25 Mart 2010 Perşembe

Bahar ve Köfte

Tuhaf bir ikili değil mi? Ama son iki sene içinde beni çok mutlu eden ve hayatımı çok çok kolaylaştıran iki şey, bu aralar en sevdiğim ikili: bildiğiniz bahar mevsimi ve nefis yemeğimiz köfte :)

Geçen sene, minik adam daha 3-4 aylık bile değilken ve ben yorgunluktan, şaşkınlıktan, hiç alışık olmadığım halde eve kapanmış olmaktan (karşı komşumuz, 70 yaşına yakın Fehmiye Teyze'mizin bile benden çok daha sosyal bir hayatı vardı) ve bütün gün evde deli gibi, öööyle yüzüme bakarak beni dinlediğini sandığım minik adamla konuşmaktan kafayı sıyırmak üzereyken (*) (öyle ki, Çınar'ın bir oyuncağının melodisini (üstte) ezberledim ve sağda solda şuursuzca söylemeye başladım diye annem çok üzülmüştü: ıııın ııınnn ııınnnn/bibiiip bibiiip/kukkurikurikurik/nay nananaynay nay nay naaay naaaay naaay naay!) annem şöyle demişti: "Başakcım, az kaldı; bahar gelsin, bak herşey nasıl kolaylaşacak! Göreceksin, bu sözümü unutma!" Gerçekten, bahar geldi, minik adam 6 ayını bitirdi ve *poooffff* !!!

Yok, tabii ki sihirli değnek değmiş gibi değişmedi birdenbire herşey ama her gün biraz daha iyiye gitti günlerimiz, bahçede geçirdiğimiz zamanlar arttı (karda kışta da her gün gezdik biz, ama tabii, çok uzun kalamıyorduk). Bahçede yemeklerimizi yemeye başladık; hatta öyle bir zaman geldi ki, eve yalnızca uyuymak için çıktık! Bahar gerçekten ilaç gibi gelmişti geçen sene bize! (Sonbaharda doğum yapan annelere müjdem olsun!) Çınar büyümüştü, ben rahatlamıştım... ilk defa dinlenebildiğimi hissetmiştim!

Bir de "köfte" demişti annem; "senin yalnızca köfte yemeni dilemiştim" (evet, ben çok zor yemek yiyen bir bebekmişim, öyle de bir çocuktum, sonra geçti ama :>). Bizim minik adam bayıla bayıla köfte yemeye başladığında, başıma gelen güzel şeyin farkında değilmişim. Son zamanlarda anladım ki, köfte yiyen çocuk (özellikle diğer yemekleri zor yiyorsa), dışarda yenilen her yemekte anne-babanın hayatını kolaylaştırıyormuş :)) Yanında yemek taşımak zorunda değilsin, "minik adam yemek ister mi bu yanımızdaki yemeği, off ya yemezse" diye düşünmek zorunda değilsin! Daya köfte-pilav-patates-yoğurdu, yemesi garanti :) (Bu yazdıklarımdan delirmişim gibi bir sonuç çıkmasın, zor yemek yiyen çocuk anneleri anlar ancak halimi!)

Bu sene baharda da çifte müjdeyi verdi annem: "Minik adam hem köfte seviyor, hem bak yine bahar geliyor. Pek çok derdimiz bitecek, bana inan!" Geçen seneden de referansı iyiydi annemin, ama bu akşam gerçekten inandım :)

Elif Naz ailesi ve Çekirdek Çelikler olarak bizim evin karşısındaki köfteciye gittik (Elif Naz da köfteciymiş bu arada, ettik iki şanslı anne). Hem nefis köfteleri, hem de harika bir oyun odası var! Saldık çocukları oyun odasına, oynadılar durdular. Biz köfte yerken sırayla gelip "mamma" istediler, köftelerini yediler, bitirdiler. Ben, yine kuru kuru yemiş olmasınlar diye, çorba da getirmiştim yanımda, biraz oynadıktan sonra, oturdular bizimle birlikte, bir güzel çorbalarını içtiler! Mihriban ve ben, 1.5 yıl sonra ilk defa, çocuk peşinde koşturmadan yemek yedik, sohbet ettik, güldük, yine çocuklarımıza dair de konuştuk (anne-baba deformasyonu, yapacak bir şey yok!). Üstelik biz sohbet ederken babalar da çocuklarla ilgilenmediler, onlar da sohbet ettiler.

Tek münferit olay dışında kuzu kuzu, güzel güzel de oynadılar bebecikler... Pek keyfili bir akşam geçirdik kısacası. Farkına vardık ki bizim bebecikler büyümüş, abi ve abla olmuşlar.

Ve, akşam bitip de eve döndüğümüzde içimden şunu söylemek geldi:

Hoşgeldin bahar, teşekkürler köfte :)


22 Mart 2010 Pazartesi

Yuva Notları -II

"Bugün pazartesi, Bebek Koala anaokuluna vardı bile. (...) Eşyalarını dolaba yerleştiriyor, dolap kapağına güzel bir resmini yapıştırmayı da unutmamış.
(...) Bam bam bam, badabam! Gün müzikle başlıyor.
(...) Her yerde boya kalemleri, keçeli kalemler, fırçalar var. (...) Bebek Koala önlüğünü giyip resim yapmaya başlıyor. Burnunun ucuna bile boya bulaşmış!
(...) Bebek Koala ve arkadaşları bahçede oynuyorlar. Salıncaklar, kaydıraklar, hayvanlar, tahterevalliler...
(...) Eğlenceli bir öğle yemeğinden sonra Bebek Koala yoruluyor. (...) Anaokulunda sanki gece oldu, herkes uyuyor. Şışt, sessizlik lütfen!
(...) Bebek Koala ve arkadaşları evcilik oynuyor, taklalar atıyor, jimnastik oynuyorlar! Ne kadar eğlenceli! (...) İkindi kahvaltısından sonra öğretmenleri çocuklara en sevdikleri hikaye kitabını okuyor.
(...) Bebek Koala anaokulunu çok seviyor. Yeni arkadaşlar da edindi. (...) Günün bitmesini hiç istemiyor!"  

16 Mart 2010 Salı

Yuva Notları

Minik adama, haziranda başlaması için, yuva aradığımız şu dönemde beni hayrete düşüren şeyleri not etmeye karar verdim. Altı üstü kreş arıyorum (bu arada, kreş ve yuva arasında ne fark vardır, hala bilmiyorum. TDK'ya göre, ikisi de aynı şey. Ama bir de yeni bir terim var: Önokul. Buyrun bakalım!). Aradığım özellikler ya da beklentilerim de şunlar:

1- Minik adamın mutlu olacağı bir yer olsun,
2- Sevimli, düzenli, temiz bir ortamı olsun,
3- Minik adama düzgün davranılsın, güzel ilgilenilsin, ihtiyaçları anlaşılsın ve karşılansın (yani sınıfları çok kalabalık olmasın; düzgün, sevecen öğretmenleri olsun),
4- Minik adam gün içinde yaşıtlarıyla birlikte olsun, oynasın, koşsun, yorulsun, paylaşsın, sosyalleşsin,
5- Yemek yeme, uykuya kendi yatma, hatta belki bezi bırakma gibi konularda öbür çocuklara baka baka bir şeyler öğrensin,
6- İyi bir psikoloğu/pedagogu/aile danışmanı olsun (bu, kendim için!).

"Ne çok şey bekliyormuşsun" da diyebilirsiniz, "e tamam, bunların hepsi zaten olması gereken şeyler" de... ama günümüz kreşleri size öyle seçenekler sunuyorlar ki, kafanız karışıyor, afallıyorsunuz! "Ne kadar bilinçsiz bir anneyim, kreşler neler neler sunuyorlar da ben yalnızca çocuğum eğlensin falan fıstık peşindeyim" diyebiliyorsunuz! İşte beni afallatan bazı kreş/yuva notları:

1- Yalnızca Ankara'da mı moda bu, yoksa tüm Türkiye mi bu çılgınlığa kaptırdı kendini gidiyor bilmiyorum ama artık Montessori eğitimi vermeyen kreşe kreş (pardon, önokul) demiyorlar! Montessori sistemini genel olarak beğenmeme rağmen (çok kabaca anlatmam gerekirse, çocuğun istediği zaman istediği şeyi öğrenmesini teşvik eden ve gerçek hayat deneyimi kazandırmayı amaçlayan bir eğitim yaklaşımı) okullarındaki didaktik eğitim yüzünden biraz sıtkım sıyrıldı gibi. Herşey matematik üzerine kurulu, sıralama oyuncakları, sıralama küpleri, harf şablonları, herşeye "materyal" denmesi (oyuncak değil materyal!)... hele bir okul yöneticisi "burdan çocuklarımız 6 yaşında okuma-yazma öğrenerek mezun oluyorlar" deyince tamam, dedim, Montessori benim için bitmiştir, bi'daha da gelmem :)) Şaka bir yana, oyun çağında oyun oynasa da ilkokulda okuma yazmayı öğrense ne olur ki? Bizim kuşakta kime sorsanız okumayı ilkokuldan önce sökmüştür, ama kimsenin kuş kondurduğunu görmedim! (NOT: Belki de gittiğimiz o Montessori önokulu fazla katıydı... 1-2 tane daha önerilen okul duydum, belki onlar daha yumuşatılmış bir eğitim veriyorlardır. O zaman ben de yumuşayabilirim :>)

2- MEB kreşlerde İngilizce eğitimi de zorunlu kıldı sanırım ki İngilizce eğitim vermeyen kreş de yok gibi. Hatta yok! 2.5-6 yaş arası ikinci bir dil öğrenmek için çok verimli bir yaşmış (pedagog söylemişti). Ama, hani önce Türkçe'yi düzgün öğrenseler? Kafaları karışmadan, bir adet düzgün Türkçe cümle kursalar. Mesela benim minik adam, "tetetes"i "domates"e çevirmeden önce "vantutiyifoyfayf" ya da "havayyu" demese de olur :) Annesi 6 yaşından sonra öğrendi İngilizceyi, çok şükür 6 ay Kanada'da yalnız yaşayacak kadar geliştirdi. Babası da öyle. Benim için, kendi dilini düzgün kullanan, "dahi" anlamındaki "de"yi kelimeden ayrı yazabilen bir çocuğum olması daha önemli. Bunu yapsın, her dili öğrenir, konuşur zaten! (Karikatürü tedarik ettiği için Cianan Teyze'mize kocaman bir teşekkür!)

3- Eskiden çocuklar arası rekabet ilkokulda başlardı, artık "7 çok geç"! Bu slogan böyle algılansın diye ortaya atılmamıştır muhakkak, ama buna döndüğü bir gerçek. Anne-babalar çocuklarından o kadar çok şey bekler oldular ki, yuvalar/kreşler/önokullar da buna ayak uydurmak için aktiviteye boğuyor çocukları -ya da yeni ne sunacaklarını şaşırıyorlar (alın işte, Montessori)! "Günümüz rekabetçi koşulları" bahanesine sığınıp, bal gibi de yarıştırıyoruz çocuklarımızı, aman falancanınkinden eksik kalmasın, diyoruz! Yalan mı? Sevgili eşim "Başak, kreşle başlayarak yüksek lisansına kadar planlayacak yakında Çınar'ın eğitim hayatını" dedi de kendime geldim! Allahtan olaylara soğukkanlı ve mantıklı yaklaşabilen bir kocam var :)

Umuyorum ki bu cuma, sevgili eşim ve ben bir yarım gün izin alabilirsek, gözümüze kestirdiğimiz ve bana iyi olduğu söylenen (sağolsun Nurturia anneleri!) 3-4 kreşi gezeceğiz. İzlenimlerimizi, kararımızı ayrıca yazarım tabii ki! Ama, buraya da yazıyorum, yalnızca şu saydığım ilk 6 maddeyi sağlayan kreş neresiyse orayı seçeceğim, söz! Çocuğumu yarış atı gibi koşturmayacağım, andolsun :)

15 Mart 2010 Pazartesi

Anneliğin Korkutucu Halleri

Bunu bir yerde okudum, ama neresi hatırlamıyorum... bir soruydu aslında galiba, "anne olduğunuzdan beri kendinizi her an atakta dişi bir kaplan gibi hissediyor musunuz?" diye. Sorunun yanıtı büyük harflerle EVET! Oğlumu ben koruyamazsam, ihtiyacı olan şeyleri ona ben sağlayamazsam dünyada hiç kimse yapamayacakmış gibi geliyor. Minik adam daha bebekken bu duygular daha yoğundu. Sonradan geçiyor, normale dönüyorum sanmıştım; ama, şekil değiştiriyormuş meğer!

Cuma akşamı anane, baba, anne, minik adam ekip olarak 365'teydik. Minik Adam'ın en sevdiği yer, çünkü üst katta "uf uf"a (trene, çufçuf), Smart Play'de "eeeııınnnnn"lara (araba) binebiliyor, Smyk'da oyuncaklarla oynayabiliyor, top havuzunda tepinebiliyor... Ben bu kadar çocuk dostu bir alışveriş merkezi daha bilmiyorum Ankara'da. Bunların yanına şimdi bir de yemek yenecek alanın ortasına çocuk oyun alanı yapmışlar. Aileler yarım daire şeklinde tasarlanmış barda yemek yerken, çocuklar da barın iç kısmında duvara monte oyuncaklarla oynayabiliyorlar. Böylece yemek yerken etrafa saçılmış çocuklarınızın peşinde koşmak zorunda kalmıyorsunuz :)) Anlatamadın, diyorsanız, aşağıdaki resme bir göz atıverin...


Şimdi, konunun girişle ilgisi şu: Cuma akşamı bizim minik adam da trene, arabalara bindi, oyuncaklarla oynadıi top havuzunda tepindi. E sonra anane, baba ve annenin karnı acıktı (minik adam daha yeni muzlu süt içtiği için o toktu). Dolayısıyla, biz de bu yeni hizmetten yararlanıp kendisini oyun alanına koyarak yemek yemeye başladık. Alanda yaşça en küçük çocuk bizimkiydi. Zaten böyle çocuk kalabalığına alışık değil, önce bir afalladı, ama sonra alışıp araya kaynamaya çalıştı. Tabii, daha büyük ve "deneyimli" çocuklardan pek fırsat bulamadı. Kuzu kuzu sırasını bekledi; çoğunlukla da, sırası geldiğinde de tam oynarken yine biraz daha büyük bir çocuk bizim miniği iteleyip sırayı aldı. Hiç ses etmedi yavrucuğum, yine beklemeye devam etti (bkz. aşağıdaki resim).


Ve fekat ben, içimdeki dişi kaplanın saldırı pozisyonuna geçtiğini hissettim ve kendimden korktum! Hatta kendimi anneme ve sevgili eşime "o zaman ben gideyim, şu büyük çocuğu kenara ittirip gelivereyim" derken yakaladım! Yok hayır, yapmadım sevgili okur, müsterih olun, ama ramak kaldı! Dokunmadık hiç, sürece müdahale etmedik. Kendisi başının çaresine baksın, dedik. Ama zor tuttum kendimi. Ne korkutucu bu annelik halleri! "Kendisi halletmeyi öğrensin" diyor beynin ama yüreğin "git, dağıt çocukların hepsini, hep çocuğun oynasın, mutlu olsun" diyor. Sonra beynin yine "hayır, şimdi mutlu olur; ama, sonra bunu hep senden bekleyecek... ve bir gün sen olmadığında, o zaman ne olacak?" diyor. Kalbini susturup, beynine hak veriyorsun. İçin yanıyor, ama doğrusu bu. Uzun vadede minik adamı mutlu edecek şey bu!

Yalnız son zamanlarda bulunduğum bir kaç ortamda, beynini dinleyen tek anne benmişim gibi geliyor. Sitenin çocuk parkında, ya da böyle oyun alanlarında. Hep de 2-3 yaş civarı çocukların anneleri, pedagoglar falan mı böyle tavsiye ediyor bilemiyorum, ama çocuklarının hiçbir hareketine ses çıkarmıyorlar. Geçen yaz mesela, sitenin parkına indik, Çınar salıncak delisi. İki salıncak var; biri boş, diğerinde 2 yaş civarı bir kız çocuğu sallanıyor. Tam bizim minik adam kurulmuştu ki salıncağa, bir feryat "meniiiiiimmmmmm!!!! insin salıncağımdan!!!!" Ben güldüm, annesinin konuyu açıklamasını bekledim, ama tık yok. Yeniden aynı feryat. "Tamam o zaman, biz kaydıraktan kayalım, sen sallan, sonra da biz sallanırız" dedim. "Haaayıııırrrrrr, kaydırak da meniiimmmmmm!" Şimdi, benim dişi kaplan kıpırdanıyor içerde, ama tasmasından tutuyorum hala, bekliyorum ki anne "birşeyler" desin. Dedi de, şunu: "Hehe, bu aralar böyleyiz; iki yaş bunalımı var ya, işte herşey onun sanıyor..." Şimdi sevgili anne, tamam, vır vır vır sürekli konuşma yapma çocuğuna; evet, 2 yaş, "terrible two (belalı iki)" hepimizin başına gelecek, göreceğiz... de, o bunalımdan çocuğun sağlam bir birey olarak çıkması için senin ona bazı şeyleri anlatman, doğrusunu öğretmen gerekmiyor mu? Yoksa bu horrible three, fucking four olarak devam eder (ben bunu bir blogda okudum, acayip hoşuma gitti, google'dan arayacağım şimdi, ama bulamaz da link veremezsem, affetsin beni o blogger lütfen).

Hadi yine bu anne, diyalog kuran sınıftandı. Geçen cuma olduğu gibi, kurmayan sınıftan olanlar da var. 5-6 yaşlarında bir erkek çocuk, dört dönüyor oyun alanında. Bir ara, Çınar ayağının altına denk geldi, kattı önüne sürükledi. Ben yine müdahale etmedim, ama isterdim ki annesi "oğlum, bak bu senden çok küçük bir bebek, biraz daha dikkatli ol" desin. Minik adam düşmedi, mızırdanmadı da. Ama, ben yine, "ben olsam böyle yapmazdım" dedim. Kızdım. Kızmamalıyım, biliyorum... ama işte bu da, anneliğin korkutucu hallerinden biri. Ve ben bu dertten çok muzdaripim!

Bütün bunları bana içimdeki dişi kaplan mı yazdırdı, beynim mi bilemiyorum! Belki ortak çalışmalarıdır -ne bileyim, annelik de böyle bir şeydir belki... Ve şunu biliyorum, tabii ki herşeyine müdahale etmeyeceğim oğlumun. Hayatın içinde mücadele de var, yaşayarak öğrenmesi en güzeli. Ama, doğru davranmak, iyi insan olmak, çevresine saygılı olmak nedir anlatamayacaksam, annesi olarak ne işe yararım ki?

10 Mart 2010 Çarşamba

Pembe Kurbağa İftiharla Sunar:

Pon Pon Kuyruk'un Pastası!

Kayıtlara geçsin lütfen; yukarıdaki başlık, bizim minik adamın, 17 ay 1 haftalıkken gittiği ilk tiyatro oyununun adı.

Geçen hafta, sevgili eşimin arkadaşı ve minik adamın arkadaşı Naz'ın babası (bu, sadece Naz, Elif Naz değil), bizim çocuklar için bir tiyatro olduğundan bahsetmiş ve minik adamı götürmek isteyip istemeyeceğimizi sormuş minik adamın babasına. "Yapılamayanı yaptıklarını" iddia eden bu "cesur" tiyatrocular, 3 yaş altı çocuklar için gösteriler hazırlıyorlarmış. Bahsettiğim "cesur" tiyatrocuların ismi Tiyatro Pembe Kurbağa! Daha önce de söylediğim gibi, çekirdek Çelikler olarak, bayılırız aktiviteye... hemen "tamam" dedik, "en azından, ne yapacaklarmış bir görürüz!" Tabii, yalnız anne-baba olarak ben ve sevgili eşimin değil, ananenin, babanenin, dedelerin, hatta ve hatta benim arkadaşlarımın aklında aynı soru vardı: 17 aylık çocuk nasıl tiyatro oyunu izler, herşeyden önce, izlemek için yerinde durmayı başarabilir mi? Bu çılgın tiyatrocular gerçekten iddia ettikleri gibi yapılamayanı başarabilecekler mi?

Aklımızda bu sorularla, en azından neler olacağını görmek, deneyimlemek ve hiç olmazsa bir kaç arkadaşla vakit geçirmiş olmak için giyindik, kuşandık, pazar öğlen düştük yola. Minik adama da anlattık gitmeden, "bak, seni tiyatroya götürüyoruz şimdi; Naz da orda olacak" dedik. Arkadaşını göreceği kısmı az çok anladı ama "tiyatro" kelimesi pek bir şey ifade etmedi ona; koca gözlerini daha da koca koca açarak baktı yalnızca. Normalde arabada ilgi ister, en azından kitap okutur (Zıpla Tiger Zıpla, namı diğer Googo). Ama bu sefer, büyüdüğünün ilk işaretini verirmişçesine, biraz direksiyonuyla oynadı, biraz camdan arabaları izledi. Pek uslu seyahat etti yani...

Tiyatroya tam vaktinde geldik, oyunun başlamasından 5 dakika önce! Ne erken (uzun süre başlamasını beklerse sıkılmasın), ne geç (oyunu kaçırmayalım)... İçerisi, kelimenin "gerçek" anlamıyla, ana-baba günü :) Yaşları 1-3 arasında değişen 10-15 civarı çocuk, anneleri, babaları, bir kısmının anane/babanesi... Önce Naz ve Çınar ortama bir alışmak istediler, attılar kendilerini ortaya; hem diğer çocuklarla kaynaştılar, hem ortama ısındılar. Sonra, ışıklar söndü, çocukları ortadan toplayıp kucağımıza oturttuk, ve oyun başladı!



...ve bizim çocuklar büyülenmiş gibi tiyatrocu amcayı izlemeye başladılar! Konu şu: O gün Pon Pon Kuyruk'un doğumgünüymüş. Bir gün önce rüyasında, doğumgününde neler yapacağını görmüş. Ertesi gün de doğumgünü için pasta yapmaya karar vermiş. Ama bunun için de önce buğdayı ekmiş, sonra biçmiş, sonra un yapmış, sonra da ondan pasta yapmış! Tiyatrocu amca öyle güzel anlattı, şarkılar ve kuklalar çocukları öyle güzel yakaladı ki ilk 20 dakika (biraz daha küçük iki çocuk dışında) kimse yerinden kıpırdamadı! Biz, Naz'ın annesiyle birbirimize bakakaldık; bizim çocuklar nasıl oldu da bu kadar uzun süre pür dikkat oturabildiler diye... Üstelik, sanırım konuyu da anladılar. Çünkü, tiyatrocu amca bir süre Pon Pon Kuyruk'u arayıp da sonra şapkadan çıkarınca bizim minik adam "aaa" deyip kikir kikir güldü!

Sakin geçen 20 dakikadan sonra bizimkilerde bir hareket başladı tabii. Çınar, önde oturan çocukların yanına gitmek istedi, ben de kendisini minderin üzerine oturttum. Pek güzel oturdu diğer çocuklarla, bir süre de öyle izledi oyunu, "abi gibi"! Sonra, sahnede ve sağda solda dolanan çocukları görünce kurtlandı tabii bizimkiler. Ama zaten oyun da interaktif. Tiyatrocu amca çocukların arasında dolaşıyor, buğdayı, unu gösteriyor, dokunmalarını istiyor: buğday sert, tavşan kardeş yumuşak, un da tavşan kardeş gibi yumuşak, diye diye. E bizimkiler de kah peşinden dolaştılar tiyatrocu amcanın, kah dekoru keşfettiler, kah müzikle dans ettiler, el çırptılar... Ama, tiyatrocu amca ne zaman sahneye dönse, onu dinlemeye de devam ettiler :)


Çınar'dan dekor kontrolü

Hmm, bi' dinleyeyim bakayım, ne anlatıyor?


Ben de mi tiyatrocu olsam acaba? Sahne tozu yuttum sayılır çünkü...


Ama replikleri unutuyorum, bana sağlam bir süflör lazım!

Oyun bitiminde tiyatrocu amca ve abla, Pon Pon Kuyruk'un yaptığı kurabiyelerden dağıttılar bize. Biz de afiyetle yedik. Sonra da oyunu müzik ve dansla bitirdiler. E tabii, müzik başlayınca durur mu bizimki, yine attı sahneye kendini. Hatta kendini epeyce kaptırıp, ordan bir çocuğun annesini dansa kaldırdı. Çok güldü kadıncağız bu medeni cesarete! Kızıyla tanıştırdı bizim minik adamı. Bir süre de çocuklar dans ettiler karşılıklı (Resimde, pembe kıyafetli, kurabiye yiyen Naz, bej bolerosu olan da Çınar'ın dansa kaldırdığı bayanın kızı)!

Müzik ve dans bitip de bizimkiler yine de eve gitmeye pek gönüllü olmayınca, bıraktık ortalığı keşfettiler. Biraz birbirleriyle oynadılar. Amfinin basamaklarına tırmandılar. Sonra Çınar, sahne arkasını keşfetmeye karar verdi. Perdeyi açıp da içeride tiyatro oyunundaki kuklaları ve dekoru görünce pek sevindi! Bir süre açıp kapadık perdeyi. Sonra, eve gtme vakti geldiğini anlattık. Ayrılmaya çok gönüllü değildi minik adam, ama parka gideceğimizi duyunca razı oldu sahneyi bırakmaya :) (Evet, gerçekten parka da gittik sonrasında. Bizde kandırmaca yoktur efendim!)

Sevgili arkadaşlarımız sağolsunlar, sayelerinde çok ilginç bir deneyim yaşadık, çok güzel bir gün geçirdik! Ve oğlumuzun biraz daha büyüdüğünü de keşfetmiş olduk, sevindik, duygulandık... Artık Pembe Kurbağa'nın web sayfasını takip edeceğiz. Çünkü her ay bir masal varmış, 3 yaş ve altı için anlatacakları! Keyfine vardık bir kere, sanatsal etkinliklerimize devam edeceğiz!

NOT: Bir kaç video da çektik. Bir kısmı, bebekleri/çocukları olanlara da fikir versin diye biraz uzun. Bir kısmı, anı yakalamış olmak adına çekildiğinden, kısa. İlgilenirseniz, bir tık! (Videoların boyutları çok büyük olduğu için bir program kullanarak küçülttüm, ama böyle olunca picasa'da pek düzgün görüntülenmiyor. Videoyu açtıktan sonra yukarıda sağda çıkan "yüksek kaliteli videoyu görüntüle" seçeneğine tıklarsanız, nispeten daha düzgün izleniyor. Bir de, yine boyutlandırma programının azizliği, videolar üstüste iki kere oynatılıyor...)

9 Mart 2010 Salı

Uyku Yalanları

Bu yazıyı ne zamandır yazmayı düşünüyordum, dün ve bu sabah Sadece Anne'nin sitesinde okuduğum bir çift yazı (buraya ve buraya bir tık lütfen) ve yazıya gelen yorumlar nedeniyle daha fazla ertelemeyip hemen yazmaya karar verdim.

Mühim not: Ben ne pediatristim, ne pedagogum, ne de herhangi bir konuda çocuk uzmanıyım. Yalnızca anneyim ve deneyimlerimi paylaşıyorum. Ve, sıklıkla da, benim durumumda olan anneleri rahatlatmaya çalışıyorum... çünkü, bu uyku konusunda o kadar büyük bir baskı var ki üzerimizde, sürüyle birlikte hareket etmezsek, herşeyi yanlış yapıyormuşuz gibi görünmemiz ve böyle hissetmemiz an meselesi  :)


Yazının başlığı uyku yalanları; çünkü, böyle yalanlar söylenmeseydi bizlere, bebeğimizin "uyuması" adına uygulamamızı istedikleri "yöntemleri" başka türlü azimle uygulamamız mümkün olmazdı sanırım... Ferber, Tracy Hogg, Elizabeth Pantley, Dr. Weissbluth yöntemleri... Hepsi, çocuğumuza "kendi kendine" uyumayı öğretmezsek başımıza gelecekleri anlatıp bizi çocuklarımızı "zorla" uyutmaya yönlendirmediler mi, korkutmadılar mı, yapmazsanız "hatalı ebeveynsiniz" demediler mi (Tracy, dinince dinlen ama, bu sözün vaktiyle beni çok bunalıma sokmuştu)? Şimdi ben, bizim minik adamın, bütün bu "uyku uzmanlarını" nasıl "yalancı" çıkardığını anlatacağım sizlere:

"Bebeğiniz miniminnacıkken kendi kendine uyumayı öğrenmezse bir daha zor öğrenir."

Bizim minik adam, doğduğundan beri kucakta sallanarak uyutulmasına rağmen 4.5-5 aylıkken yatağında kendi kendine uyumaya başlamıştı. 7-8 aylık olana kadar da bu böyle sürmesine rağmen, iyice hareketlendiği dönemde "kendi kendine" uykuya dalma işini de kendiliğinden bıraktı.

"Bebeğiniz kendi kendine uyumayı öğrenmezse, yatağında uykuya dalmazsa, gece boyu deliksiz uyuyamaz. Sıklıkla uyanır."

Minik adam, o kendi kendine uyuduğu mutlu günlerde de geceleri 4-5 kere uyanıyordu. Halbuki, son bir haftadır, geceleri oturma odasında ayakta sallanarak uyuduğu halde, bütün gece yatağında hiç uyanmadan uyuyor. Bu saaddetin yeni bir diş istilasına kadar devam etmesini umuyorum.

"12-18 ay arası bir bebeğin günlük uyku ihtiyacı 11'i gece uykusu olmak üzere, 13-14 saattir. Daha az uyumamalıdır."

Tabii ki uyku için uzun süreler iyidir, ama bu da biraz genetik değil mi? Ben de pek az uyurmuşum, bizimkilere yıllarca 6’dan sonra uyumak kısmet olmamış. Ve biz neler neler denedik minik adam 6'da kalkmasın diye; uyanınca hemen emzirmedim, oyun oynamadım, sessiz kaldım... 17 aydır da azimle uyguluyorum bu yöntemleri ama Çınar, bana mısın demedi; ne kadar uykuya ihtiyacı varsa, o kadar uyuyor! Çünkü, o da bir insan! Biz de öyle yapmıyor muyuz? Tamam, bence de bizim minik adam günün pek azını uykuda geçiriyor ve ben hala nasıl yapsam da biraz daha çok uyusa diye düşünüyorum (1-1.5'ar saatten iki gündüz uykusu, 8-8.5 saatlik deliksiz gece uykusu). Ama uykudan çok mutlu uyanıyor, normal gelişiyor, huzurlu, hareketli, mutlu bir bebek. Eee, ne yapayım ben şimdi, kitabına uydurayım diye, uyku ilacı mı vereyim yavrucağa?

"Kendi kendine uyumayan çocuğun özgüveni gelişmez"

Geçen yazımda da bahsettiğim gibi, görüştüğümüz pedagogun, psikoloğun ve minik adamın doktorunun ortak kanısı şu: Çocuğun uykuya güvenli geçmesidir önemli olan! 2-2.5 yaşına kadar da kendi kendine uyumaya zorlamayın. O kendini nasıl güvende hissediyorsa, öyle uyutmayı deneyin. Yalnızca, uykuya geçiş sürecinin uzamamasına dikkat edin. Eğer uzuyorsa, çocuğunuz belki biraz daha geç yatmak istiyordur. Ve çocuğunuzu geç/kendi ihtiyaç duyduğu saatte yatırmak, onu zorla uyutmaya çalıştığınız zaman bozulan ilişkinizden daha az zarar verecektir. (Bu kısmı doktorlar söyledi, ben de beğendim!)

5 Mart 2010 Cuma

Bu Da, Bir Bavul Kitap!

1 hafta önce tam bir bavul dolusu yeni kitabımız oldu! YavruSu'nun kitaplığından seçtiklerimize (solda) Seda Teyze'si de yeni hediye kitaplar ekleyince (aşağıdaki resimde, sağda), Hülya Teyze'mize Amerika'dan bir bavul kitap getirtmiş olduk (buradan, kendisine çok çok teşekkür ediyoruz yeniden).
          

İlk anda, kitapların hepsini birden minik adama gösterince, yavrucuğum ne yapacağını şaşırdı. Bir birine baktı, bir öbürüne! Çok heyecanlandı, sevindi! Biz onun coşkusuna daha çok sevindik, iyi ki almışız kitapları ve teyzesi iyi ki bir sürü yollamış dedik! Minik adam yatınca da, gruplandırdık kitapları; bir kısmını, daha sonra okumak üzere kaldırdık, bir kısmını da minik adam keyifle okusun diye kitaplığımıza koyduk. Anne, okunacak kitapların üzerine Türkçe çevirileri yazdı ki minik adam Mine Teyze'siyle birlikte de bakabilsin kitaplara.
  
YavruSu kitaplığından gelenlerden favorimiz "Close Your Eyes/Kapat Gözlerini" oldu... Bu kitap Çınar'ı büyüledi resmen, ilk gördüğü an, cumartesi gecesi uyku öncesi, hemen eline alıp kapağını açtı ve okumamı istedi. O gece sanırım 10 kez okuduk o kitabı; hatta, daha da okurduk da, iyica mayıştığı için "hadi uyuyalım" dedim. Uyurken kalkıp kalkıp "Googo" diyerek kitabı gösterdi. "GoGo", Çınar'ın önce Winnie the Pooh'un Tiger'ına, sonradan da bütün kaplan/kedigil familyasına verdiği isim. Sabah da kahvaltıda Mine Teyze'sine kendisi okudu kitabı, sayfaları açıp açıp "ıııggghhhaaaaaa, aaaaa, eeuuuoooooo, ggaaaaaaa" deyip, yeri geldiğinde de minik kaplan gibi gözlerini kapattı. Diğer favorisi de "Bear About Town/Şehirde Gezen Ayıcık" oldu. Dün gece de yarım saat boyunca döne döne ayıcık şehirde nerelere gitmiş, neler yapmış onu okuduk. Bu sayede minik adam uyku öncesi iyice mayışmış oldu ve günlerdir süren uyuma stresimizi dün gece yaşamadık!




Hediye kitaplarımızdan da önce 101 Dalmaçyalı'nın üstüne atladı -ee, ne de olsa "hav hav" var! Sonra Nemo'yu okuduk. O da, Çınar'ın favori hayvanlarından balıklı kitap çünkü :) Ama bu sette ilk bakışta favorilerimiz "On the Farm" puzzle kitap ve "Baby Einstein" aynalı kartlar oldu! Aslında yapbozlar bizim minik adamın ilgisini pek çekmedi bugüne kadar. Ne kadar denediysem, hiç oralı olmadı. Ama bu hem kitap, hem yapboz, hem içinde hayvanlar hem de traktör, yani "eeeııınnnnn" var! Tam onikiden vurdu hedefi kısacası! İlk başta yine yapbozları yerleştirmek yerine yalnızca kitabı okumayı tercih etse de, dün akşam baktım, traktör başta olmak üzere, köpeği, atı döndüre döndüre yerine koymaya çalışıyor tombik elleriyle.

"Baby Einstein" kartlarını da "atta" çantamızdan ayrımıyoruz hiç! Arabada, dışarıda iyi vaikt geçirmek için bire bir! Her kartın üzerinde bir "duygu" anlatılmış, arkasında da ayna var ki, çocuk o duyguyu kendisi taklit etmeye çalışırken aynada da bir yandan kendisini görsün, ne yaptığını anlasın, eğlensin! Bizim minik adam pek çoğunu yapabiliyor -şaşırıyor, seviniyor, heyecanlanıyor, korkuyor, ağlıyor, hapşuruyor, gülüyor... Tabii "gururlanmak" gibi ne olduğunu anlayamadıkları da var; ama, bu da işin güzel yanı! Demek ki bu kartların ömrü çok uzun olacak :)

Annenin hazırladığı gelecek kitap programında, "Susam Sokağı Aktivite Kitabı", "We Honestly Can Look After Your Dog/Köpeğinize Gerçekten Bakabiliriz" (geldiğinden beri, ben bu kitabı kendim 10 kere okudum sanırım :P), "Nemo Fish School", "Dalmaçyalılar" ve müzikli kitaplarımız "Whole World/Bütün Dünya" ve "Animal Boogie" var. 2-3 hafta sonra çıkabilmeyi umduğumuz İstanbul seyahatinde bizi epey eğlendirirler diye umuyorum!

Herkese bol kitaplı günler!


3 Mart 2010 Çarşamba

17. Ay Kabusu: İki Uyku Teke Karşı!

Sebahat Annem ve Sibel Ablam, "çocuklar her ay dönümlerinde yeni bir huy edinir" dediklerinde, "aman artık yaaa, alarmları mı var bunların, hem o kadar çok huy değiştirir mi çocuklar, bir şeyi öğrenir, hep onu yaparlar işte" deyip çok da itibar etmemiştim. Ve tabii ki, bana tokat gibi yanıt oğlumdan geldi -neymiş, herşey deneyimmiş sevgili çok bilmiş gelin! Her ay, ama her ay kendine yeni bir huy buldu minik adam. Bazen iyiye gitti, bazen kötüye. Bu ayki olayımız "uyku" -aslında hangi ay değil ki? Ama bu ayki gerçekten farklı!

Gündüz uykularında pek bir değişiklik olmadı da minik adamın -bir kaç gün uyurken biraz zorlanması dışında- ama gece uykusuna geçişimiz artık tam bir facia! Bazen 1-1.5 saati buluyor, gözleri kapanıyor ama ayaklar kıpır kıpır, bir türlü dalamıyor. Bir de, 9'da bile yattığında "çok geeeç, bebek dediğin 8-8:30'da yatakta olur" diye ortalığı yıkan deli annenin çocuğu işi iyice azıtıp, uykuya 10, hatta 10:15'te dalıyor! Heer tür yöntemi denedik (yatakta pişpişleme, kucakta sallama, ayakta sallama), rutinimiz var (bakınız, nasıl da güzel güzel kitap okuyoruz uyku öncesi)... eee? Sonra ben buldum! Gündüz uykuları! Ama teke nasıl indirmeli, önce ben başlasam haftasonu? Çünkü anlamak lazım, tek uyku yetecek mi, yetmeyecek mi? Sabah 8'e doğru uyandığı bir iki gün denemiştik, akşam muazzam huysuzlanmıştı. Nasıl yapmalı?
Tam ben yine, yeni yeni delirmeye başlamıştım ki, imdadımıza bugün gezdiğimiz kreşin (ayrıntılar sonra) psikoloğu ve de -ilginçtir- pek itibar etmediğim ama ara ara da bakmaktan kendimi alamadığım Baby Centre bülteni yetişti. Önce psikoloğun yorumları:

  • Bu yaş için, hala günde iki uyku uyuduğunu ve kış mevsimi olduğunu düşünürsek, gece 10 yatması için çok geç bir saat değil. Kışın çocuklar, gündüz dışarıda daha az vakit geçirebildikleri için ve yediğimiz kış yemekleri de mevsime uygun olarak hazmı daha zor yemekler olduğundan, uyku saatlerini daha geçe çekebilirler, uyumakta zorlanabilirler.


  • Ayı itibariyle, Çınar tek uykuya geçiş yapmaya çalışıyor olabilir. Tek uykuya geçtiğinde daha rahat uyuyacağını tahmin edebiliriz. Tek uykuya geçireceğiniz zaman, yatağına yatırıp rahatlatma yöntemiyle uyutmayı denemeye başlamanız iyi bir fikir olabilir. Yorgun ve uykuya hazır olacağı için daha sağlıklı bir uykuya geçiş sağlayabilirsiniz böylece.


  • 2-2.5 yaşına kadar en önemlisi çocukların "uykuya güvenli geçişini" sağlamaktır. Bu da, çocuğun tercihine bağlıdır. Kucakta durmak istiyor da olabilir, yatakta pışpışlanmak da, ayakta sallanmak da... 2.5 yaşına kadar, bunların herhangi birini yapmanızda hiçbir sakınca yoktur. Yalnız, nasıl uyutuyor olursanız olun, çok uzun sürmemesine dikkat edin. 15-20 dk uykuya geçmek için normal süredir. Ama 45 dk, 1 saat sürüyorsa, ve bu durum üst üste tekrarlanıyorsa, çocuğunuz ve sizin için stres kaynağı yaratacağından sağlıklı bir durum oluşturmaz. Daha geç, ama daha çabuk uykuya dalacağı bir saatte yatırmayı deneyebilirsiniz.
Ve sonra da Baby Centre'ın 17. ay kısmında, alt başlıklardan birinin kocaman kocaman yazılmış olduğunu gördüm: "İki uykudan tek uykuya geçiş". Özetle şunu diyor sevgili Baby Centre'dakiler:
 "Bu ayda çocuğunuz iki uykudan tek uykuya geçiş yapabilir. Bazı bebekler, tek uyku az, iki uyku ise çok geldiği için oldukça zor zamanlar yaşayabilir, yaşatabilirler (Evet, benim oğlumdan bahsediyor!).
(...) İki uykudan tek uykuya geçiş zor olabilir. Bazı uzmanlar bu geçiş sürecinde, gece uyuduğu süreye bağlı olarak bazı günler iki, bazı günler tek uyku uyutulabileceğini söylüyorlar (çoook mantıklı). Tek uyku uyuduğu günlerde gece yatış saatini biraz daha erkene alabilirsiniz (Kesinlikle!).
(...) Bu aylarda zor uyuyor olmasının bir nedeni de, çocuğunuza göre, etratfa keşfedecek ve yapacak onca şey için, çok az zamanının olmasıdır! Sürekli hareket halinde olmak isteyebilirler. Ve bu aylarda çocuklar, sizden faklı olduklarını anlamaya ve "kendilerinin" farkına varmaya başlarlar, dolayısıyla "bağımsız" olduklarını göstermeye çalışırlar. Uykuya direnmek de bu davranışın bir parçasıdır (Maalesef, öyle...)."
Şimdilik sevgili, iyi kalpli psikoloğun sözleri ve Baby Centre bülteniyle pek rahatladık, önerileri uygulayacağız bakalım...

Her geçen ay yeni bir icat çıkarsa da, bu zorlukların hepsinin onun büyümesinin bir göstergesi olduğunu bilmek güzel şey :)

Ama, uyu da büyü çocuğum, olur mu?

NURTURIA

En baba blogcu arkadaşım sayesinde tanıştım bu siteyle...

Başta, sanırım üye sayısı da çok olmadığı için, pek yüz vermemiştim ama sonradan minik adamı büyütürken sık sık aklıma düşen "ne yapayım ki ben şimdi?" sorularıma en net yanıtları bulabildiğim tek site oldu diyebilirim!


Sistem şöyle işliyor: Önce üye oluyorsunuz, profil oluşturuyorsunuz, çoluğunuzu çocuğunuzu ekliyorsunuz... Sonra "paylaşmaya" başlıyorsunuz. Ama herşeyi! İster kafanıza takılan bir soruyu yazıp gönderiyorsunuz, bir sürü benzer yollardan geçmiş anne-baba size deneyimleriyle yardımcı olmaya çalışıyor, ister siz sorulan sorulara yardımcı olmaya çalışıyorsunuz. Bu soru-yanıt kısmının en sevdiğim yanı, kimse sizi eleştirmiyor, bir şeyleri yapmaya zorlamıyor -herkes deneyimini anlatıyor, "sen bilirsin ama, istersen bir dene" diyor!

Yalnızca sorular ve yanıtları mı var? Haaaayııııır: Nurturia'daki arkadaşlarınla, ya da istediğin herkesle, paylaşmak için fotoğraf albümü oluşturabiliyorsunuz, aynı "facebook" ya da "twitter"daki gibi durum güncellemesi yapabiliyorsunuz, ve en son numaraları, çocuğunuzun "ilk"lerini kaydedebileceğiniz "anı defteri" oluşturabiliyorsunuz... Bu anı defterine yazdıklarınız da, isterseniz, durum güncellemenizde görünüyor, yani ahaliyle paylaşabiliyorsunuz :) Hatta, anane, dede, babane,teyze, hala, amca, dayı kim varsa üye olabilir, bu anı defterini görebilir. Hizmette sınır yok, kısacası :)

Yani Nurturia için, bir nevi "anne-baba facebook'u ya da twitter'ı" diyebiliriz :) Hmm, yalnızca anne-babalar değil, adaylar için de yararlı bir site, onları da atlamayayım!

Minik adam ve ben oradayız, şiddetle tavsiye ederim. Çünkü:
"çocuklu hayat paylaştıkça güzel!"


1 Mart 2010 Pazartesi

Güzel Bir Pazar Günü

Uyarı: Çok uzun bir yazı oldu bu, ama ne yapayim, çok güzel ve dolu dolu bir gündü... hem de Çınar'ın tam 17. ayını doldurduğu gün olunca, yazdıkça yazmışım yine!

Uzun zamandır Çekirdek Çelikler olarak zaman geçiremiyoruz -hani ben cumartesi günleri de çalışıyorum ya, o yüzden ya biz anneannelerde oluyoruz hafta sonları, ya da babaanneler bizde oluyorlar. Aslında geçen cumartesi de babaannemiz ve dedemiz bizdeydi. Ama işleri olduğu için pazar günü kalamadılar ve biz Çekirdek Çelikler olarak başbaşa kalıverdik :)

Çekirdek Çelik ailesinin en ayırt edici özelliği böyle boş vakitlerinde bir saniye olsun popolarının üzerlerinde duramamalarıdır. Hatta, bu ayırt edici gen yüzünden minik adamın bilerek söylediği ilk kelime anne, baba, dede falan değil, "atta" olmuştur! (Evet, ba-ba ve de-de diyordu ama hedefe söylemiyordu... oysa ki "atta"yı kapının yanına giderek söylemişti.)


İşte bu pazar da böyle oldu. Zaten geçen haftadan minik adamın arkadaşı Elif Naz (20.5 aylık) ve ailesiyle buluşmak için sözleşmiştik. Hadi, dedik, çocukları evlere hapsetmeyelim, iki aileye de yakın Mini Town diye bir çocuk eğlence merkezine gittik. Aslında ben büyük hayaller kurmuştum, internet sayfaları pek güzeldi, ama biraz hayal kırıklığına uğradım. Çınar ve Elif Naz'ın oynayabileceği, Comfyland dedikleri alan (bir de neden İngilizce herşey? Minik Kasaba falan deseler olmuyor, değil mi?) böyle labirent gibi bir yer çıktı. Duvarlara sabitlenmiş oyuncaklar var. Çocuklar böyle serbestçe ellerine alamıyorlar ki hiçbir şeyi, sürekli ayakta dikilerek bir şeylerle uğraşmak zorundalar. Çınar'la Elif Naz da üç-beş oyuncağa ilgi gösterdiler, bir-ikisi için biraz mücadele ettiler, diğer çocuklarla azcık da olsa kaynaştılar -biraz da itiştiler; en çok da minik minderlerin üzerine çıkıp yere devrilmekten keyif aldılar. Ama bence daha çok eğlenebilirlerdi, neyse... Sanırım buraya ikisi de 2.5-3 yaşlarındayken gelsek daha çok keyif alabilirlermiş. Özellikle, kasaba kısmındaki minik şehre ve içinde çocukların trafik ışıklarının yönlendirmesiyle gezdiği akülü arabalara arkadaşım M. ve ben bayıldık! Ama ben açıkçası bizim minik adamı bindirmeye cesaret edemedim! Dediğim gibi, daha sonraki yıllarda, umarım!


Ankara'da yaşayan anneler için buraya Mini Town'la ilgili bir not: Bence güzel bir yer ama biraz fazla üst üste. Beni çok daralttı, belki de pazar günü kalabalığındandır. İşletmede de biraz sorun var gibi, ama yine pazar gününe bağlı olabilir. Çok da negatif reklam yapmak istemiyorum, sonuçta çocuklar düşünülerek hazırlanmış, özenli sayılabilecek bir yer. Ve de bunlardan Ankara'da pek yok! Ama, özellikle hafta sonu gidecekseniz, önce telefonda ücretler ve saatler ile ilgili ayrıntılı bilgi alın, sonra da girişte ne kadar süre ile kalacağınızı ve nerede oynayacağınızı anlamalarını sağladıktan sonra ücretini ödeyin... Tecrübeden yola çıkarak uyarayım istedim :)

Neyse efendim, 1 saat Mini Town'da kaldıktan sonra hemen yandaki Coccinella isimli şirin pastaneye gittik. Çocuklar orda önce pek uslu oturdular, sonra bizim minik adam kurtlandı tabii, pastaneyi keşfe çıktı. Elif Naz da bu arada Seda Teyze'sinin minik adama hediyesi Baby Einstein kartlarıyla oynadı. Pastanede bizden başka iki de çift vardı -1 numaralı çift, bizim çoluk çocuk pazar günü pastaneye doluşmamıza muhtemeln çok sinir olmuşlardı, çünkü Çınar'ın onca şirinliğine rağmen kız olanının "cık cık cık" bakışlarını yakaladık sırayla. Halbuki, ortada dolanmasından ve masalarına gidip çay istemekten başka oğlumun verdiği bir rahatsızlık yoktu. Hele ki Elif Naz, muhtemelen uyku saati de geldiği için, kuzu kuzu babasının kucağında oturuyordu! 2 numaralı çiftimiz ise, sıcakkanlı olanlardı. Çınar'ı sevdiler, hatta bizim minik adam kıza kur yaptı -kızın sevgilisi lavaboya gidince de masaya sızmaya çalıştı :)) Pastanede de 40-45 dakika kadar kalıp çay-kahve eşliğinde sohbet ettikten sonra "bir ara mutlaka yeniden görüşmek üzere" sözleşip, çocuklar da birbirlerine el sallayıp öpücük attıktan sonra evlerimizin yolunu tuttuk...

Sonra da evimizde dinlendik, diyeceğimi sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz! Çınar öğleden sonra uykusundan uyanınca kısa bir kitap+süt faslı yaptık, ve giyinip soluğu Gordion AVM'deki Joker'de aldık. Bizim minik adam oradaki jetonlu oyuncaklara -pek jeton alıp çalıştırmadığımız halde- bayılıyor! Çalıştırdığımız zaman da çok fark etmiyor zaten, o kendi kafasına göre inip binmek istiyor çünkü. Yine arabalara bindi, indi. Dönen salıncağa çok sulandı ama bindirmeye cesaret edemedim -biraz daha büyüsün, aklı ersin... hem de korkmasın, diye. Biraz jetonlu oyuncaklarla oyalandı minik adam, biraz da raflardakilerle. Henüz "bunu alalım, eve götüreyim" diye tutturmayı akıl edemiyor, o yüzden rahatız. Oyuncak mağazalarını bir nevi oyuncak kütüphanesi olarak kullanıyoruz :)) Şarkılı oyuncakları çaldırıp çaldırıp dans ediyoruz! Yine bütün rafları dolaştıktan sonra alışveriş için markete indik. Ne zamandır "acaba Çınar'ı bindirsek bütün alışveriş boyunca oturmayı başarır mı?" diye merak ettiğimiz kamyon şeklindeki alışveriş arabalarından bulduk ve minik adamı oturttuk direksiyon başına! Bayıldı, bayıldı! Direksiyonu çevirdi, kornaya bastı. Bir yandan da biz sürdüğümüz için gerçekten arabayı kullandığını sandı sanırım, çok eğlendi. Ama durduğumuz zaman arabadan inmeye çalışınca biz de alışverişi dönüşümlü yaptık -birimiz Çınar'ın arabasını iterken, diğeri listeyi tamamladı :)

Akşam da banyo-yemek-yemekten sonra kikirdeme-aman sakinleştirelim de kolay uyusun faslı derken minik adamı uyutmak için cumadan beri eeeennnn sevdiğimiz kitabımız olan "Close Your Eyes"i elimize aldık (daha doğrusu Çınar "gooogo" diye onu getirdi) ve sanırım 10 kez falan okuduktan sonra iyice pelte olan minik adamı son zamanlarda uyuduğundan çok daha kısa sürede uyutmayı başardık!

NOT-1: Sevgili eşim, ben Çınar'ı uyutmaya çalışırken, ayıptır söylemesi, pek leziz bir yemek yapmış, eşlik etsin diye azıcık da kafaları çektik! Günü gerçekten güzel bitirdik!...

NOT-2: Sevgilim yerine, sevgili eşim yazdım; çünkü annem kızdı. Öyle deyince çok Ayşe Arman'vari oluyormuş :))) Hadi anne sözü dinleyeyim, dedim!