27 Eylül 2011 Salı

Yarın Büyük Gün :)

Yarın büyük gün; minik adamın 3. yaş günü!

Hani ilk özeldir, büyük bir heyecanla beklenir kutlanır ya... anne&baba ve kalan aile üyeleri tarafından! 3. yaş günü de çocuğun kendisi tarafından heyecanla beklenen, planlar yaptığı, "gün saydığı" ilk yaş günüymüş meğer...

Aylardır, gerçekten aylardır, Çınar doğumgününü bekliyor. Tabii, beklemesinin özel nedenleri var: kocaman bir itfaiye gibi, kepçe taşıyıcı TIR gibi, polis kamyonu gibi, çekici gibi :)

Gün sayıyor: uyuyup uyanınca pazaltesi olcak, uyuyup uyanınca salı olcak, uyuyup uyanınca Çinay'ın doomdünü olcaak!

Pastasını seçiyor: Abii, acaba pastamın üstünde bunlar (Disney-Cars-Red ve Disney-Cars-Sheriff) olabilii mi? Çikolatalı çilekli pasta istiyolum!

Okuldaki ve parti evindeki kutlamalar için heyecanlanıyor: Miss Öööde bana kılavatlı bir taç yaptı!

Gerçekten büyüyor! Daha önce, 3 yaştan "büyük" beklentilerim vardı; bir süre önce bir şeyler beklemekten vazgeçtim. Ama gelen 3 yaşımız, beni her gün şaşırtmaya, gülümsetmeye, bazen de -zorlu geçen, çok zorlu geçen günlerde- beynimi uyuşturmaya devam ediyor. Hayatta zaten herşeyin bir dengesi olmalı, değil mi?

3 yaşına yaklaşmış oğlumla film izleyebilmeyi, sohbet edebilmeyi, birlikte şarkı söyleyebilmeyi, uydurduğu abuk subuk şeylere kahkahalarla gülebilmeyi, azabilmeyi, dans edebilmeyi, yalnız seyahat edebilmeyi, pastanede dondurma yiyebilmeyi, kucak kucağa kitap okuyabilmeyi seviyorum! Bunları yapabildiğimize inanamayarak yapıyorum çoğu zaman...

Geçirdiği evrimin, gelişimin hızı inanılmaz. 3 sene geriye gitmeye bile gerek yok; geçen sene bu zamanlar, iki kelimeyi bir araya getirip cümle kuramazken, bu sene sohbet edebilmek ve "acaba ne zaman susacak?" diye düşünmek... Dünyada yalnızca kendinin olduğunu sanan bir yaratıktan, pek çok şeyi "birlikte" yapabilen, yapmak isteyen, gördüğü her çocuğun arkasından koşturup sohbet etmeye çalışan bir çocuğa dönüştüğünü görmek.

Çocuk olmaya başladığını izlemek... hem şaşırtıyor, hem duygulandırıyor insanı!

Ve şükrediyorum, her gece. Teşekkür ediyorum oğlum için, yanımda olduğu için, sağlıklı olduğu için, büyüdüğünü keyifle izleyebildiğim için, tadına vararak büyütebildiğim için...

Eylül 2008

Eylül 2011

20 Eylül 2011 Salı

Kozmik Eğitim

Geçen cumartesi İlköğretimde Montessori seminerine gittim. Anlatılanlar, bize "bunun üzerine gece gidip kafaları çekelim, başka türlü sindiremeyiz bunu" dedirtecek ya da Hilal Hanım'a "en iyisi siz bizim çocuklar ilkokul çağına geldiğinde haftasonu Montessori kursu açın" diye saçmalatacak kadar güzel ve bizim ülkemize hayal niteliğindeydi...

Yine de, bu tür şeylerin konuşulması, "nasıl yapabiliriz" diye beyin fırtınası yapılabiliyor olması bile ümit verici. Bir gün gelecek, çocuğumuzun yararlanmasını istediğimiz eğitim modelini seçebileceğiz diye de düşünüyorum. Çınar'a yetişir mi, bilemiyorum ama, bu çabaların içinde olmaya devam etmeyi umuyorum.

Seminer, ağırlıklı olarak 6-12 yaş dönemi için Montessori yönteminin ne olduğu ve pratikte nasıl uygulandığı ile ilgiliydi. Tabii, temel olarak Montessori felsefesinden, Maria Montessori'nin hayatından da bahsetti Melek Hanım. Ben mesela, Maria Montessori'nin İtalya'nın ilk kadın tıp doktoru olduğunu, ilk kez zihinsel engelli çocuklarla çalıştığını ve İtalya'da o sene yapılan sınavlarda bu çocukların, zihinsel engelli olmayan çocuklardan daha yüksek not aldıklarını bilmiyordum. Öğrenmek güzel şey...

Ve şaşırdığım bir diğer nokta da, Montessori'nin insanın gelişim sürecini 24 yıla yaymasıydı. Yani, 24 yaşına kadar çocuk sayılıyorsunuz, öğrenebilirsiniz: 0-6 yaş (emici beyin -absorbent mind), 6-12 yaş (kozmik eğitim dönemi), 12-18 yaş ve 18-24 yaş.

Önce 0-6 yaşın öneminden bahsetti Melek Hanım. Bu evre, "emici beyin -absorbent mind" olarak tanımlanıyor. Çünkü bu yaş döneminde bebek/çocuk bilgileri yargılamadan, filtrelemeden alıyor beynine. Ne duyarsa, ne görürse... Bu yüzden mesela bu yaştaki dil eğitimi önemli (yabancı dilden bahsetmiyorum yalnızca; ana dil eğitimi için de geçerli bu tabii ki). Dolayısıyla, bu dönemde ne kadar iyi bir eğitim alırsa (ne kadar iyi şeyler görürse ve yaşarsa da diyebiliriz), çocuğun sonraki yaşamı için o kadar iyi bir arka plan yaratılmış oluyor. Bu evrede çocuklar gözlemci, gerçek şeylerle uğraşmayı, anne-baba ya da çevrelerinde kim varsa taklit etmeyi seviyorlar. Dolayısıyla, onlara sunulan "malzemeler" çok önemli.

Mesela, 3-6 yaş Montessori eğitiminde meşhur bir "pembe kule" vardır. Ben şimdiye kadar arkasındaki felsefe nedir, tam çözememiştim. Halbuki, bu kulenin yapı taşlarını oluşturan küçük küpler, çocuğun 9 cm2'lik bir alanla 10 cm2'lik bir alanı "parmaklarıyla, dokunarak" ayırd etmesini ve duyularıyla "matematik" öğrenmeye başlamasını sağlıyormuş. Benzer şekilde "binom küpleri" var mesela... O emici dönemde "hissedilerek öğrenilen" bu matematiğin, çocuğun sonraki yaşamını nasıl kolaylaştıracağını düşünsenize...

(Nurturia'daki "yüksek ücret isteyen kreşlere çocuk niye gönderilir ki" sorusunun bir kısım yanıtı benim için bu iki paragrafta bu arada...)

6-12 yaş dönemi ise, artık hayal kuran, soyut zekanın işlemeye başladığı, çocuğun muhakeme yapmaya başladığı dönem olarak tanımlanıyor. Ve burada, Montessori "kozmik eğitim" kavramını atıyor ortaya: Evrendeki herşey birbiriyle ilişkili, heşeyin bir kuralı var ve herşey buna uygun hareket eder. Ve bütün eğitim felsefesini bunun üzerine kuruyor. Biyolojiyi, tarihi, coğrafyayı, jeolojiyi, matematiği, geometriyi, fiziği, kimyayı ve hatta dili ve etimolojiyi bu fikir üzerine geliştirilen öykülerle, bütünden başlayıp parçaya giderek ve sonra yine bütüne dönerek öğretiyor. En önemlisi de, öğretilen şeyler "çocuğun kendi ritmine uygun" olarak veriliyor. Yani, mevcut eğitim sistemlerindeki gibi "yaşlara göre sınıflar" yok. Karma eğitim sistemi var. 6-12 yaş bir arada aynı sınıfta bulunuyor; bir konu bir gruba anlatılırken başka gruptan bir çocuk da dinlemek isterse, itiraz edilmiyor. Yani, kontrol çocuğa bırakılıyor; neyi ne zaman öğrenmek isterse, o zaman öğreniyor. Ve böylece çocuk yeteneklerinin, kendinin daha farkında oluyor. Yardım istemeyi de öğreniyor.

Bir yerde yanlış yaptı diyelim, o yanlış hemen düzeltilmiyor. Bir gün sonra mesela, öğretmen yanlış yapılan konuyu -yanlış yapılan kısma vurgu yaparak- yeniden anlatıyor. Böylece, çocuğun daha bilinçli olması sağlanıyor.

Ben şahsen, karma eğitim sistemini çok seviyorum ve çok doğru buluyorum; tıpkı aynı evin içinde yaşayan kardeşler gibi! Sosyal getirisinin çok fazla olduğunu düşünüyordum ki, Melek Hanım beni doğruladı. Ama yalnızca sosyal değil, akademik getirileri de varmış. Hindistan'da öğrenim gördüğü Montessori okulundaki deneyimlerinden anlattığı kadarıyla, karma sistemde:

- Çocukların yardımlaşma, örnek alma, birbirleriyle iletişim halinde olma becerileri artar.
- Büyük çocukların liderlik vasfı gelişir, daha çok insiyatif alabilirler.
- Yine büyük çocuk, kendinden küçüğe bir şeyler anlatarak (öğreterek) öğrenebilir (ki, öğrenmenin en iyi yolu öğretmektir).
- Küçükler ise kendilerinden büyükleri izleyerek rol modeller seçerler, örnek alırlar.

Peki, nasıl işliyor bu sistem? Bir sınıfta, neler oluyor?

Sınıfta bir öğretmen ve bir asistanı var. 6-12 yaş arası, her yaştan eşit sayıda çocuk olacak şekilde çocukların hepsi aynı sınıfta bulunuyor. Ortam, Montessori ana okullarında gördüğümüz sınıflar gibi; biraz daha yüksek raflar ve daha farklı materyaller var. Öğretmen, her çocukla ilgili her gün not tutuyor; çocuk da her gün kendisiyle ilgili notlar tutuyor. Bunları 2 haftada bir yaptıkları, konferans adı verilen görüşmelerde tartışıyorlar ve eğitim planlarını şekillendiriyorlar. Dolayısıyla, not-ödev-sınav gibi kaygıları yok. Derecelendirme yok. Yargılama yok... Kendi başarılarından duydukları tatmin var! Ne mutlu bir eğitim biçimi değil mi?

5 ana öykü var Montessori eğitiminde. İlk haftalarda, yaklaşık birer hafta arayla, bütün sınıfa bu öyküler anlatılıyor derslerde (ders değil de, sunum diyorlar aslında). Daha sonra bu öykülerin içinden konular seçilerek detaya iniliyor ve yeniden öykünün ana fikrine bağlanarak bitiriliyor sunumlar. Öyküler yalnızca sözel anlatılmıyor, görsellerle, deneylerle, materyallerle destekleniyor. Aynı zamanda, bu öykülerin en büyük özelliği, mükemmel bir anlatım ve dilbilgisi kullanılıyor olması. Montessori eğitiminde dil çok önemli, çünkü, dili ne kadar iyi kullanılırsa, o kadar iyi düşünülebileceğini savunuluyor (sonuna kadar da katılıyorum).

İlk gün, Maria Montessori'den tam metin olarak kalan tek öykü olan "Gods With No Hands -Elleri Olmayan Tanrı" ile başlıyor (Tanrı sözcüğü kültürlere göre değişiyormuş; mesela, ateist topluluklarda "doğa kanunları" olarak çevrilirmiş... İngilizce tam metnine buradan ulaşabilirsiniz, Türkçe'si henüz yok). 45 dakikalık bu sunum, bir çocuğun evrenin yaradılışı, dünyanın oluşumu ile ilgili bütün sorularını yanıtlıyor. Aynı zamanda jeoloji, fizik ve kimya konularını içeriyor (daha sonra bu konular parça parça ve daha ayrıntılı olarak yeniden ele alınıyor).

İkinci öykü, Dünyada Yaşam Nasıl Başladı? sorusunu yanıtlıyor. Bu öyküde evrim teorisi ve tek hücrelilerle başlayıp dinazorlara ve ilk insana kadar olan süreç upuzun bir çizelge üzerinden anlatılıyor. Ağırlıklı olarak biyoloji bilimiyle ilgili konulara bu şekilde giriş yapılmış oluyor. Yine, çizelgenin her bir bölümü daha sonra ayrıntılı olarak inceleniyor.

Üçüncü öykü, İnsanın Hikayesi'ni anlatıyor. Yine bir çizelge üzerinden, ilk insandan günümüze nasıl yaşandığı, insanın ortam koşullarına kendini nasıl uydurduğu, hangi evrelerden geçtiği anlatılıyor. Böylece, yine biyoloji bilimiyle birlikte coğrafya ve tarihe de giriş yapılmış oluyor.


İkinci ve üçüncü öyküler için çizlegeler...

Dördüncü öykü, Sayıların Öyküsü. Çocuklar, hangi toplum hangi sayıları kullanmış; hangi toplumlar hangi sayıları ya da sayma sistemini "keşfetmiş", öğrenmiş oluyorlar. Montessori'nin ilginç bir tarih anlayışı var. Tarihten kastı, savaşlar ve kim hangi toprağa/topluma hükmetmiş, değil. Çocuklara tarih içinde, hangi toplumlar ne işe yaramış, hangi hizmetlerde bulunmuş gibi bilgiler ve dolayısıyla, bu hizmetlere minnet duymaları öğretiliyor tarih eğitimiyle. Matematik de bu bağlamda öğretiliyor. Aynı zamanda, bildiğimiz gibi kağıt üzerinde değil, binom küpleri gibi materyallerle dokunarak, hissederek, "görerek" matematik ve geometri öğreniyorlar. Tüm duyularıyla algılayabildikleri için de, bize hala karmaşık gelen bir çok problemi, bu çocuklar kendileri yazıp çözebiliyolar.

Beşinci ve son öykü de Alfabenin Öyküsü. Daha önce de yazdığım gibi, dil çok önemli. Bu öyküyle de, harflerin nasıl ortaya çıktığı anlatılıyor. Kelimlerle ilgili etimolojik bilgiler veriliyor, dilbilgisi anlatılıyor.

-----------

Kulağa hoş geliyor, değil mi? Açıkçası, ben çok etkilendim ve "keşke" dedim, "keşke, herşey çok hızlı ilerlese ve Çınar ilkokula başladığında bu tür bir eğitimi alma şansına sahip olsa". Bakalım, girişimler ne sonuç getirecek göreceğiz. Sonuçta, dünyanın pek çok ülkesinde uygulanan bir eğitim sistemi, neden Türkiye'de uygulanmasın ki? Uygulanabilr, değil mi? Hayaller de bir gün gerçek olabilir, değil mi?...


16 Eylül 2011 Cuma

Nurturia Sobesi

NURTURIA'DA:


...sevdiğim annelerden ve bebeklerinden/çocuklarından haber almayı; onlar sayesinde yepyeni şeyler öğrenmeyi ve yine onlar sayesinde daha sakin, huzurlu ve mutlu bir anne olma halini ÇOK SEVİYORUM.

...kendi doğrusunu tek doğru sanan, bunda ısrarcı olan, incitici yorumlar yapan kişilerle karşılaşmayı HİÇ SEVMİYORUM.

...OLMASAYDI, muhtemelen herşeye çok takmış, ufak ayrıntılar yüzünden hayatı kendisine ve çocuğuna zehir eden, takıntılı bir anne olurdum.

...bir sürü kızkardeşim, bir sürü yeğenim, çocuğumun anılarını tuttuğum bir defterim VAR.

...ilk zamanlardaki kadar şenlikli bir ortam YOK (ama her annenin işine yarayacak bir sürü bilgi hala VAR).

...KEŞKE "keşke olmasaydı" dediğim şeyler yaşanmasaydı... ama hayat :)


Özetle: Seviyorum, çok yararlanıyorum ve herkese de şiddetle öneriyorum!

Ve de, aslında bunu yapmayı pek sevmiyorum ama Damla kızmasın... Bir Ege Masalı'nı, Canıms'ı, ve Toprak Büyürken'i de konuya davet ediyorum :)

15 Eylül 2011 Perşembe

Haftanın Yemekleri

Yemek yapmaya karar verdikten hemen sonra araya tatil girince bu kararımı uygulayamamıştım :)

Şimdi kendime motivasyon, bir kısmınıza da fikir olabilir diye bloga yeni bir sekme yaptım: Haftanın Mönüsü. Her haftanın başında (ya da dayanamazsam böyle 4 gün öncesinden de olabilir) o hafta yapacağım yemekleri yayınlayacağım. Aslında bu sayfaya da post gönderilebiliyor olduğunu düşünmüştüm; ama, öyle değilmiş...

Yemeklerle ilgili sorularınız (tarifleri vb.) ya da önerileriniz olursa, bana mail atabilirsiniz.

Afiyet olsun!

14 Eylül 2011 Çarşamba

Çocukça Yaşam Gönüllüleri (ÇOYAG)

Kanserli çocuklara yardım adına yeni bir gönüllü topluluk oluşturuldu yakın zamanda: Çocukça Yaşam Gönüllüleri -ÇOYAG. Geçen sene pembe bir melek olan nöroblastom hastası Nehir'in annesi öncülük etti; şimdi de Nehir'in anısına ve kanserli çocuklar yararına (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı -KAÇUV ile) bir koşu düzenliyorlar.

Ayrıntılı bilgiyi ÇOYAG'ın web sayfasından edinebilirsiniz.

Keşke İstanbul'da olsaydım... koşullar ne olursa olsun orada olurdum!

13 Eylül 2011 Salı

DUYURU: İlköğretim Döneminde Montessori Eğitimi Semineri

İçime dert oluyordu bir süredir; hani şimdi gerçekten çok güzel şeylerle beyninin dolduğu bir yerde Çınar, ama, ilkokula başlayınca neler olacak, bu eğitim sistemi, öğrendiklerinin ne kadarını tutmasına izin verecek diye...

Galiba tünelin sonunda ışık var, seminere davetlisiniz!

İlköğretim Döneminde Montessori Eğitimi Semineri
Konuşmacı: Melek Çilingir
Yer: Binbir Çiçek Çocuklar Evi
Tarih: 17 Eylül 2011 Cumartesi
Saat: 14:30
Ücret: 20 TL (anne-baba birlikte gelinmesi durumunda tek kişi ücreti alınacaktır.)

Güncel: Lütfen Hilal Mutlusoy Öktem'e rezervasyon yaptırınız...

Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz!

Sevgiler!

Tatil Diyalogları

Aristo'nun en sıkı takipçisinden notlar...

Ç: Havuza çay dökülürse nooluu? Havuz yanar!!

Ç: Kolluklarımı takıncaa büyüt havuz da artık küçüt havuz olcak! Amaa, küçüt havuz, küçüt havuz kalmaya devam decek!

Anneanne: (Çın'ı hafiften ısırır) Hmm, bu çocuk tuzluymuş!
Ç: Eveet, çüntüü denize dirdim!

Havuza başını tamamen daldırdıktan sonra anneannesinin de yapmasını istedi. Anneanne "ben yapamam" deyince "bi'denee" diye ısrar etti!

---------

Bunlar da, tatilden sonra felsefeye devam serisinden...

Hilal Hanım, potaya basket atmak isteyen Çınar'ı kucağında kaldırır "hadi bas şimdi potaya" der. Çınar ayağıyla potaya "basar"!

Ç: Bu hambuugel çok büyüt di mi anne? Yemeklerini düzel yemiş büyümüş di mi? Basket potasına basabilir di mi anne? Çinay da bu hambuugeli yiyincee büyüyceek, basket potasına basacak di mi?

---------

Tatil Gibisi Var Mı?

Yok!

Hele ki bal kuzenle birlikte geçirilmişse... gündüz havuzda ve denizde yüzülmüş, kumda oynanmış, akşam gün batımında el ele yürünüp sohbet edilmiş, çocuk parkında oynanmış ve gece de önce mini diskoda kurtlar dökülüp ardından orada tanışılan arkadaşlarla havuz başında deli danalar gibi koşturulmuşsa...



Her sabah kargalarla birlikte anneanne de uyandırılıp ördekler beslenmeye gidilmiş, anneanneyle başbaşa, alabildiğine şımarık ve mutlu zaman geçirilmişse...


Denizden, havuzdan önce korkulup, sonra Pınar Teyze sayesinde suya alışılıp Çınar balığı olunmuşsa... Akdeniz'in tadı doyasıya çıkarılmışsa... aylardır özlenen, sayıklanan bir "minik dev adam" ve bir "sarı fırtına"yla buluşulmuşsa... ve hatta bu buluşmaya iki kuğu gibi kız çocuk da eklenmişse...



Ve annesi, üç yaşına yaklaşan bu minik adamın artık arkadaşlık edebildiğine, sosyalleşebildiğine, kendi isteklerini gayet net ifade edebilip ama aynı zamanda uzlaşabildiğine, havuz başında havuza düşmeden koşturabildiğine, kendi çapında felsefe yapabildiğine (bkz. tatil diyalogları), artık -garip de olsa- tercihleri olabildiğine ve "büyümeyi" kafasına takabildiğine hem şaşırıp hem duygulanıp hem gülüp hem mutlu olmuşsa...



Tatil gibisi yoktur!