30 Nisan 2010 Cuma

Çocuk Bayramı

Bugün 23 Nisan, hep neşeyle doluyor insan...

O 23 Nisan haftası biz de neşe doluyduk...

22'sinde akşam üzeri çıktık yola; içimizde uzun süredir kuzuyla uzun araba yolculuğu yapmamış olmamızın verdiği tedirginlik, ama bir yandan da büyük bir coşkuyla! Tatile, sevdiklerimize, dayımıza/kardeşimize/oğlumuza gidiyoruz; var mı ötesi! Kaldı ki almışım Nurturia'daki dostlarımdan desteği, türlü yolculuk tavsiyesini, kitaplarımızı, oyuncaklarımızı, meyvelerimizi, müzik CD'mizi, DVD'lerimizi; kim tutar bizi!

Kimse tutamadı zaten, bastık gaza! Kuzu yemeğe kadar kah oyuncaklarıyla oynadı, kah müzik dinledi, kah kitap okuttu (neyse ki 450 km boyunca Tigger ile birlikte zıplamak zorunda kalmadık :>). Bolu'daki köfte mammam molasından sonra huysuzlanınca, dedesinin müthiş icadı DVD player'ı taktık koltuğa, başladı Baby TV'deki en sevdiği program olan Eggbird'i seyre dalmaya! Zaten 20 dakika sonra baktım göz kapakları yavaaş yavaş kapanıyor, kapattım DVD'yi, tam uyku saatinde kendiliğinden daldı kuzucuk uykuya...

Yol nasıl sakin, rahat, huzurlu geçtiyse, İstanbul'da günlerimiz de o kadar rahat ve neşeli geçti! Her gün sabahtan dayısını ziyarete gitti Çınar'cık. O kadar özlemişti ki, daha dayısı kışla kapısının çıkışında göründüğünde ellerini havada sallayarak "oooooo" demeye başlamıştı bile! (Bu, Çınar dilinde, "dayı" demek... Dayısı ona öyle tezahürat yapardı bebekken, kaldı!) Heryere beni elimden tutup götüren, istediğini yapan oğlum, dayısının elini bırakmadı 3 gün boyunca! Dayı-yeğen mutlu mesut gezdiler, top oynadılar, gelip geçen kamyonlara baktılar :)) Kışlaya giderken evden hep "Çınar, hadi atta gidiyoruz; kimi göreceksin atta'da?" diye çıktığımız için sonraki günlerde kaldı yavrumda... her "atta" gidiyoruz dediğimizde "oooo" diyerek ellerini salladı, heyecan yaptı. Anlatınca gittiğimiz yerde dayıyı görmeyeceğini, buruldu kaldı. Neyse, 17 gün kaldı, geliyor dayımız... gel teskere, gel teskere bitsin bu hasret; evde anan, bacın, yeğenin, yüzüne hasret :))

NOT: Bu arada, anladık ki, askerdeyken bir tek yeğen deli gibi özleniyormuş. Ey asker sevgilileri, eşleri... ortada bir yeğen/çocuk varsa, hiç heveslenmeyin. Hasret listesinin bir numarası kesinlikle siz değilsiniz :)

Sonra bir de Irmak'la yeniden buluştu minik adam. Hani elini tuttu, pek bir şefkatle yaklaştı ama bizimki henüz pek bireysel. Bir de kız çocukları gibi anaç da değil. Elleri yanyana birleştirip avuçları açarak yüzüne miymiy bir ifade vermek suretiyle "Irmak küçüüüükkkk" yapıp sonra haydutluğa devam etti. Irmak kuzum da, 5.5 aylık bir bebecik ne yaparsa onu yaptı sürekli: etrafa tükürüklü gülücükler saçıp oturduğu yerde ileri geri sallanmaya! Bir ara baktım, Çınar ortada top oynuyor, Balca boyalarıyla oynuyor, Irmak'cık da ileri geri sallanıyor, biçare :)) Birden 1 yıl geriye gittim... nerdeeen nereye...

Başlığa uydu, bu 23 Nisan oğluma tam çocuk bayramı oldu! Bizim minik adamın aylardır yolunu gözleyen bir kuzeni vardı İstanbul'da: Bal kızımız, 2.5 yaşındaki Balca! Son 20 gündür "yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz Çınaar geelceeek" diye sayıklamış durmuş kuzum! Sonunda kavuştu kardeşine, Çınar'ına! Ve tıpkı Balca'nın aylardır anlattığı "masalda" olduğu gibi parkta buluştular, salıncağa bindiler, sallandılaaaar, sallandılaaaar, sallandılaaaar ve sallandılaaaarrrr.... :)))



Balca'm yazık, yine Çınar'ın yaş dönemi gereği, istediği tepkiyi alamasa da, birlikte top oynamak isterken Çınar topu dan dun sağa sola fütürsuzca vurunca "off Çınaaaar, of Çınaaaar!!!" diye serzenişte bulunsa da, ikisi de hallerinden pek memnundular aslında. Emirgan'da ele ele tutuşup gezmelerini, birbirlerine sarılmalarını, oturup okuduğumuz kitabı birlikte dinlemelerini izlemek ömre bedeldi... gelecek seneden itibaren ne kadar iyi anlaşabileceklerini, Balca'nın babasıyla benim olduğum gibi ne iyi dost, kardeş olacaklarını düşündükçe içim kıpır kıpır oldu. Hala da yazarken, yüzümdeki gülümsemeyi toparlayamıyorum. Oğlum büyüyor, ve ben onu hep hayal ettiğim gibi, benim kuzenlerimle yaşadığım gibi kocaman bir ailenin içinde yetiştirebiliyorum...



Eve dönüş yolunda minik adamla bir de, daha doğmamış arkadaşı Yağmur'u ziyarete gittik. Çınar Yağmur'un anne ve babasına 19 ay sonra yaşayacaklarının minik bir provasını yaptı, lezzetli kek ve poğaçalardan hapur hupur yedi, Yağmur'un odasını test etti, kitaplarını elden geçirdi... Ben de, bir yandan Çınar'ın peşinden koşarken, bir yandan da uzun zamandır görmediğim canım arkadaşımla hasret giderdim. Yetmedi tabii ikimize de... ama olsun, koca göbekli, en şirin halini kaçırmamış oldum ya, mutluyum kendi adıma :)

Bu arada, yine bol çocuklu ortamda bulunmanın hikmetidir diye düşünüyorum, minik adam tek başına merdiven çıkma ve kaydıraktan kayma işini başardı sonunda! Neredeyse 50 kere üst üste bu yeni keşfini pekiştirmesini izledik ama olsun, pek keyifliydi, ayakta dikilmemize de değdi! İnsanlık için küçük ama bizim için büyük bir adım; zira belimiz ve kolumuz kopmuştu artık pek de minik olmayan minik adamı parklarda kaydırağın tepesine kaldırmaya çalışmaktan!
Dönüşümüz de gidişimiz gibi oldu. Yine önce kitap, oyuncak, DVD -ama bu sefer Pembe Kurbağa Üç Küçük Kuzu oyunu; moladaki yemekten sonra tam uyku vaktinde müzik dinleyerek uyku. Kuzu mutlu ve huzurlu yolculuk geçirip de rahat rahat eve varınca, biz de huzur içinde koyduk başımızı yastığımıza...

Ve gökten üç elma düştü; biri oğlumun, biri bunu yazanın, biri de okuyanın başına...


27 Nisan 2010 Salı

Acil Durum Plani

Merhaba anneler (ve herkes tabii ki :),

Konuk yazar olarak ilkyardim yazisinin devami niteliginde "Acil Durum Plani" ustune bilgilerimi paylasacagim. (Maalesef Turkce karakter kullanamiyorum)

(Bir de kendim hakkinda kisa bilgi: Anneyim, kizim 20 aylik ve calisiyorum, sanirim bu kadari herseyi ozetliyor hakkimda)

Ilkyardim konusu anne oldugumdan bu yana daha cok dikkat ettigim, kafa yordugum, endiselendigim bir konuydu. Kizim buyudukce ve biz ise gidip, o evde kaldikca, genel emniyeti hakkinda endise etmenin yanisira, biz evden uzaktayken birsey olursa napariz konusu kafamizi kurcalamaya basladi.

Ancak kafamizdaki bu kurcalanma konusunda gecen haftalara kadar ciddi bir adim atmadik...ta ki normalin ustunde bir siddet ve uzunluktaki deprem sehrimizi sallayana dek.

Aslinda 3-4 yilda bir de buyuk yanginlarimiz oluyor ama depremin hepimizin kalbinde ozel bir yeri (!) oldugundan heralde, azicik sallanma akillarimizi basimiza getirdi.

Deprem mal kaybinin yaninda herhangi buyuk olcekte insan kaybi, ulasimin engellenmesi gibi seylere sebep olmadi. Ancak bir pazar gunu herkes guzel havanin keyfini cikarirken, sallandik da sallandik. 1 dakika icinde tum telefonlar, 3G internet hatlari coktu. Cep telefonlari kilitlendi. Kimse kimseye ulasamadi.Ben kizimla buyuk bir parktaydim. Ne esim benden, ne biz ondan bir sure haber alamadik.

Bunun ustune daha fazla usengeclik yapmayip ailemizin ve arkadaslarimin acil planini yapmayi ustlendim. Bizler ailelerimizden ve ulkemizden uzak yasadigimiz icin acil durum planimiz uygun sekilde bicimlendi. Turkiye'de ailesine yakin yasayanlar daha farkli bir plan olusturabilirler. Onemli olan bir planinizin olmasi.

Butun arkadaslarimdan su bilgileri topladim:

- Tum telefon numaralari (tabii ki telefon numaralarimizi biliyoruz ama diyelim ki cep telefonumuzun pili bitti ve sarj etmek mumkun degil. Eger tum numaralari ezberlediyseniz ne ala ama ben birkac numara disinda artik hicbirseyi ezberden bilmiyorum)

- Ev adresleri

- Is yeri adresleri ve acil bir durum aninda is yerinde irtibata gecilecek kisinin adi, kontak bilgileri

- Cocuklar okula ya da krese gidiyorsa: Okul adi, adresi, ogretmenlerin adi ve kontak bilgileri

- Cocuklarin bakicisi varsa: Bu kisinin kontak bilgileri

- Turkiye'de irtibata gecilecek kisinin yakinlik derecesi, kontak bilgileri

Sonra bu bilgileri excel dokumani olarak derleyip, herkese geri attim. Boylece hepimizde bilgiler var, hatta ciktisini alip yanimizda tasimak daha da faydali.

Sonra bu bilgileri eyalet disi kontagimiza yolladim. Plana dahil herkesin eyalet disi kontagi ayni kisi. Herhangi bir afet, felaket, acil durum karsisinda, bu kisi herkese ulasmaya calisip, irtibat koprusu gorevi gorecek.

Ayrica her aile kendi planlarini tamamlamak icin sunlari yapti:

- Bulusma noktasi (Her aile kendi semtinden aciklik bir alani-okul olabilir, alisveris merkezi park yeri olabilir- bulusma noktasi olarak belirledi. Bakicilara da cocuklari kapip ayni yere gitmeleri tembihlendi.)

- Telefonlara acil durum icin ICE (In Case of Emergency) - ACIL numalarin girilmesi. (Esim ve iki arkadasim telefonumda ICE olarak kayitli. Buradaki itfaiye, polis gerektiginde bu numaraya bakmak uzere egitim aliyorlar.)

Amacimiz gunluk yasami beklenmedik bir sekilde etkileyen herhangi bir durum olursa sasirip ne yapacagimizi bilmez sekilde vakit kaybetmek, cocuklarimiz icin endiselenmek yerine, plana gore hareket edip, bize olacaklarin etkisini en aza indirmek.

Acil durum icin yapilacak hazirliklar bu kadar degil tabii ki. Acil durum cantasi, onemli evrak korunumu vs. gibi daha bircok sey var. Belki baska bir yazida o konulara deginilir.

Daha fazla okumak isterseniz, buradan aileler, is yerleri ve cocuklar icin acil durum plani nasil yapilmali hakkinda daha detayli bilgiler alabilirsiniz.

Dilegimiz buyuk afetlerin ve beklenmedik her turlu seyin hepimizden uzak olmasi. Ama isi sansa birakmayin, ozellikle cocuklariniz varsa.

Sevgiler,
Seda


20 Nisan 2010 Salı

Organize İşler Bunlar

(Üst not: Yazıda bahsi geçen herkesin onayıyla yayınlıyorum... hepinize teşekkürler!)

Bu pazar çok keyifli bir gün geçirdik...

Sevgili sitemiz Nurturia'da tanışıp yazıştığımız/yazışıp tanıştığımız, çocuklarımızı, hayatımızı, sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, kaygılarımızı paylaştığımız 9 aile bir araya geldik! 9 aile demek, 9 çocuk, 9 anne, 9 baba demek! Dev kadro!

Her ne kadar Uğurtan ve ailesi sabah bizden habersiz (!) brunch keyfi yapmaya gelmiş ve biz geldiğimizde Uğurtan'ın pili bitmek üzere olduğu için erken kalkmak zorunda kalmış olsalar da, onları da bizim klandan sayıyorum ben!

Oynak bahar havası yüzünden elli kez plan değiştirmek zorunda kalmış olsak da, hava güzel olduğunda çocukların açık havada koşturabileceği, yağmur yağdığında ise içeride dağıtabilecekleri bir mekan bulduk en sonunda: Nüve Park, İncek. Bahçe kısmı gerçekten başarılıydı: salıncaklar, kaydıraklar, mantar ev, sallanan hayvanlar, tahterevalli, hamaklar ve tavuskuşları, bıldırcınlar, kuşlar, ve benim hatırlayamadığım bir kaç hayvandan daha oluşan yarı-açık hayvanat bahçesi!

Ne şanslıyız ki, hafta boyunca "yağmur yağacak" denen o pazar günü, saat 16:30'a kadar hava kapatmadı ve bizim çocuklar 1 küsür saat bahçenin tadını çıkarabildiler. Minik adam salıncağı kimseye kaptırmamak konusunda iddialıydı! Bir ara Batuhan, Kutluay ve Yağız binmeyi başardılar gerçi... Onlar sallandığı arada Çınar önce Nilsu'nun, ardından Aral'ın topuna musallat oldu. Sanırım paylaşmak için erken bir yaş, hepsi yalnızca ben oynayayım istiyor. "Paylaşalım evladım" temalı konuşmalar yapsak da, pek etkisi olamadı, tahmin edersiniz ki :) Tüm bunlar yaşanırken, Uğurtan bıldırcınların peşinden koşuyor, Tan da afiyetle domateslerini yiyordu!


Tam çocukları babalara postalamış, anneler olarak semaverden çay içip gözleme keyfi yapacaktık ki bahçede, yağmur bulutları üşüştü, başımıza pıt pıt damlalar düşmeye başladı. "Hadi" dedik o zaman "madem kapalı yeri de çocuklara uygun, boşuna ıslanmayalım!" Çoluk çocuk üst kata çıktık. Çekirdek Çelikler olarak yolda, ortada gezinen papağana ve kafeslerinde şebeklik yapan maymunlara bakmak için ufak bir mola verdik. Sonra, anne-babalar şark odasına, çocuklar hemen karşıdaki oyun odasına! Oyun odası, bizim klan için biraz ufaktı doğrusu, ama çocuklar içerideki evle, kaydırakla, çitlerle, tahterevalliyle, toplarla, kısacası tüm oyuncaklarla pek bir ilgilendiler. Çaylar ve gözlemeler gelene kadar oyun odasına çoluk-çocuk doluştuk! Yemeklerimiz gelince, oyun odasından ayırmayı başarabildiğimiz çocuklar ve mutlu anne-babaları olarak şark odasına geçtik. Oyun odasını bırakmayan çocukların anne ve babaları kaderlerine küsüp, nöbetleşe yediler "mama"larını :)



Şark odası da, koşturup durabilecekleri açıklık alan ve darbukalar sayesinde çocuklar için eğlenceli bir mekan oldu doğrusu! Bizim minikler gözlemelerini yediler, darbuka çaldılar, oyun odası-şark odası arasında mekik dokudular! Çınar'ın en çok ilgisini çeken ise yer minderleri oldu! Yüz kez mindere oturdu, kalktı, oturdu, kalktı, oturdu, kalktı!... Gerçekten sürprizlerle dolu bu minik adam bizim için. Dünyanın en komplike oyuncağını al, oralı olmaz; ama önüne yer minderi koy, dakikalarca oynasın! Annesi de saçını başını yolsun :)) Bu arada, -çocuğu kreşe gitmeyenler olarak- çocukların bir aradayken yarattığı sinerjiye de şahit olmuş olduk: yemek yememesinden en çok şikayet edilen minik bile eline gözlemeyi alıp lüp lüp yutuverdi! Ne mutluluk! Bir şey daha öğrendik, ya da yeniden deneyimledik diyelim, bu yaş grubunun birbirinden çok çevrelerine ilgisi var. Birbirlerini gözlemliyorlar, kopyalıyorlar ama henüz oyna-ya-mıyorlar. Ama sonradan anladık ki, bir arada olmaktan gerçekten keyif almışlar. Mesela Çınar, Pembe Kurbağa videolarını izlerken, daha önce tiyatroda tesadüfen yan yana oturduğu Tan'ı görünce çığlıklar atarak onu gösteriyor artık :) (Fotoğrafları henüz gör-e-medi; bilgisayarı açınca, tuşlara ayı pençesi elleriyle vurmaktan vazgeçmediği için fotoğraf göstermeyi başaramıyoruz!)


Böyle böyle saat 6'ya kadar oldukça koşuşturmalı, neşeli, bol kuzulu, sohbetli-muhabbetli vakit geçirdik. Bizim minik adam bu kadar çok arkadaşıyla ilk defa bir araya geldi ve anladığım kadarıyla, çok da mutlu oldu! Ben de, çocuğumu, mutluluklarımı, endişelerimi, hüzünlerimi paylaştığım, görmeden arkadaş olduğum, sevdiğim, merak ettiğim annelerle tanışmış olmaktan dolayı pek sevinçliydim! Artık yalnızca isimlerimizi değil, cisimlerimizi de bilerek paylaşıyoruz hayatlarımız; ve böylesi gerçekten daha bir keyifli...

Ne iyi etmişiz de bir araya gelmişiz o gün! Daha nice buluşmalara diyor, sizi miniklerin oyun odasındaki halleriyle başbaşa bırakıyorum...


16 Nisan 2010 Cuma

İlk Yardım

Yarın ilk yardım sertifikası sınavım var; geçersem "ilk yardımcı" olmaya hak kazanıyorum!

Hani kazalarda, olay mahallinde "açılın, ben doktorum" diye fırlayan biri çıkmazsa, ben "açılın, ben ilk yardımcıyım" diye kimliğimi savura savura ilk müdahaleyi yapabileceğim! Büyük sorumluluk aslında!

(Güncelleme: Az önce sınavdan çıktım; evet, artık "açılın, ben ilk yardımcıyım!" diyebilirim :))

İş Sağlığı ve Güvenliği kanunları gereği, bizim şirketin belli sayıda kişiye ilk yardım eğitimi aldırması gerektiğinde "ben ben ben" diye atlamamın ilk nedeni evde hareketli bir yüzey mayınıyla bir arada yaşıyor olmamızdı :) Evet, minik adamdan bahsediyorum. 1.5 yaşını hızla geçtiği şu günlerde, eskisinden de hareketli, eskisinden de meraklı kendisi! Tabii, allah korusun, kazalar hiç yaşanmasın ama, yavrucağızımla ilgili olabilecek irili ufaklı olaylara anında doğru müdahaleyi yapabilmekti ilk amacım. Bizim ailenin "veterineri (!)" annemdir ama her zaman bir arada değiliz ki :))

Tabii ki, eğitimin sonunda anladım ki, olay herhangi bir durumda Çınar'a müdahalenin çok ötesinde -insan hayatıyla ilgili. Doğru ilk müdahale = hayat kurtarma, sakat bırakmama. Nokta. Gerçekten neler yapılması ve YAPILMAMASI gerektiğini öğrenebildiğim için çok mutluyum. Ve aslında, temel yaşam desteği, koma pozisyonu, arabadan insan çıkarma vs gibi uygulamalı olarak anlatılması ve bire bir pratik edilmesi gereken konuları geçersek, çoğu olayda yapılması gereken ilk müdahele o kadar basit ki, buradan, bu blogdan bile sizlerle paylaşabilirim; paylaşmalıyım... ki, siz de bilin, etrafınızla paylaşın, yanlış müdahelelere hep beraber engel olalım!

Takip edilmesi kolay olsun diye, başlık başlık yazacağım; ama, ilk başta şunu söyleyeyim: her tür kaza durumunda en önemlisi, ilk yardımı/ilk müdahaleyi yapacak kişinin önce kendisinin ve çevresinin güvenliğini sağlaması! Yolun ortasında, hiçbir tedbir almadan harala gürele kalp masajına girişirseniz, hafazanallah kendiniz de ilk yardıma muhtaç duruma gelebilirsiniz!... Aynı şekilde, tarlada, kumsalda temel yaşam desteği uygulaması yaparken, etrafı kontrol etmediğiniz için kazazedeyi ya da sizi sokan bir akreple de karşılaşabilirsiniz! Onun için ilk kural neymiş? Önce can ve çevre güvenliği!

İkinci yazacağım şey de, eğer kazazedenin kulağından ve burnundan kan geliyorsa, beyin kanaması geçiriyor demektir. Her ne şekilde olursa olsun taşıyın ve en acil şekilde hastaneye götürün; çünkü, her an ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır...

Nefes Borusunun Tıkanması

Nefes borusuna bir cisim kaçması durumunda, eğer kişi/çocuk öksürebiliyor ve konuşabiliyorsa, zorlukla nefes alıyor dahi olsa hiç dokunmayın. Vücüdun doğal işleyişini bozarsınız. Vücut o cismi atabilecek demektir. Konuşabiliyor ama öksüremiyorsa, öksürmeye teşvik edin.

Eğer, kişi/çocuk nefes alamıyor, öksüremiyorsa, öncelikle kazazedenin sırtına 5 kere, iki kürek kemiğinin tam ortasına ani, sert ve hızlı bir şekilde elinizin topuğunu kaydıracak şekilde vurun! (Heimlich manevrasını anlatmıyorum, onun uygulamasını bilmek lazım.)

Eğer kazazede bebekse (1 yaşın altı), bebeği kolunuzun üztüne yüzükoyun yatırın ve aynı elinizin parmakları ile çenesine destek yaparak yukarı kaldırın. Bunu yaparken oturursanız, bebeğe daha iyi destek vermiş olursunuz. Baş daime göğüsten aşağı tutulmalıdır. Yine 5 kere, diğer elimizin topuğuyla iki kürek kemiğinin tam ortasına ani, sert ve hızlı bir şekilde elinizin topuğunu kaydıracak şekilde vurun! (Burada da Heimlich yöntemini anlatmıyorum.)

Hasta Durum Değerlendirmesi

Kazalarda, eğer kazazedenin bilinci açıksa ve solunumu da düzgünse, kendisini kenara, güvenli bir yere alıp müdahale etmiyoruz. Bilinç kapalı/solunum durmuşsa temel yaşam desteği; bilinç kapalı/solunum varsa (bayılma, vb.) koma pozisyonu uyguluyoruz. Bunlar, ancak ilk yardım eğitimi alan kişinin bilebileceği durumlar ve yapabileceği uygulamalar. Ben burada yalnızca şok durumundan bahsedeceğim.

Şok neden meydana gelir? Vakaların %80-85'inde kanamadan (iç veya dış), aşırı korku ya da heyecandan, şiddetli ağrıdan, ya da alerjik bir reaksiyondan. Şok durumundaki hastada bilinç açıktır; ancak solunum hızlı ve kesik kesiktir. Nabız hızlıdır, ancak zor hissedilir. El/yüz soğuk, soluk ve nemlidir. Bu durumda yapılacak şey, beyne kan gitmesini sağlamaktır; yani, hastayı sırt üstü yatırın, ayaklarını 30cm yukarı kaldırın ve üzerini örtün. Daha sonra nedenini araştırmaya başlayabilirsiniz...

İlk yardım eğitimi almamış kişi olarak, şok pozisyonu dışında üzerinize düşen, hemen 112 acil servisi arayıp, önce adınızı, soyadınızı, telefonunuzu söyleyip kazanın yerini ve yaralıların durumunu görevlilere bildirmektir.

Tabii bir de lütfen, ilk yardım eğitimi almamış kişilerin insanları karga tulumba ordan oraya taşımasına engel olun! Özellikle boyundan tutmak çok tehlikeli ve risklidir. Olay mahalli tehlikeliyse ve sizin yaralıyı derhal uzaklaştırmanız gerekiyorsa, yapacağınız şey koltuk altlarından tutarak 5-10 cm, 5-10 cm sürükleye sürükleye taşımaktır.

Gelelim, daha gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz, evde bile başımıza gelebilecek kazalarda yapmamız gereken müdahelelere...

Kırıklar

En önemlisi, kırık şüphesi durumunda, kırığın oluştuğunu düşündüğünüz yeri sabitlemeden kişiyi/çocuğunuzu hareket ettirmeyin, taşımayın! Sert bir cisimle (tahta parçası, mandal, kaşık, daha büyük kırıklar için daha büyük sert malzemeler) altını ve üstünü sabitleyip, sert cisimle deri arasına da bir bez parçası gibi yumuşak bir malzeme koyup sarın. Burada önemli olan, örneğin kırığın dirsekle bilek arasındaki bölgede olduğunu düşünüyorsanız, dirseği ve bileği de içine alacak şekilde sabitlemek -ki eklemler hareket ettikçe kırık bölge daha da zorlanmasın!

Açık, kemik parçalarının göründüğü kırıklarda asla ama asla bölgeyi temizlemeyin. Yalnızca yukarıdaki gibi sabitleyin.

Ayak bileği kırıklarında, ayakta bot veya çizme varsa çıkarmayın! Hatta bağcığını bile çözmeyin -bu vakalarda çizme/bot en iyi sabitleyicidir!

Burkulmalarda, ilk 4-6 saat yalnızca soğuk uygulama yapın ve bölgeyi sabitleyin. Krem, vb sürmeyin! Sıcak uygulama, kremler kan akışını hızlandıracağı için burkulan bölgenin daha çok şişmesine, moraramasına, ve şiş kalmasına neden olur.

Yanık

Bu sanırım, biz küçük çocuklu ailelerin en çok karşılaştığı ve en çok korktuğu durum! 3. derece (yani, kemiğe kadar ulaşan) yanıklar dışında yapılacak tek şey: akan suyun altında 8-10 dakika kadar tutmak (kovanın içine vs değil, akan suyun, mesela çeşmenin altına). Bu, hem yaralı bölgenin rahatlamasını sağlıyormuş, hem de oksijen alarak hücrelerin kendisini yenilemesine fırsat veriyormuş. Bu yöntemle tedavi edilen yanıklarda iyileşme çok daha kısa sürede ve ağrısız gerçekleşiyormuş!

Efendim kremdi, merhemdi, yumurta akıydı, balmumuydu, diş macunuydu... lütfen, ne yapmıyoruz? Kesinlikle sürmüyoruz!!!!

Daha ciddi yanıklarda, yanık bölgede kıyafet, takı vs varsa, onların da hemen çıkarılması gerekiyormuş. Ayrıca, yine ciddi yanıklarda, sıvı kaybını telafi etmek için, kazazedeye ılık sıvılar içirilmesi uygun bir ilk müdahaleymiş.

Göze/Kulağa/Burna Yabancı Cisim Kaçması/Sokulması

Çocukların en sevdiği şeydir herhalde, olmadık şeyleri (mandalina çekirdeği, bisküvi, incik boncuk, mısır tanesi, vs vs) burunlarına ve kulaklarına sokmak! Böyle bir durumda, çocuğu ürkütmeyin (ağlamayla burundaki cisim daha da derine kaçmasın) ve hemen, hiç müdahale etmeden en yakın acil servise götürün.

Vaktiyle annem, kardeşimin burnuna kaçan mandalina çekirdeğini, yine engin veterinerlik(!) bilgilerini kullanarak, ocakta ısıttığı (ve sterilize ettiği) tığ vasıtasıyla çıkarmış olsa da, hepimiz kardeşim kadar şanslı olmayabiliriz :))

Göze sert bir cisim batması durumunda, cismi çıkarmadan her iki gözü de kapatın (ki hareketsiz olmasını garanti edin) ve acil servise götürün. Toz, çöp gibi ufak şeylerin kaçması durumunda ise önce ıslak nemli bir bezle nazikçe çıkarmaya çalışın. Olmuyorsa, ovuşturarak kırpıştırarak göz yaşıyla çıkmasına çalışın. Yine çıkmadıysa acil servise gidin.

Zehirlenme

Solunum yoluyla zehirlenme (soba, doğalgaz, vb): İlk yardımcı olarak maske takın ya da ağzınızı kapayın, ortamı havalandırın. 112'yi arayın!

Deri temasıyla zehirlenme (böcek/tarım ilacı, vb): İlk yardımcı olarak eldiven giyin, kazazedenin giysilerini çıkarın ve vücudunu yıkayın. 112'yi arayın.

Sindirim yoluyla zehirlenme: Burada, biz çocuklu ailelerin bilmesi gereken en önemli şey, eğer -allah korusun- çamaşır suyu, deterjan vb bir madde yutmuşsa çocuk, ya da neden zehirlendiğini bilmiyorsak asla kusturulmamalı! 112 acil servise götürülmeli. Eğer, kimyasalla zehirlenmediğini biliyorsak, kusturmak için tuzlu su içirmek gerekiyormuş (parmağımızı çocuğun boğazına boğazına sokmaya gerek yokmuş yani).

Hayvan Isırıkları

Kedi/köpek/insan ısırıkları: Isırılan bölge sabunlu bol suyla yıkanmalı ve temiz bir bezle sarılmalı. Yaralı kuduz aşısı yaptırmalı.

Arı sokması: İğne görünüyorsa çıkarılmalı. Şişen kısım kıpırdatılmamalı ve buz konulmalı. Eğer arı ağızdan sokmuşsa derhal acil servise götürülmeli! Acil servise götürürken, dilin çok şişmemesi için, ağzına bir buz parçası koyup onu emmesini isteyin. Burda da yine, efendim kibrit çöpü, amonyak vb şeyler kullanmıyoruz. O enteresan geleneksel bilgileri hafızamızdan söküp atıyoruz!

Denizkestanesi: Dikenleri çıkarabiliyorsanız çıkarın. Muhtemelen çıkaramazsınız. O zaman zeytinyağı sürüp bekleyin. Kendliğinden çıkıyorlarmış!

Denizanası çarpması: Yaraya ılık uygulama yap! (Deniz soğuk ortam, tam tersi ılık uygulama; kara sıcak ortam, tam tersi soğuk uygulama!)

Yüksek Ateş/Havale

Havale 6 ay ila 6 yaş arasında görülen bir durummuş (yaş aralığını bilmiyordum ben). Hepimizin bildiği gibi, yüksek ateşe (38 derece ve üstü) bağlı olarak ortaya çıkabiliyor. Yapılması gereken şey: çocuğu soyup ıslak havlu veya çarşafa sarın. Ara ara oda sıcaklığında su dolu kuvete oturtun. Bu kadar! Bizim bildiğimiz gibi sirke, güğüm güğüm kafadan aşağı soğuk su dökme falan yarardan çok zarar getiriyormuş. O güğüm güğüm soğuk sular çocuğu şoka bile sokabilirmiş mazallah!

Donma/Donuk

Burada da yapılması gereken, vücut ısısını birden değil de kademeli olarak yükseltmeye çalışmak. Burada da ne yapmıyoruz? Özellikle iyice morarmış ileri derecedeki donuklarda, donmuş bölgeyi karla, buzla, efendim türlü garip merhemle ovmuyoruz! Neden? Donan her cisim gibi, kemiklerimiz de son derece kırılmaya müsaittir de ondan!

Elektrik Çarpması

Bunu pek çoğumuz biliyordur zaten. Önce, mümkünse hemen elektrik akımı kesilmeli ve yalıtkan bir cisimle (tahta parçası, vb.) akıma maruz kalan kişi hafifçe ittirilerek akımdan ayrılması sağlanmalı.

Kanama

İç kanama: Karın ya da göğüs boşluğunda şişlik/hassasiyet, morarma varsa ve kişi bir darbe öyküsü anlatıyorsa iç kanamadan şüphelenmeli ve hemen 112 acil servis aranmalı. Bilinç durumuna göre pozisyon verilmeli.

Dış Kanama: Aslında 4 yöntem var ama fazla miktarda kanamalar için en pratiği, kanayan yerin biraz yukarısına turnike uygulamak (bezle sıkıca bağlayıp, düğümün içinden bir tahta parçası (veya benzer bir cisim) geçirerek sargıyı döndürüp iyice sıkıştırmak). Yalnız, kangren riski oluşmaması için, 20 dakikada bir 1-2 saniye sargıyı açıp, yeniden 20 dakikalık turnike uygulanması gerekiyor.

Fazla ama kontrol edilebilir kanamalarda ise baskılı sargı en uygun yöntem.

Küçük kanamalar için yapılacak şey, temiz bir bez ya da sargıyla baskı uygulamak.

Organ kopuklarında: Önce kanayan yere tunike uygulanmalı. Sonra, kopan uzuv bulunmuşsa, temiz bir poşete koyup (uzvu temizlemeyin, suyla asla temas ettirmeyin), daha sonra bu poşeti de içi soğuk su/buz doldurulmuş başka bir poşete koyarak mikrocerrahi bölümü bulunan en yakın hastaneye götürülmeli.

Boğulma


Suda boğulmalarda yapılan en büyük hata, ilk müdahaleyi yapacak kişinin, boğulan kişi çırpınırken onu tutmaya ve çekmeye çalışmasıymış! Çünkü, boğulan kişinin beyni, yalnızca yanına gelen kişinin üzerine çıkarak kendisini kurtarma komutu veriyormuş. Ve o can havliyle asıl sizi boğabilirmiş! Sınıfta da pek çok cengaver, cankurtaran heveslisi arkadaşın başına gelmiş...

Garip, ama yapılacak şey şu: güvenli bir mesafeden, çırpınması bitene, yani gücü tükenene kadar izliyorsunuz. Gücü bittiği anda çekerek kıyıya sürüklüyorsunuz. Yine bilinç/solunum durumuna göre pozisyon veriyorsunuz (yani, ilk yardım bilen bir kişi değerlendirip pozisyon veriyor). Kimse yoksa, en güvenlisi, bir ayak öne gelecek, kol da başın altında kalacak şekilde yan yatırmak.

Ve öyle filmlerde Lassie'nin yaptığı gibi kaburgalarına doğru bastırarak kazazedenin ağzından su fışkırtmanız da gerçekçi bir durum değilmiş. Bilmediğim bir şey öğrendim: boğulan kişinin akciğerlerine su kaçmazmış. Nefes borusu ve midesine su kaçarmış. Midedeki sorun değil tabii de, nefes borusu tıkanması yüzünden ölüyor insanlar. Sudan çıkardığınızda borudaki su da boşalıyormuş -yerçekimi! O yüzden, bastırmaya, mıncırmaya gerek yok!

9 Nisan 2010 Cuma

Oynasana Çocuğum!

Başka derdimiz yokmuş gibi (belki de gerçekten olmadığından, belki de artık dişten mütevellit gece uyanmalarını kanıksadığımdan) bu sefer de minik adamın oyuncaklara olan ilgisizliğine kafayı takmış durumday(d)ım sevgili okur! Bu derdimi sevgili sitemiz Nurturia'da paylaştım; sağolsun, pek çok anne arkadaşım, pek çok güzel fikirler verdiler. Uzuuuun uzun yazdık hepimiz... meğer ne dertliymişiz; ya da, paylaşılacak ne çok şey varmış! Hatta bugün bir anne-arkadaşım "buradan bir aktivite kitabı bile çıkar" diye yazmış! Çıkar mı çıkar! Merak ederseniz hemen üstteki linke bir tık!
Aslında, bundan bir süre önce "Minik Adamın Oyuncakları" diye bir yazı yazmayı planlamıştım, ama "evet, bir de şu oyuncağımız çok güzel; ama, minik adam onunla da en fazla 5 dakika ilgileniyor" demenin anlamsızlığını çabuk kavradım :) Yine de, bu dönemde bile ilgisini cezbetmeyi başarabilen iki oyuncağa burada yer vereceğim; bunu o oyuncaklara ve yaratıcılarına bir borç bilirim! Daha sonra da belki, yine oyuncaklarımızla ilgili bir yazı yazarım buraya... oynamaya bir başlayalım da yeniden!

Bizim minik adam tam bir aksiyon insanı, görev adamı! İş ver, yapsın! Koştursun dursun! Oyuncakla falan harcayacak zamanı yok yani! "Bezini çöpe at Çınar'cım" deyin; hemen pıtır pıtır gider, atar, gelir. "Tencerelerin kapaklarını kapat, cekmeceye diz Çınar'cım" deyin; anında yapar. "Al şu takatukaları takatukacıda takatukalattır Çınar'cım" deyin; anlarsa ne olduğunu, kesin gider! "Seeeni ya-ka-lıy-caaaaammmm" deyin, ok gibi fırlar kaçar. "Nerdeymiş, Çınar nerdeymiş?" deyin, hemen kapının/perdenin/koltuğun arkasına ya da dolaba (üstteki gibi) saklanır; siz onu bulana kadar da sesini çıkarmadan oturur (süre gerçekten önemli değil, denedik!). Ve bütün gün top sürebilir! Dayısına çekmiş, bence belirgin bir yeteneği var; ileride "topçu" olursa çok para kazanabilir sanki :)

Ve fakat annesi illa bir sorun bulacak ya kendine, bu sefer de çocuğun bu oynadığı oyunlar yetmedi, "niye ona yararlı olacak oyunlarla ve oyuncaklarla vakit geçirmesine yardımcı olamıyorum, yönlendiremiyorum; bunu niye başaramıyorum?" diye kendini yemeye başladı! Bunu yapmak için de haklı nedenlerim var aslında; minik adam gerçekten hiçbir oyuncağıyla 2-3 dakikadan daha fazla ilgilenmiyor. Oturarak yaptığı tek aktivite kitap okumak (ki hala bundan keyif aldığı için çok mutluyuz). Aklımın çeşitli köşelerinde uçuşan silik "hiperaktivite" sözcüğünü elimi sallayarak savıyorum. Göz kontağı kurduğu, anlatırken dikkatlice dinlediği, uzunca süre kitaplarına da konsantre olabildiği için de savmakla iyi yapıyormuşum (bu konuda deneyimini paylaşıp beni rahatlattığı için Peyibal'a sevgiler). Ama neden, neden oyuncaklarıyla oynamıyor bu çocuk? Ve neden, neden ben onu hiçbir şey yapmaya yönlendiremiyorum?

Yazıştık annelerle bir gün boyunca, muhtemelen yazışmaya devam da ederiz. Nedenler, çözümler, kabuller bulduk birlikte... Ve öğrendim ki, "bu suç benim suçum değil!" (kardeşimin 3 yaş civarı favori cümlesiydi). Kendimi -yine, her zamanki gibi- yıpratmaya gerek yokmuş! 18.-19. aylarda bu aslında normalmiş; pek çok anne-arkadaşımın çocuğu bizim minik adam gibi davranıyormuş -ya da vaktiyle öyle davranmış. Ama 2 yaşa yakın, hepsi oyuncaklarına daha bir ilgi gösterir olmuş. Oyun kurmaya başlamış. Oyun oynarken daha uzun süre popolarının üzerinde oturmaya başlamışlar.

Bir de şu gerçeği fark ettim, aslında bizim minik adam bakıcısıyla birlikteyken gündüz oyuncaklarıyla oyun oynuyor. Ama akşam ben eve geldiğimde, özlemini gidermek için araya oyuncak vs girsin istemiyor! Elimden tutuyor; bir oraya gidiyoruz, bir buraya! Daha ben işe başlayalı 3 ay oldu, alışamadı mı, yoksa bu özlem hiç mi bitmeyecek bilemiyorum (hiç bitmesin, çünkü ben onu hep özlüyor olacağım...). Ama en azından bu konuda da artık empati kurabiliyorum!

Ve şimdi sırada bahsettiğim iki oyuncak var. Asında biri gerçekten oyuncak, diğeri oyuncak niyetine kullanılan obje.

1- Melissa&Doug Mıknatıslı Deniz Canlıları Yap Bozu: Bu yapbozu sevgili arkadaşım Seda önermişti bana, ve ben "Türkiye'de nerden bulacağım ki ben?" diye düşünürken bir gün, tamamen tesadüf eseri, Smyk'ta rastlayıverdim! Ucunda mıknatıs olan oltasıyla, ortalarında metal düğmeleri olan deniz canlılarını yakalayıp, sonra da elinize denize geri yerleştiriyorsunuz (canlıları sevelim-boşuna öldürmeyelim teması da var sanki). İsterseniz oltayla da yerleştirmeye ççabalayabilirsiniz ama ben -kendim- daha beceremedim! Minik adam hepsini tek tek yakalayıp, sonra da tek tek yerlerine yerleştirmeye çalışırken kendini kaybediyor (bkz. üstteki resim... evet, elindeki elma!)! Açıkçası, evde herkesin oyuncağı oldu, şiddetle tavsiye ederiz! Yalnız, Amerika'dan getirtme imkanı olanlar bu imkanı değerlendirsinler; çünkü, burada, oradaki fiyatının 3 katına satılıyor!

2- Matruşka: Babam, vaktiyle Rusya'dan hatıra olsun diye getirdiği şu matruşkaların minik adamın en sevdiği oyuncaklardan biri olacağını tahmin etmiş olsaydı, acaba fabrikasını da satın alır mıydı? :)) Şu boy boy satılan kaplara para vermenize gerek yok sevgili okur, tahminim hepimizin evinde, eve bir şekilde girmiş bir matruşka vardır; koyun bebelerinizin önüne, dakikalarca oynasınlar! Şekil eşleştirme, boyut kavramını tanıma, iç içe geçirme, hatta ek malzemelerle (pardon, materyal, daha havalı :D) doldur-boşalt... hepsi tek bir oyuncakta! Çınar'ın eline bir gün "oyalansın" diye verdik, şimdi oyuncak kutumuzun en nadide köşesinde bu sevimli Rus bayanlar. Bakın, minik adam ne kadar da keyifle ve ilgiyle oynuyor!

Herkese bol oyunlu, koşuşturmacalı, ama hepsinden önemlisi, yavrularınızla mutlu mutlu günler diliyoruz!!! Bir sonraki yazıya kadar, esenkalın :)

1 Nisan 2010 Perşembe

Oynak Saatler ve Uyku

Minik Adam doğmadan önce, yaz ve kış saati uygulamasına bakış açım bambaşkaydı. Sonbaharda geri alınınca "Olley, bir saat daha fazladan uyuyacağız!" diye sevinir, baharda ileri alınınca "Off, bir saat erken kalkacağım, ama en azından hava daha geç kararacak" diye avunurdum! Minik Adam'ın ilk yılında çok etki etmemişti yaz/kış saati uygulaması uyku düzenimize... Ama bir yaşını geçip de bizimki gerçekten "adam" olduğunu sanmaya ve uykuya direnmeye başlayınca, almıştı beni bir endişe!

Hiç korktuğum gibi olmadı! Sonbahar ortalarına doğru, gece uykularını 8'den 9'a hatta 9:30'a kaydırmaya başlamıştı minik adam. Daha önce 7:30-8:00 gibi uyuyan (hadi bilemediniz 8:30) bir çocuk için geçti tabii (allahım, ne kadar naifmişim). O yüzden, kış saati uygulamasına çok sevinmiştim! Saatler bir saat geri alınınca, ve Çınar yine 8-8:30 gibi uyumaya başlamıştı. Hatta o zamanki coşkumu ve sevincimi, twitter'dan şu şekilde paylaşmıştım: "Kış saati uygulaması uyku düzeni sapıtan çocuklar içinmiş!" Sevincim çok uzun sürmedi gerçi, Ocak'ta yeniden 9-9:30 gibi uyumaya başladı, Mart'a geldiğimizde artık 10'da yatırıyordum, 15 dakikada uyuyordu! Gündüz hala iki uyku uyuduğu için geç yatmasını normal karşılıyordum; ama, gerek 10'u geçerek uyuması, gerekse sabah 6-6:30 itibariyle ayağa dikilip beni de yatağa gelerek göz kapaklarımı parmaklarıyla açmak suretiyle uyandırması artık oldukça yorucu olmaya başlamıştı...

...ki imdadımıza yaz saati uygulaması yetişti! "10'da yatan bir çocuk için yaz saati uygulaması imdada nasıl yetişir? Daha da geç yatmadı mı?" diye soruyorsanız eğer, söyleyeyim, anneannesinin ve benim -aslında birbirimizden bağımsız- ufak bir planımız vardı!

Uygulamanın başladığı pazar sabahı bizim minik adam, yeni saatle 6:30'da uyandı; aslında azıcık bir müdahaleyele yeniden uyuyabilirdi; fakat, akıllı ananesi sabah uykusu şaşmasın diye hiç uğraşmadı. Birlikte sabah yürüyüşü yaptılar. O gün uykularını aynen eski düzene göre uyudu; ama gece ancak 11:15'te dalabildi... Ve ben büyük bir hevesle sabahı bekledim -hem geç yattığı için, hem de yeni saate ayak uyduracağını tahmin ettiğimden sabah 6'da kalkmayacağını düşünüyordum! Tahminimde yanılmadım! Bizim minik adam, o sabah saatleri bir değil, iki saat ileri aldı! 8:15'te uyandı! Günde iki kez uyuyan, ve ilk uykusuna 10 civarı yatan bir çocuk için geç bir saat tabii! Dolayısıyla anne, ne zamandır aklında olan (ve cuma günü Çınar'ın 2.5 saat aralıksız uyumasından güç alan) "tek uyku" planını devreye soktu!

İlk gün 12'de yatırdık öğle uykusuna, akşam da 9:30 gibi uyudu (daha erken uyumasını bekliyordum doğrusu; ama, eski saate göre 2 saat erken yattığı için önemsemedim). Sabahları artık 7:30-8:00 arası kalkıyor (yaşasın! maşallah maşallah allahım, süpaneke, amin!). Şimdi kademeli olarak (15 dakika 15 dakika) 1'e çekiyoruz öğlen uykusunu. 2 saate yakın uyuyor böylece minik adam gündüzleri, eski uyku düzenine göre gündüz uykuları azaldı; ama gece uykularının süresi uzadı! Havalar ısındığı, günler daha da uzadığı zaman dışarıda daha çok atlayıp zıpladıkça belki daha uzun uyur, belli mi olur? Hem ilk günden sonra daha da kolay dalmaya başladı gece uykusuna. Plan işe yaradı! Ne zamandır "nasıl geçirsek, neler yapsak" diye düşündüğümüz "tek uyku" maceramız -Çınar'la ilgili her olayda olduğu gibi- kendiliğinden başladı!

Ve sabahları Çınar'dan daha erken uyandığımız için, bize de şu aşağıdaki manzaranın keyfini çıkarmak kaldı!!!