26 Ocak 2010 Salı

Pedagog Maceramız -Bölüm:2 (Genel Değerlendirmeler)

Pedagog maceramıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu yazının bir de Bölüm-3'ü olacak; zira, hepsini buraya yazmaya kalkarsam kimse okumaz...

Öncelikle itiraf etmeliyim ki, ön yargılarımızın aksine, bilime ve pedagojiye olan inancım hala sürüyor. Kılıçlarımızı kuşanmış olarak gittiğimiz ofisten mutlu mesut ayrıldık. ve aslında olaya son derece şekilci başlayan pedagogumuz sonuç toplantısında durumu epey toparladı, epey de güzel şeyler söyledi. söylediklerinin çoğu bilmediğimiz şeyler değildi aslında, ama satır aralarında yakaladıklarımız önemliydi. sonuçta, "bu da böyle bir maceraydı"dan öte bir deneyim oldu bizim için -ne mutlu!

Pedagog bize ilk şunu söyledi: "Bu kesmeşeker/merdiven/anket gibi testler Amerikan uyarlaması bir gelişim testi için yapılması gereken şeyler ve aslında çocuktan çok anne/babanın çocuğa neyi ne kadar verdiğini ölçüyor. Yani çocuğun eline hiç kaşık vermediyseniz, 2 yaşında da olsa kendi kendine yemek yiyemez; düşersin diye hareketlerini kısıtlarsanız yürümesi/koşması gecikir; kitap okumaz, onunla konuşmazsanız ilk sözcüklerini daha geç söyleyebilir, vs, vs..." Bu noktada anne-baba olarak tam puan aldık! Çınar'ın bütün becerileri (ince motor, kaba motor, el-göz koordinasyonu, dil, vb.) ayından ileri bulunsa da, fazla subjektif bulduğum için o skalaya pek itibar etmedim. ama pedagogun bizi tebrik etmesi de hoşuma gitti açıkçası. En azından "ama hanımefendi, fırsat verin de çocuk şunu bunu da yapsın" dediği bir şey olmadığı için kendimi "başarılı" hisettim!

[Buraya ufak not: Bende, Çınar doğduğundan beri, Çınar'ın yapamadığı herşeyden dolayı (kendi kendine uyumuyor, sık uyanıyor, hala az da olsa yemeklerini ezmem gerekiyor, -daha küçükken- yüzüstü yattığında oyuncağına uzanmıyor gibi-vakti gelince uzandı haliyle!) kendimi suçlama eğilimi var. Aşamıyorum. O yüzden asıl bana iyi geldi bu pedagog; bir nevi benim için "çocuk yetiştirme psikoloğu" oldu!]

[Ufak nota ek: Okuduğum kitapların yararı varmış, temel davranış biçimlerini öğrenmeme yardımcı olmuşlar... itiraf edeyim dedim...]

Sonra da Çınar'ın sorunlarından bağımsız olarak çocuğun ihtiyaçlarını nasıl sağlıklı biçimde karşılayabileceğimizden ve bunları yaparken kuralları nasıl koyup nasıl uygulamamız gerektiğinden bahsetti. İnatlaşmanın gerektiği ve gerekmediği durumları anlattı (ay itibariyle Çınar da inatçı bir keçiye dönüşmeye başladı gibi...) -ki benim için çok önemliydi! Çünkü insan çocuk büyütürken, yanında yöresindeki pek çok kadın en az bir çocuk büyüttüğünden ve dolayısıyla hepsi de kendini çocuk doktoru/pedagog sandığından, müthiş bir bilgi kirliliğine maruz kalıyor. Aslında annelik içgüdüsü denen bir şey var gerçekten, ve azicik iç sesini dinlerse anne her şeyin doğrusunu da buluyor; ama kulağına gelen seslere de kayıtsız kalamıyor. Yemek yedirmek için inatlaşmamam gerektiğini anlamış ve Çınar sayesinde öğrenmiştim zaten, ama özellikle uyku ve onun için tehlikeli olduğunu düşündüğüm eylemlerde (prize parmak sokmak gibi) nasıl davranmam gerektiği konusunda sıkıntılıydım. Bence mesela, uyku konusunda taviz verilemezdi, yani çocuğun ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak bir yatış saati belirlenir ve ona uyulurdu. Ama sağdan soldan "iyi de canım, çocuk uyumak istemiyorsa zorla uyutulmaz ki, kalksın bir, sonra yeniden denersin"leri de çok duyuyordum ve bu bende -yine- "acaba çocuğumu çok mu zorluyorum?" hissi yaratıyordu. Neyse ki, doğrusunu yapıyormuşum!
Pedagog dedi ki: "Uyku saati, elini prize sokma, camdan/balkondan aşağıya sarkma gibi önemli/hayati konularda çocuğunuzla inatlaşabilirsiniz ve inatlaşmalısınız da. Ona, bu konuda kuralları sizin koyacağınızı ve buna uyması gerektiğinianlatmanız şarttır. Bu uğurda, gerekirse, sesinizi de yükseltebilirsiniz. Ama kişisel tercihleriyle ilgili konularda ve yemek yerken inatlaşmanız, onun özgürlüğünü, kişiliğini kısıtlar. O an, o yemeği yemek istemiyorsa, biraz huyuna gidip başka bir yol bularak, mesela yemeğin kendisini eğlenceli gösterecek şekilde, yeniden deneyebilirsiniz. Ya da yapılacak bir aktiviteyi yapmak istemiyorsa, saygı duyup onun istediğini yapmasına izin vermelisiniz. Ama çocuğunuz bazı konularda kuralları sizin koyduğunuzu bilmeli. Bu, onun da hayatını kolaylaştıracaktır." Bu kural konusunda en önemli nokta şuymuş yalnız, özellikle anne-baba, sonra da çocuğun hayatına kim dahilse aynı dili konuşmalı! Birinin söylediğine öbürü "aman ne olacak canım?" dediği anda çocuğun parmak kuklası olursunuz, haberiniz olsun!(Neyse ki bizim ailede herkes anne-baba olarak sözümüzü dinliyor, kurallarımızı yıkacak bir şey yapmıyor. Ahmet de ben de hep aynı dili konuşuyoruz, konuşmaya çalışıyoruz...)

Kural/inatlaşma konusunu bu şekilde çözüme kavuşturduktan sonra başka önemli bir genel yanlıştan bahsetti: temizlik/pislik takıntısı! Eğer siz de çocuğunuzun elini/ağzını her kirlendiğinde hemen silen ailelerdenseniz, bir daha düşünün! Sürekli temizlik ve pislik vurgusu çocuklarda obsesiviteye kadar gidiyormuş. Yemek sonuna (ya da kirletici ne aktivite yapıyorsa onun sonuna) kadar ağız/el silmeyip hatta üzerindeki kirli giysileri bile anında değiştirmemekte yarar varmış. Çocuklara kirlenme özgürlüğü yani! Ben -biraz da tembelliğimden- Çınar'ın ağzını yemek bitince silerdim (bkz. alttaki resimler). Bakıcısı ise benim tam tersim, yemek bulaştığı anda bez yıkanıp ağız/el siliniyor! Son zamanlarda Çınar eline su bile değse "aaaaggghhhh" diye gösterir olmuştu. Biz de "ehehehe, pek titiz canııım, dur hemen silelim" diye fazla üzerinde durmuyorduk. Yanlış yapıyormuşuz. Zaten ananesi ve sevgilisi Gülcan Abla yüzünden tüm temizlik araç-gereçlerine düşkün, titiz bir erkek çocuk oldu, bir de takıntılı olacakmış az kalmış :) Neyse, bu vesileyle olaya erken müdahale etme şansımız oldu. Şimdi eli kirlenip de bize gösterdiğinde, gayet sakince "N'olmuş? Elin yemek/boya mı olmuş? Olsun, sen ye/oyna şimdi, sonra temizleriz" diyoruz. Bir süre eline dikkatlice baktıktan sonra ikna oluyor...

Sakince demişken, kontrollü anne-baba-bakıcı-anane-dede-babane olmak da meğer ne kadar önemliymiş! Bizi korkutacak/üzecek/kendine zarar verecek bir şey yaptığında bazen elimizde olmadan aşırı tepki verebiliyoruz ya, bu genelde çocuğun o hareketi pekiştirmesine ve oyun haline getirmesine neden oluyormuş (gerçi bunu hepimiz biliyorduk). Mesela kusmaya verilen tepki. Bunu az çok bildiğim için Çınar ilk diş çıkarmaya ve de kusmaya başladığı günden bu yana kustuğunda pek renk vermemeye çalışıyorum. Bazen iş zıvanadan çıkınca -ben de insanım tabii- ben de zıvanadan çıkabiliyorum ama, özellikle son zamanlarda, sakinim. Öğürünce falan pek oralı olmuyorum, tabii boğazına gerçekten takıldıysa kusuyor! Ama beni denemek için yapıyorsa, vaz geçiyor. Bu çok ilginç (ya da tam tersine, beklenen de olabilir), kim kusmasına büyük tepkiler veriyorsa, ya da kusmasından daha çok tedirgin oluyorsa, o yemek yedirirken daha çok kusuyor. Yalnızca kusma için değil, her tür "sınır denemesi" için geçerli bu sakin olma durumu... Bir de, çocuk tehlikedeyken sakin olma gerekliliği var, ki bu daha da önemli! Çocuk zaten korkmuşken anne-babanın-ilgilenen kişinin aşırı heyecanlı tepkisi çocukta şok etkisi yaratabilir, istenmeyen bir sürü şeye (konuşma zorluğu, kekemelik, vb) yol açabilirmiş. Bir annenin davranışını örnek verdi pedagog. Çocuk müzik setiyle oynarken birden sesi sonuna kadar açmış ve kilitlenip kalmış. Çocuğu kurtaran ise annenin "çok mu açıldı müziğin sesi, gel kapatalım. Bak bu ses düğmesi, açıyoruuuz, kapatıyoruuuuz" diyerek durumu sakince kontrol altına olması olmuş! Yani efendim, durum ne kadar kötü olursa olsun ne yapıyoruz? Sakin ve kontrollü davranıyoruz! Şu noktada itiraf edebilirim ki, anne-baba olmak insan üstü bir çaba gerektiriyormuş :)

Hmmm, bir de ne vardı? Korkular... Yakında karanlık korkusuyla karşılaşabilirmişiz (şimdi pek farkında değil). Sadece karanlık değil, gürültülü şeyler, palyaço vb gibi çocuğun aslında günlük hayatta çok karşılaşmadığı ama korktuğu şyler olabilirmiş. O zaman da izlenecek doğru yol karanlığı/palyaçoyu/gürültüyü birlikte keşfedip, korkacak bir şey olmadığı konusunda güvenini kazanmakmış. Yani mesela, karanlıktan korkuyorsa, karanlık bir odaya el ele gidip, ışığı açıp"bak bir şey yokmuş" demek; bunu bir süre yapıp da güven duymaya başladığında yanında yürüyüp karanlık odaya girmek; daha sonra onu gönderip "ben sana buradan bakıyorum" demek gibi. Veya palyaço için internetten palyaçolu klipler indirip çocukla izlemek, ya da yüzünüzü birlikte boyayıp korkacak bir şey olmadığını göstermek de yapılabilecek şeyler arasında.

Genel değerlendirmelerin en sonuncusu olarak pedagog şunu söyledi: "Hastalarım bana çoğu zaman 'ideal çocuk yetiştirmek istiyorum' diye gelirler. Halbuki dünya ideal değil ki, dolayısıyla ideal çocuk yetiştirmeye ne gerek var? Mutlu çocuk yetiştirmeniz önemlidir, ihtiyaçlarını karşılayabilen çocuk yetiştirmeniz önemlidir. Hayata hazırlıklı çocuk yetiştirmeniz önemlidir. Çocuğunuz sakinliği, dinginliği de bilmeli, hareketi, yüksek sesi de. İşlerini yapmayı da bilmeli, yaptırmayı da." Hatta çok da uç bir örnek verdi: "Hani bir çocuk okulda arkadaşından dayak yediğinde baba 'sen de ona vursaydın' der; anne de 'hayır, sen vurma, gel bana söyle'. Üzgünüm ama burada babaya katılmak zorundayım. İlk vuran sizin çocuğunuz olmamalı, ama her türlü duruma hazırlıklı olmayı da bilmeli, öğrenmeli" Dediğim gibi, bu sonuncusu çok uç bir örnek, lütfen "şiddete evet" olarak algılanmasın. Zaten muhtemelen ben yine de "git sen de vur" demem, dedirtmem de :)) Ama hakkını aramasını her türlü öğretirim!

İşte böyle... bir sonraki bölümde Çınar özelinde bize neler söyledi, onlardan bahsedeceğim. Bakalım Çınar'ın uyku ve kusma sorunsalı psikolojik miymiş değil miymiş? Yapılacak bir şey var mıymış, yoksa kaderimize boyun mu eğecekmişiz? Coming soon, stay tuned... (ya da, bizi izlemeye devam edin!)

Hiç yorum yok: