ortaokullar mı olacak?

** Ortaokullar tek başına kurulabileceği gibi ilkokul ya da liselerle beraber de kurulabilecek. Çocuklar 9-13 yaşları arasında ortaokullarda farklı seçmeli dersler ve programlar alabilecek. Eğer çocuklar devam etmek istedikleri liseye göre ortaokul seçmeye yönlenirse, çocuklara erken yaşta yanlış seçimler yaptırılması riski doğabilir.

10. Ortaokula geçiş nasıl olacak?

** Şu an ortaokula nasıl bir geçiş ve bu süreçte nasıl bir seçme sistemi olacağı belirsiz.

11. Ortaokulda seçmeli dersler mi sunulacak?

** İlköğretim ikinci kademede seçmeli dersler mevcut sistemde de var; Örneğin Medya Okuryazarlığı, Düşünme Eğitimi vb. temel eğitimi ve yaşam becerileri edinimini destekleyecek seçmeli dersler sunuluyor. Yasa ile yapılan değişiklik, ortaokullarda seçmeli derslerin ortaöğretimi yani lise eğitimini destekleyecek şekilde oluşturulacağının ve öğrencilerin "yetenek, gelişim ve tercihlerine göre verileceğinin belirtilmesi. Teklif, ortaokullarda oluşturulacak program seçeneklerini MEB'in takdirine bırakıyor. Seçmeli ders ve programların ilişkisi ise belirsiz.

12. Ortaokulda sunulacak seçmeli derslere ve programlara ilişkin nelere dikkat edilmeli?

** İlköğretim, temel becerileri edinme çağı. Çocuklar toplumsal yaşama en iyi biçimde katılabilmek için Türkçe ve matematik becerileri kazanmalı, fen ve sosyal bilgiler edinmeli, eleştirel düşünme becerilerini geliştirmeli ve İngilizce öğrenmeli. Programlar temel eğitimin ağırlığını azaltarak mesleki ya da dini yönlendirme ve eğitime ağırlık verirse, çocukların temel becerileri edinmesi zorlaşır. Seçmeli dersler, "yetenek ve gelişimlerine" verilecek denmesine karşın henüz yetenekleri tam olarak şekillenmemiş ki bu durum tamamı olmasa da öğrencilerin çoğunluğu için geçerliöğrencilerin yanlış derslere yönlendirilme olasılıkları var 9-13 yaş çocuk gelişiminin henüz oturmadığı bir yaş aralığı. Özel gereksinimli ve risk altındaki çocuklar için de sakıncalar doğabilir.

13. Din derslerinin seçmeli dersler arasında olması ya din eğitimi ağırlık bir program olması çocukları nasıl etkiler?

** Çocuklar okul, aile veya akran baskısına maruz bırakabilir ve çocuklar arasında ayrımcılığa yol açabilir. Bu olumsuzlukları aşmanın bir yolu din eğitiminin "seçmeli" değil, "isteğe bağlı"
sunulmasıdır. Çocukların gelişimini önceliklendiren bir denge, okulda temel eğitim almaları ve müfredat dışı saatlerde, aileleri ve kendi talepleri doğrultusunda, yani isteğe bağlı din eğitimi almaları sağlanabilir.

14. Yeni düzenlemede zorunlu yapılmayan okul öncesi eğitim neden önemli?

** Bireyin yaşam boyu edineceği becerilerin temeli okul öncesi dönemde atılır. Gerekli becerileri edinerek okula hazır başlayan çocuklar okul ortamındaki beklentileri daha kolay karşılarlar.İlköğretime hazırlık kapsamında okumayı ve yazmayı öğrenmek ve matematiksel işlemleri yapabilmek için gerekli sözel ve sayısal becerilerin çocuklara kazandırılması ancak okul öncesi eğitimle gerçekleşir.

15. Okulöncesi eğitim ve ilköğretim arasında fark var mı? Varsa bunlar nelerdir?

** Evet; anaokulları ya da anasınıflarında öğrenim programları, öğretmenlerin aldıkları eğitim, fiziksel ortam ve kullanılan eğitim yöntemleri ve araçları ilköğretimden farklı. Okula başlama yaşı ne olursa olsun, tüm çocukların en az bir yıl okulöncesi eğitime devamı tavsiye ediliyor.

16. Türkiye'de 5 yaşındaki çocukların yüzde 65-70'i okul öncesi eğitime gidiyor. Zorunluluk gerekli mi?

** Okulöncesi eğitim, en çok, yoksul ve daha az eğitimli ailelerin çocukları için yararlı. Bu çocuklar okulöncesi eğitim aldıklarında daha iyi koşullara sahip ailelerin çocuklarının bilişsel becerilerine yetişiyorlar. Böylelikle ilköğretime eşit koşullarda başlama olasılıkları artıyor. Şu anda ailelerden ayda 50-200 TL arasında ücret alınıyor ve bu yoksul aileler için engel oluşturuyor. Zorunlu olursa bu ücret alınmaz ve herkes çocuklarını okulöncesi eğitime gönderebilir.

17. Okulöncesi eğitim zorunlu olursa köy ve mezrada yaşayan çocuklara ne olacak?

** MEB, UNICEF ve Avrupa Birliği desteğiyle 2009'dan bu yana yürüttülen 16.8 milyon Euro bütçeli, "Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi" özellikle dezavantajlı bölgelerde, farklı koşullara sahip ailelerin çocuklarının erişebileceği, alternatif okulöncesi eğitim modelleri oluşturmayı hedefliyor. Dolayısıyla taşımalı eğitim şart değil.

18. Dünyada okulöncesi eğitimi zorunlu kılan ülkeler var mıdır?

** Avrupa'da Polonya, Lüksemburg, Macaristan, Letonya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Bulgaristan'da okulöncesi eğitim zorunlu.İsviçre'de kantonların yarısından çoğunda okul öncesi eğitim iki sene için zorunlu. Ayrıca Avrupa'da birçok ülkede okulöncesi eğitimde okullulaşma yüzde 90'ın üzerinde. Orta ve Güney Amerika'da Arjantin, Kolombiya, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Meksika, Panama, Peru, Uruguay ve Venezüella'da okulöncesi eğitim zorunlu. Batı Avustralya eyaleti de 2013'te zorunlu okulöncesi eğitime geçiyor.

Gazete HABERTÜRK

29 Mart 2012 Perşembe

Çocuklarda Yaratıcılık ve Özgüven -Bölüm:2


Bu ayın başında harika bir seminerin duyurusunu yapmıştım! Seminerlerini kaçırmamaya çalıştığım Iraz Toros Suman'ın çocuklarda yaratıcılık ve özgüven ile ilgili semineriydi. Gerçekten, bir kez daha, iyi ki oradaydım dedirten ve yine çok ihtiyacım olan bir zamanda titreyip kendime gelmemi sağlayan bir toplantı oldu... Çok uzun olmaması için 2 bölüm altında topladım:

Bölüm-2: Çocuklarda Yaratıcılık

BÖLÜM-2: ÇOCUKLARDA YARATICILIK

Özgüven konusunda olduğu gibi, yaratıcılık konusunda da bizim veya çevremizin yaratmış olduğu engellerle başladı Iraz Hanım. 

İlk olarak da, oyunlarla ilgili konuştuk. Ailelerin "kendi istedikleri" oyunları oynamaya çocukları zorladıklarından, halbuki oyunun "çocuğun isteklerine göre" şekillenmesi gerektiğinden bahsetti. Kısaca, "özgür bırakın, istediğini istediği gibi yapsın" dedi.

Yaratıcılık denince akla ilk sanatsal etkinlikler ve beceriler gelir, değil mi? Ve çocuğumuz "sanata ilgi duysun" diye alır boya kalemlerimizi alimize, bir A4 kağıda çabucak bir çiçek resmi çiziveririz. Sonra da "bak bu çiçek" deyip, ondan da aynısını çizmesini bekleriz. İşte bu, çocuğun kendisini zora sokan, yaratıcılığını kısıtlayan ve hatta o çiçeği sizin gibi çizemediği zaman çocuğa hayal kırıklığı yaşatan bir durummuş. Zaten, boyama yaparken A4 kağıtla kısıtlamak, ya da boya kitaplarını önüne koyup "sınırlı" alanları boyatmaya çalışmak da çocuğun "sonsuz" boyama isteğini köreltiyormuş. "Bir duvarı craft kağıtlarla kaplayın, bırakın o kağıtların üstünü doyasıya boyasın" dedi Iraz Hanım. 

Bir de "mükemmel şeyler çizmek zorunda değiller" diye de ekledi. Yani "aaa pembe ağaç olur mu hiç? Mor güneş mi olurmuş?" diye kısıtlamayın çocukları, bırakın özgürce üretsinler!

Oyunla ilgili pek çok ailenin rahatsız olduğu konu, oyun sonrası ortada kalan oyuncak yığınları... "Topla, kaldır, dokunma, dağıtma" gibi otoriter komutlar yerine, örnek olarak, oyuncakları kategorilere ayırıp ayrı ayrı sepetlere ve onların her zaman ulaşabilecekleri yerlere koyarak zaman içinde çocuğun hayatını düzenlemesine yardımcı olabilirmişiz. Biz salonda otururken çocuğun odasında tek başına oynamak istememesi de son derece doğal tabii. Ergen değil ki bunlar henüz, yalnız kalmak istesinler, değil mi? :) Yaşam alanımızda çocuğumuza ayıracağımız bir köşe ile herkes hayatına mutlu mutlu devam edebilirmiş...

Bu mesela, benim Ohdeedoh'da görüp aşık olduğum bir köşeydi... tabii bu kadarına gerek yok...

Masa ve model ev fazla bence, ama açık raf sistemi iyi fikir... (kaynak: Ohdeedoh)

Yaratıcığın önündeki bir diğer engel de, eğitimcilerin (ya da anne-babaların) aşırı detaycı tutumlarıymış... Çocukların yarattığı şeylere (resim, herhangi bir çalışma) kötü geri bildirim vermekten kaçınmak en doğrusuymuş. Örneğin, kanatları olmayan bir kuş çizimine "bu kuşun kanatları neden yok?" demek, orada var olan koca bir kuş gövdesini övmek varken, çocuğun hevesini kırmaktan başka ne yapar ki? Tabii, tek engel kötü geri bildirim de değil. Yarıştırmak, başka çocukların ürünleriyle kıyaslamak... Siz de nefret etmez misiniz biriyle bir yarış haline sokulmaktan? Çocuğunuz niye sevsin ki? Bunun sonucu, kendisinden çok başkalarının ne yaptığıyla ilgilenmektir. Halbuki, insan hep kendine bakmalıdır, değil mi?

Yaratıcılığı destekleyici materyal sağlanması da önemli tabii ki. Ama bu, "çok oyuncak" anlamına gelmiyor, çok çeşitli materyal anlamına geliyor: duyusal alanlar yaratmak önemli. Ama bu, iğrenç sesler çıkaran ve anne-babaların kabusu sesli oyuncaklarla ya da aktivite masalarıyla sağlamak mümkün değil tabii ki. Farklı malzemeler -ahşap, metal, kumaş- ile farklı dokular -ağaç dalları, ipekli fularlar- sunmakla mümkün.

Az Oyuncak, Bol Oyun!

Çok oynamak, illa çok oyuncağı anlamına gelmiyor, dedi Iraz Hanım. Farklı çeşitlerde oyuncak gruplarına sahip olmanın öneminde bahsetti. Mesela...

1- Kum, su, çamur! Kirlenmek güzeldir; çamurla yapılacak dünya kadar etkinlik var... 

2- Waldorf Bebeği: İfadesiz, basit, el yapımı bebekler. İfadeleri ya da cinsiyetleri olmadığı için, çocuklar hayal dünyalarında bu bebekleri istedikleri duruma sokabilirler... Eller, ayaklar tamamlanmamıştır, hayal gücüyle tamamlarlar. 


3- Ağaç parçaları
4- Boya için geniş alanlar (duvara yapıştırılan craft kağıtları)
5- Ahşap at: Küçüklüğümüzün fenomen oyuncağını kendi çocuklarımızdan mahrum etmemek lazım aslında... Bizim ahşap atımızı sevgili Banu almıştı. Çınar da onunla çok keyifli ve "kuduruk" oyunlar oynuyor!


6- Eşarp/çarşaf/tül: Bir kumaş parçasıyla neler yapacaklarını seyretmek her iki taraf için de eğlenceli olacaktır. Hiçbir şey yapmasalar bile, farklı kumaşlarla, farklı dokuları keşfetmelerini sağlayabilirsiniz!


7- Aile oyuncakları: Anne, baba, çocuk, anneanne, dede... gibi figürlerin bulunduğu ahşap aile takımları çocuğun hem kendi duygularını oyun içnde ifade etmesine olanak tanır, hem de, sizinle direkt olarak konuşmadığı olayları ya da durumları oyun içinde açığa çıkarmasına olanak sağlar. Yalnız burada önemli bir noktadan bahsetti Iraz Hanım: "Sizi oyuna dahil ettiklerinde, onlardan daha fazla konuşmayın" dedi :)
Kaynak: Mom's Lap

8- Yaratıcılık oyuncakları: Örneğin, evde bütün boya kalemlerinin, eşarpların, tüllerin, çeşitli malzemelerin bulunduğu, her zaman ulaşabileceği bir raf yapabilirsiniz...

9- Öfke dışa vurumu için agresyon oyuncakları: Hepimizin olduğu gibi, onların da öfkelerini dışa vurmaya ihtiyaçları var! Bir hacıyatmaz, ya da dayısının Çınar'a aldığı gibi kocaman bir peluş oyuncakla, veya odasına koyacağınız ve kudurmak, güreşmek, boğuşmak için kullanacağınız kocaman bir minderle öfkesini dışarı vurup rahatlamasını sağlayabilirsiniz. Veya, mıknatıslı darttan bahsetti Iraz Hanım! Değil çocuklara, kendimize bbile alabiliriz bence!


10- Taklit/meslek setleri
11- Evcilik setleri: Tabii ki kız/erkek ayrımı yapmadan. Hatta bilmiyorum, ayrıca oyuncağa gerek var mı? Ben bütün mutfak malzemelerini kullanmasına izin veriyorum mesela...
12- Parmak ve el kuklaları: Çocuklarınız senaryoyu yazsın, siz uyun! Ya da, nasıl dahil olmak istiyorlarsa duruma, öyle oynayın :)
13- Kostümler -maske, sihirli değnek: Bazen, başkası gibi davranmak hoşlarına gidebilir. Ya da, ellerinde bir sihirli değnek olsa, neler yapabileceklerini göstermek isteyebilirler... Ben mesela çok merak ettim, Çınar'a böyle bir değnek verseydik, kimi neye çevirirdi acaba? :)

--------------

Ve böylece, keyifli bir 3 saati bitirdik Iraz Hanım'la. Her zamanki gibi çok eğlendim, çok öğrendim! Ve umarım size de aktarabildim!

Çocuklarda Yaratıcılık ve Özgüven -Bölüm:1

Bu ayın başında harika bir seminerin duyurusunu yapmıştım! Seminerlerini kaçırmamaya çalıştığım Iraz Toros Suman'ın çocuklarda yaratıcılık ve özgüven ile ilgili semineriydi. Gerçekten, bir kez daha, iyi ki oradaydım dedirten ve yine çok ihtiyacım olan bir zamanda titreyip kendime gelmemi sağlayan bir toplantı oldu... Çok uzun olmaması için 2 bölüm altında topladım:

Bölüm-1: Çocuklarda Özgüven

Merak eden çok, biliyorum; bu yüzden sözü uzatmadan notlara geçiyorum:

Bölüm-1: Çocuklarda Özgüven


Iraz Hanım'ın ilk sorusu "özgüvenli çocuk nedir?" oldu. Ve hemen Selin Hanım'dan tam da Montessori felsefesine uyan yanıt geldi: Yapabilirim, diyen çocuk! Aslında, her çocuk "yapabilirim" diyerek doğar, yaşamına böyle devam eder... biz ona "çaresizliği" öğretene kadar. Fil ve kurbağa hikayelerindeki gibi:

Filler daha yavruyken, kalın bir zincirle bacağından bir direğe bağlanır. Önceleri hayvan kaçmaya çalışır ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabilir ne de direği yerinden oynatabilir. Fil yavrusu ayağında zincirle büyür ve kaçamayacağını kabullenir. Özgürlük kavramını yitirir. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözülür ve yerine konulan ince bir halatla birkaç santimetre boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanır. Fil, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalır. Çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanır. Fil büyüyünce ipten kurtarılır. Ama artık o alanın dışına çıkamayacağını öğrenmiştir.

Bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:

"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.

Seyirciler bağırıyorlarmış: "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Sonunda, kurbağaların bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki kuleye çıkan kurbağa sağırmış! 

Hepimiz "kıssadan hissenin" ne olduğunu anladık, değil mi? Buna neden olan anne-baba davranışlarını şöyle sınıflandırdı Iraz Hanım:

1- Baskıcı-otoriter: aşırı kontrollü, çocuğun her adımı üzerinde etki sahibi olmak isteyen 
2- Koruyucu: çocuğu "pamuklara saran", sürekli "üşüdüğünü, acıktığını" vurgulayan, hayatta her şeyden korumaya çalışan, hiçbir acı ve keder yaşamamasını isteyen
3- İlgisiz-kayıtsız: Fazla çocuk odaklı olmayan, "çocuktur, büyür" diyen

Ve sonra da, idealin ne olduğunu anlattı:

Demokratik anne-baba: Çocuğun önünde değil, arkasında değil...
 Çocuğuyla yan yana yürüyen!


Çok ama çok hoşuma gitti "demokratik" tanımı: yan yana yürümek! Gerektiğinde yanında olmak; ama, o istemeden onun yerine bir şey yapmamak.

Aslında bütün bu anne-baba tavırları, belirli bir ihtiyacı giderme üzerine geliştirilmiş içgüdüsel tavırlar. Her biri, Marslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ndeki bir katmana hitap ediyor. Demokratik anne-baba hariç, diğer tavırlar çocuğun piramitin en altındaki ihtiyaçlarına yanıt olabilir ve bu ihtiyaçları gidermek aslında oldukça kolaydır. Ama, kritik olan tepe noktasındaki kendini geliştirme ve öz saygı ihtiyaçlarını kaç anne-baba gerçekleştirebiliyor?


Piramitin tepe noktasına ulaşmak zor; çünkü, önümüzde pek çok engel var... 

1- Aşırı himaye

2- Aşırı koruma: Fiziksel zararlardan korumak, sürekli arkasında dolaşmak, her işi çocuk adına yapmak... Iraz Hanım, çocuğa sürekli "sen yapamazsan, ben yapayım" demenin, en sonunda çocukta "ben yapamam ki" mesajını yerleştireceğini söyledi. Yukarıdaki hikayelere bakarsanız, haklı, değil mi?

Bu noktada, her işi kendisi yapmak istiyorsa, bırakın yapsın, diye ekledi. Yalnızca, ortamı onun için güvenli hale getirmek yeterli. Hatta, benim çok yaptığım bir hatadan da bahsetti. Çınar'a, yapmasının zor olacağı işler için kendisi sormadan "yardım edebilir miyim?" derdim. Bu da aslında "sen yapamazsın" mesajını vermek için yeterliymiş. Çocuk istemeden yardım etmeye gerek yok. Ortamı kendisine zarar vermeyecek hale getirin ve arkanıza yaslanıp (derin de bir nefes alıp) kendi kendine bir işi başarmasını izleyin!

Tabii ki her zaman her işi çocukların yapmasını bekleyecek kadar vaktimiz olmuyor. Bunun için "hadi"lemeye başlıyoruz. "Hadi" yerinde de Hilal Hanım güzel bir çözüm önerdi. Örneğin, şöyle demek hem sizi hem de çocuğu rahatlatabilir: "Şu an çok acelem var ve sana yardım etmem gerekiyor. Hangisini sen yapmak istersin?" Emin olun, çocuğunuz bu talebinizi anlayacak ve size yardımcı olacaktır, diye eklemeyi de ihmal etmedi. 

3- Kültürel engeller (büyükanneler, büyükbabalar, dedeler, bakıcılar): Büyüklerin kalbini kırmadan "yeni nesil çocuk yetiştirme tekniklerini" anlatmak ve onlardan işbirliği rica etmek gerçekten beceri istiyor. Zamanın bir kısmında becersek, bir kısmında beceremiyoruz bu hüner gerektiren işi. Ama bazen de, ne olursa olsun, çocuğun özgüvenini zedelememek adına, büyüklerin kalbini biraz kırmamız gerekebiliiyor. Iraz Hanım da, her konuda değil; ama, çok temel davranış kalıpları konusunda büyüklerle ufak sürtüşmelerden zarar gelmeyeceğini anlattı. Yani, büyükanneler, dedeler, bakıcılar başımızın tacı! Ama, biz de çocuğumuz için en iyisini isteyen anne-babalarız. Usulünce anlatılırsa, her konuda anlaşmaya varılabilir.

4- Mükemmeliyetçilik: Sınav, yarış, kıyaslama... kendimize soralım, çocuğumuzdan "ne olmasını" bekliyoruz? Aslında biz, pek çoğumuz, bu gaye ile büyütüldük! Kendimizde hata kabul edemezken, çocuğumuzun da her şeyi "bizim istediğimiz gibi" yapmasını bekliyoruz. Halbuki...


Ne güzel demiş, değil mi? Mükemmeliyetçilik için çok uç örnekler vermeye gerek de yok. Ayakkabısını ters giymesi, ya da birbiriyle alakasız renkteki giysileri seçmesi bile "düzeltmemiz" gereken şeylermiş gibi davranıyoruz. Halbuki, o öyle "rahatsa" ve mutluysa, sorun yok: ayakkabısını ters de giyebilir (sağlığından enidşe ediyorsanız, "yanlış giydin" ya da "ters giydin" demeyin; "rahat mısın?" diye sorun. Rahat değilse, "bir de öbür ayağına giymeyi dene" deyin. Rahatsa, zaten ayakkabısı biraz büyüktür ve endişeye gerek yoktur... Çınar üzerinde denenmiştir :D). 

Mükemmeliyetçilikten kaçmak için:

ben ve bir olma haline saygı duyun!

Mükemmeliyetçilik duygusunu körükleyen davranışlardan birinin de çocuğa ödül veya ceza vermek, ya da sürekli övmek olduğunu vurguladı Iraz Hanım. Övgü, tabii ki güzeldir. Ama, yaptığı işle ilgili süreç övüldüğünde, çocukta da "kendini beğenme ve onaylama" hali gelişecek, kendini başkalarıyla kıyaslama ihtiyacı hissetmeyecektir. 

5- Kocaman adam gibi davranmasını istemek/beklemek/bundan gurur duymak: Çocuğu çok fazla merkeze alıp böyle anlamlar yüklemeyin. Çocukluk yaşanması gereken bir çağdır. Bırakın, çocukluğunu yaşasın!


7- Limitlere sokmak: "Uslu uslu otur, koşma"... ama belki de koşmak onun öncelikli ihtiyacı? 

Onun adına karar vermeyin. Onun adına, ondan önce konuşmayın. Unutmayın; çocuğunuz insanCIK değil, o da en az sizin kadar insan ve ne hissettiğini, ne yapmak istediğini gayet iyi biliyor!

8- Sembiyoz/birlikte yaşamak: Bebeklik döneminde ne kadar gerekliyse, bebeklik dönemi bittikten sonra, onun da bir birey olduğunu ve kendi alanını yaratmaya ihtiyaç duyduğunu kabul etmek lazım. Kenetlenmiş bir ilişki yalnızca zarar getirir. Arada bir birilerine bırakıp (babası da olabilir) dışarı çıkın, kendinize ve ona alan ve zaman yaratın... ufak hayal kırıklıklarını önce evin içinde deneyimleyerek daha güçlü olmasına, kendi savunma mekanizmasını geliştirmesine izin verin.

9- Proje Çocuk yetiştirmek: Kurslar, spor, vs ile boğmayın. Onları heyecanlandıran neyse, onu yapmasına izin verin. Çok fazla kurs, çok fazla kaos yaratır! Daha sade bir hayatı seçin...

Yalnızca anne ve yalnızca baba ile geçirilen zamanlar da çok kıymetlidir. Kız çocuklar zaten anne ile zaman geçiriyorlar; erkek çocukların da 3 yaş sonrasında yalnızca babalarıyla geçirecekleri zamanlar yaratmak çok önemlidir. 

10- Mizaca saygı duymamak

11- Sözünü tamamlamak: ne kadar uzun sürerse sürsün, sabırla cümlesini bitirmesini bekleyin. Size sormadan, cümlesini tamamlamayın. Onun düşünüp bulmasına fırsat verin.

...Ve böylece, şimdiye kadar en az birini yapmış olduğumuz hataları gözümüzün önüne seriverdi Iraz Hanım! Tabii, yalnızca "yanlışları" düzeltmek yetmiyor. Doğrusunu yapmak için de çabalamak lazım. Mesela...

1- Sorumluluk vermek lazım: Nasıl mı? Yaşama katarak... Ev hayvanına bakmak, masayı kurmak, çamaşırları sınıflandırmaya yardım etmek gibi...



2- Fiziksel kapasitesini önemsemek lazım: Örneğin, çocuğunuz eğer kendini hazır hissediyorsa, kaydırağa kendisi çıkabilir. Ya da, hazır hissetmiyorsa, sizin onu itelemeniz, korkacak bir şey yok, diyerek telkin etmeniz onu yalnızca huzursuz eder. Kendi yapabileceği zamanları sabırla beklemek, o zaman geldiğinde de kendi başına yapmasını izlemek lazım... elimizi güvenli bir mesafeden üstünde tutmak yeterli; ama, asla "üstünde" olmasın!

3- Kendi ilişkilerini kurmalarına izin vermek lazım: "Hadi arkadaş olun" dememek, fiziksel bir darp durumunda başlarına üşüşmek yerine, bir süre kendilerinin çözmesini beklemek gibi... aslında bu, kendimizi tutamadığımız konuların başında geliyor, değil mi? Darp edilen çocuk annesi olmaktansa, darp eden çocuk annesi olmak çok daha zor bir durum. Ama unutmamamız gereken şey, 3 yaşa kadar zaten sözel olarak kendilerini ifade edemediklerinden, fiziksel tepkilerin çok normal olduğu. Ve 3 yaştan sonra da, arada öfkelerini dışa vurmanın sağlıklı bir davranışa işaret ettiği. Ve çocuğa müdahale ederken unutmamamız gereken şeylerden biri de, "neden böyle yapıyorsun?" gibi suçlayıcı sorularla değil "ne oldu" gibi sorunu anlamaya yönelik sorularla yaklaşmak.

4- Söylememek, olmak lazım!

5- Kararlarına saygı duymak lazım: İnsanCIK değil, insan onlar. Önce ona sormak lazım: üşüdün mü? Acıktın mı? Ama, yetişkinlerin karar vermesi gereken durumlarda, tercihi ona yaptırmayın, yalnızca bilgi verin: "Doktora gidelim mi?" değil, "doktora gidiyoruz" gibi... Ve seçmeli sorular sorun: "Parka mı gitmek istiyorsun, anneanneye mi?"

6- Güçlü olduğu yanlarına vurgu yapmak lazım, zayıf yanlarına değil...

7- Duygularını kabul etmek lazım: Korkularını kabul edin, yanında olduğunuzu hissettirin.

8- Çocukla beraber gülmek lazım, ona karşı değil: Söylediği şarkılar, kullandığı bir kelime komik olabilir. Ama, buna bir kaç kere güldüğünüzde, gururu incinecek ve bir daha dillendirmek istemeyecektir.

9- Sınırları kontrol etmek lazım: Destekleyici mi? Kısıtlayıcı mı?

10- Cinsiyet ayrımcılığı yapmamak lazım

11- Utandırmamak lazım

12- Özür dilemeyi bilmek lazım: Ona öğretmenin en iyi yolu, kendinizin de özür dilemeyi bilmesidir...

13- "Biz" olmaya son vermek, "ben" olmasına fırsat vermek lazım: Acıktık, uyuduk, büyüdük demeyi bırakın... o da bir birey!

---------------------

Özgüvenli çocuk yetiştirme yolunda yanlışları ve doğruları öğrendikten sonra, çocuğun kişiliğini ve yaratıcılığını destekleyecek, geliştirecek oyunlardan va oyuncaklardan da bahsetti Iraz Hanım... Merak ediyorsanız, ikinci bölüm pek yakında yayında... :)

Fok Katliamı Başlıyor: Sizin de Yapabileceğiniz 5 Şey

Sayısız nesildir her bahar, hamile foklar Newfoundland'in Atlantik kıyıları, Labrador ve Quebec'in doğusundaki St. Lawrence'ın körfezine yakın tenha yerlerde bebeklerini dünyaya getirmek için toplanırlar.


Ve her bahar, binlerce Kanadalı balıkçı, devletin koyduğu kotaya bağlı olarak 270.000 ile 335.000 arasında foku coplayarak, vurarak, döverek, derilerini yüzerek çaresiz annelerin ve yeni doğmuş yavrularının üstüne çullanırlar.


Ölen fokların çoğu yalnızca bir kaç haftalıktır. 


Balıkçılar buna 'av' diyorlar. Fakat hayvanlar basitçe fokların üzerine yürüyen ve onları öldüren silahlı balıkçılardan saklanamıyorlar ya da kaçamıyorlar.


Paul Watson 2002 basımı 'Fok Savaşları' adındaki kitabında bundan şöyle bahsetmiştir: 'Fokların kıyımı yılda bir yapılan kan vaftizidir.' Ve bu devlet tarafından maddi destek almaktadır.




İçim acıdı, midem bulandı... bakmak istemedim... ama bakmamak, görmemek çözüm değil. Nasıl engel olabiliriz, derseniz, TIKLAYIN!


Ve mümkün olduğu kadar çok yerde paylaşın...

23 Mart 2012 Cuma

Baş Başa...

Dün okuldan Çınar'ı almaya ben gittim. Yukarıdan Cansu ile el ele indiler. Bizlere -Cansu'nun annesi de gelmişti- sarıldıktan sonra Çınar bana döndü ve 

"Anne, Cansu ile birlikte bahçede oynayabilir miyiz... BAŞ BAŞA?"

dedi...

Ailemdeki, benim çok cadı bir görümce ve bir o kadar da vahşi bir kayınvalide olacağımla ilgili genel kanının aksine, "taş yerinde ağırdır" diye düşünüyor olsam da, bugün bu kadar çabuk mu gelecekti yahu?

3,5 yaşındasın oğlum sen, bari şu aşağıdaki saadetimiz az daha uzun sürseydi :)



17 Mart 2012 Cumartesi

İlk Sinema: the Muppet Show

Hiç planlanmamış, son derece emprovize bir şekilde sinemada ilk filmimizi izledik: the Muppet Show.

Alp'ciğimle ilk filmimize gidişimiz geldi aklıma hep. Çınar'la aynı yaştaydı ve Kayıp Balık Nemo'ya gitmiştik. Antrakttan içeri dönerken "bi'daha mi izliyceeez?" diye gözlerini aça aça sormuştu da ablamla nasıl gülmüştük. Sene 2004 idi... zaman su gibi akmıyor, adeta uçuyor!

Çınar mutlu ama biraz keyifsizdi; zira, suçiçeği çıkarıyormuş yavrucum, ateş falan olmayınca ne bilelim? Yine de, filmi sonuna kadar, ilgiyle izledi. Arada "sıkılırsan çıkabiliriz" dememe rağmen "hayır, izliycem hepsini" dedi ve çıkışta da filmin kısa bir özetini geçti: Kuubaa Keelmit vaadı, bi deee Waltıl vaadı, Waltııl da onlaala şaakı söyledi, di miii???


Küçüklüğümün sevgili Muppet Show'unu minik yavrumla birlikte izledik, meşhur şarkısını mırıldandık... Duygulandım.

Film, tipik Muppet Show. Neşeli ve eğlenceli, bol müzikli! Ama, Çınar'ın alıştığı çizgi filmlere göre daha durağandı tabii. Yine de sevdi. Ben, ondan daha çok sevdim, orası kesin :)

Büyüyor minik adam. "Minik" demeye utanıyorum artık, o kadar büyüdü bu ara... . Yazacağım... Pek yakında!