24 Şubat 2012 Cuma

Jura Çağında Ali Baba'nın Çiftliği

Ali Baba'nın bir çiftliği var,
Çiftliğinde T-Rex'leri var,
Groooaaaavvv groaaaavvvvv
diye bağırırır
Çiftliğinde Ali Baba'nın!


Ali Baba'nın bir çiftliği var,
Çiftliğinde Diplodocusları var,
Aaaauuuuuuuuuu aaaauuuuuuuuuu
diye bağırırır
Çiftliğinde Ali Baba'nın!


Ali Baba'nın bir çiftliği var,
Çiftliğinde uçan dinozorları var,
Gaaaaaak gaaaak
diye bağırırır
Çiftliğinde Ali Baba'nın!

20 Şubat 2012 Pazartesi

Kanım Can Olsun!

Hayır, hiç mi hiç canı acımıyor insanın.

Kan tutuyorsa, hemşireler sizi soru yağmuruna tutarken başınızı başka bir tarafa çevirip yanıt vermeniz yeterli. Ne olduğunu anlamazsınız bile.


Hastaneye (İbn-i Sina, Ankara) vardıktan sonra doktorun odasını bulmak ve form doldurup kan vermek için geçen süre azami 10 dakika! Kime sorsanız size yardımcı oluyor. Kan verilen yerde çok hemşire var, çok seri çalışıyorlar. 

Bir sabah işe gitmeden uğrayabilirsiniz mesela. Yeri ters kalıyorsa sizin için, bildiğim kadarıyla bütün hastaneler kan örneği alıp bulundukları ildeki ilgili hastaneye iletiyor. Ya da, kargoya verebiliyorsunuz. Bu tür ayrıntılar için lütfen Gamze Akbaş Blog'a tıklayın...

Bir insana şifa verme ihtimali bile beni bugün çok ama çok mutlu etmeye yetti. Şimdi, telefonum çalsın diye bekliyorum...

Kendinizi bu duygudan, şifa bekleyen hastaları kanınızdan mahrum etmeyin... kan verin, can verin!

19 Şubat 2012 Pazar

Sevgilimden :)

Şimdi burada, sevgililer gününün ticari boyutu ve artık tamamen sevginin ekonomik sömürüsü haline gelmiş olmasından bahsedebilirdim. Çünkü böyle düşünüyorum...

Ama, sevgiyi göstermek için böyle minik fırsatları para harcayarak değil de, emek harcayarak değerlendirmek de hoş oluyor!

Minik adamımın -okulda- yaptığı gibi!



El emeği bir kart, kendisinin yaptığı "kapli" kurabiyeler ve bolca kucaklaşma, öpüşüp koklaşma... daha iyisi olamaz!

Sevgiyle kalın :)

NOT: Babayla da gece oturup "1Erkek 1Kadın"ın sevgililer günü özel bölümünü izledik. Hem sevgiyi hem keyfi paylaştık ;)

16 Şubat 2012 Perşembe

Montessori Olmuş...

Böyle yazınca, Fırat karikatürü gibi oluyor! Aslında, minik adamla hayatımız, Fırat karikatürlerinden çok da farklı değil :)

Bugün çok Çınar diyaloğu  yazasım var, tutmayın beni...

Çınar: Bizim okulda bir Çinar daha var, biliyoo musun annee?
Anne: Öyle mi? Kim o?
Ç: Çinaaar Timuçiiiin!!!
A: Eveeet!
Ç: Ama o altık bebek sınıfında değil, Ardalar'ın salonunda!
A: Evet tatlım, büyük sınıfa geçmiş.
Ç: Bi de İlem Su var orda. O da montesoli olmuş!
A: Ne olmuş???
Ç: Montesoliiii...

"Montessori olmak" kalıbı ne demek bir fikri var mı bilemiyorum; ama, bu boyutta, "r"leri hala peltek peltek söyleyen bir minik adam yerli yerinde kullanınca, çok ama çok komik oluyor! Onu biliyorum :)

Bu İşler Böyle...

Çınar: Annee, Doğa bana bebek diyo…
Başak: Sen de ona de J (kınamayın, öyle çıkıverdi ağzımdan!)
Ç: Haayıır, evcilik oynuyoruz biz!
B: Ha öyle miii? Doğa ne oluyor peki?
Ç: Anne!
B: Peki, Cansu?
Ç: Anaaanee…
B: Peki, sen bebek olup ne yapıyorsun?
Ç: Hasta oluyorum, bekliyorum.
(Anne ve anneanne bu noktada gülmekten baygınlık geçirirler…)

Eee, bu işler böyle. Küçüksen ve oyunlara dahil olmak istiyorsan, bir süre her söyleneni yapacaksın. Bebek ol, dediler mi olacaksın; bekle, dediler mi, bekleyeceksin. Böyle böyle sosyalleşeceksin, böyle böyle büyüyeceksin… sonra sonra, sen de kendini oyununu kurmaya başlayacaksın!

Ve anneni, “otuzüç” olmuşken, böyle böyle güldüreceksin :)


Böyle havalı havalı poz vermekle olmuyor yani Çınar Efendi :))

9 Şubat 2012 Perşembe

Uzat Elini!

Derya'dan daha güzel yazamam... hele bu ruh haliyle, hiç... 

Dünden beri aklım başka bir yerde, başka bir annede, onun 3 yaşındaki bebeciğinde. Ne anneler hasta olsun, ne bebekleri. İkisi de aynı derecede canını yakıyor uzaktan bakanın, anne olanın... 

Ne kadar çaresiz hissetse de insan kendini, yapacak bir şey var! Yanıtı, Derya'nın yazısında saklı... Lütfen TIKlayın ve okuyun. 

Yağan şuncacık karla Ankara kendini felç etmemiş olsaydı, ben de yarın hastaneye gidip kan örneği verecektim. Yapabileceğim an, oradayım. Ankara'da gitme imkanı olanlar, İbn-i Sina Hastanesi Dahiliye Bölümü 13 No'lu odadan kan örneği verebilirler. 

Seyahatinden mümkün olan en kısa zamanda dönmen dileğiyle Gamze... Dualarım seninle...

NOT: Facebook sayfasından bir moral mesajı bırakmak isterseniz, TIK TIK!

7 Şubat 2012 Salı

Bir Kahvenin Kırk Yıl Hatırı Varsa...

...ve bu kahveyi, öğütmesinden sunmasına kadar oğlum yapmışsa...


Tadına doyulur mu?

Doyulmaz! 

Okulda öğütülen kahve eve getirilir, french press kullanılarak bir güzel hazırlanır, anneye, babaya, halaya ve kuzene ikram edilir, afiyetle içilir!!!

Ellerine sağlık minik adamım! Kahve getirenlerin çok olsun :)

3 Şubat 2012 Cuma

MTA Tabiat Tarihi Müzesi -Bölüm:2 (Söyleşi)

Ne zamandır yazacağım müze gezimizi; ama, altyapının oluşmasını bekliyordum. Bu yazı iki bölüm: İlk bölümde, bizim müze gezimizi anlatacağım. İkinci bölümde ise, Çınar'ın konservatör olan ve aynı zamanda müze eğitimi yüksek lisansı yapan halasıyla, müzeler ve çocuklar ile ilgili yaptığımız bir söyleşi ve onun Fransa'da yaptığı gözlemler sırasında çektiği kareler var.

(NOT: Bu kısım biraz uzun gelebilir size... ama ben Serap'ı keyifle dinledim; siz de umarım keyifle okursunuz...)

Minik Adamın Maceraları: Merhaba Serap'cım. Ben biliyorum seni; ama, bilmeyenler için kendini tanıtır mısın?
Serap Özdemir: Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Öğretim Görevlisiyim. Restoratör Konservatörüm. Ayrıca, tez aşamasında olmakla birlikte, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müze Eğitimi Ana Bilim Dalı'nda Yükseklisans yapıyorum.


MAM: Kaç yaşından itibaren çocuklarımızı müzeyle tanıştırabiliriz? Ya da tanıştırmalıyız?
SÖ: Aslında burada, müzelerin nasıl ortaya çıktığından bahsetmek gerekir öncelikle... 19. yüzyılın başında müzelerin kuruluş amaçlarından biri eğitmek ve bilgilendirmekti. İnsanların içinde yaşadıkları dünya hakkında bilgi edinme fırsatına sahip olmaları için doğal dünyadan ve geçmişten nesneler biriktiriliyordu. Müzeler, temel olarak uzun bir eğitim alma fırsatı olmamış insanların kendilerini eğitmek için yararlanabilecekleri eğitim kurumları olarak görülüyordu. Ayrıca müzelere toplumu birleştirme görevi verilmişti. Müzeler her sınıftan insanların aynı zeminde bir araya gelmeleri için ideal kurumlar haline geldi. 

Birinci dünya savaşı sırasında ise müzeler, çocuklara eğitim vermede ve sergiler yoluyla genel halka önemli fikirleri iletmede büyük rol oynadılar. Bebek bakımı ve diğer sağlık ve hijyen konularındaki sergiler, müzelerde yaşamlarını geliştirme kaygısı taşıyan insanlar tarafından hevesle ziyaret edildi. Öğretmenlerin askere çağrılması ve binalara el konulması nedeniyle okullar çalışmalarına ara verdikleri zaman müzeler yardıma koştu.


Bu nedenle diyebilirim ki, müzeler aslında büyük küçük her yaştan insan için uygun yerlerdir. Dış dünyayı algılamaya başladıkları andan itibaren çocuk, müzeyle tanıştırılabilir.


MAM: Müzede çocuklarımızın nasıl davranmasını beklemeliyiz? Ya da, müzeler bizim çocuklarımıza neler sunmalılar?
SÖ: Türkiye'de müzeciliğin yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişi var. Batı ülkelerine göre kısa sayılabilecek bir süre içinde müzecilikte epeyce mesafe kaydettiğimiz, yeni müzeler açtığımız, müzecilikte yeni anlayışlara ulaştığımız söylenebilir. Ancak uygulamada, nesneye yönelik müzecilikten, insana yönelik, eğitim ve iletişim ağırlıklı müzeciliğe yeterince geçtiğimiz pek söylenemez. 

Günümüzde bile müzeler eserlerin depolandığı, çok kasvetli ve sessiz ortamlar olarak düşünülmektedir. Oysa ki müzeler çocukların özgürce hareket ettiği, eğlendiği ve aynı zamanda öğrendiği mekanlar olmalıdır. Ayrıca unutulmaması gereken bir nokta da, müzelerin yaşam boyu eğitim veren kurumlar olduğudur. Yani müzeler, çocukların dış dünyayı algılamaya başladığı andan yetişkinliğe ardından olgunluk döneminde ziyaret edebilecekleri ve öğrenebilecekleri mekanlardır. Müzelerde resimden matematiğe, geometriden tarih, coğrafyaya aklınıza gelebilecek her konuda eğitim verilebilir. Müzeler bu konularda okullarla yapılacak ortak çalışmalarla bir eğitim ortamı olarak kullanılabilir.


Şüphesiz, bir yetişkinle bir çocuğun aynı biçimde bir müzeyi gezmesi beklenemez. Çocuklarla birlikte müze gezerken, bir kaç noktaya dikkat ederek, çok daha keyifli zaman geçirebilirsiniz:

1- Dikkat ve ilgi çeken nesneler üzerinde odaklanın, doğal olarak merakı kışkırtacak nesneleri seçin.
2- Çocuklara müzedeki her şeyi göstermek gerektiği duygusuna kapılmayın. Eğer her şeyi görmeye kalkışırsanız, müzeler büyüklüğüne bakılmaksızın çok yorucu olabilirler. Eğer evden uzaktaysanız ve her
şeyi tek bir ziyarette görmek zorunda hissediyorsanız, birkaç nesneyi derinliğine çalıştıktan sonra müzenin geri kalanı için hızlı bir tur atın.
3- Çocuk tek başına ya da başkalarıyla birlikte çalışabilir. Yalnız çalışmak son derece uygun olsa da başkalarıyla çalışmak bazen daha eğlencelidir.
4- Zaman ayırın, acele etmeyin. Sanatçı Georgia O'Keefe şöyle der: "Görmek zaman alır, tıpkı arkadaş sahibi olmanın zaman aldığı gibi"Durun ve bir nesneyi tam olarak keşfedin.
5- Önce etiket okumaktan kaçının. Bir şeyleri etiketlemek -nesnel bir bilgiyle bile olsa- onu tanımlamaya başlamaktır. Yaratıcılığı denemek amacıyla çocukların dikkatini bir nesne hakkında müzenin anlattığı değil onların ilgilendiği şeye yoğunlaştırın. Kendileri yaratıcı biçimde uğraştıktan sonra, etiketleri ve seçtikleri herhangi başka bilgiyi okumakta özgürdürler.
6- Çocukları zihinsel riskler almaya cesaretlendirin. Düşünceleri gülünç, delice ya da aptalca göründükleri için engellemeyin ya da başkalarının engellemesine izin vermeyin.
7- Nesneler hakkında ortak yargılarda bulunmaktan uzak durun."Çok iyi değil" gibi yargılar birlikte yapıldığında, bireysel düzeydeki açık zihinli görüşler genellikle sona erer. Olumlu yargılar bile bir şeylerin nasıl algılandığını tanımlayabilir ya da daraltabilir.



MAM: Avrupa'da yaşadığın şehirdeki müzelerde ilginç uygulamalarla karşılaştın mı?

SÖ: Fransa'nın Poitiers şehri arkeoloji müzesinde (Musée Saint Croix)  gözlem yapma fırsatım oldu. Burası küçük bir müze olmasına rağmen her ay düzenli olarak eğitim programları planlayan ve bunları gerçekleştiren bir müze. Sanırım fotoğraflar bu müzede çocukların ne kadar özgür ve mutlu olduğunu gösterecektir. 

Gerçekleştirilen eğitim programlarının birinde, çocuklar müzedeki müzik aletlerini keşfettiler. Daha sonrada müzenin ortasında oturup müzik aletlerini çalmayı denediler çocuklar. Ziyaretçiler de vardı ve herkes halinden

son derece memnundu. 



Başka bir eğitimde, müzedeki eserler arasında maskelerin olduğu eserler incelendi. Onların anlayacağı bir dille eserler anlatıldı. Sonra, dışarı çıkıp yapraklar ve bitkiler topladılar. Eğitim odasında kilden maskeler yaptılar ve bu yaprak ve çalı çırpıyı onları süslemede kullandılar. 


Bir diğer günde ise, müzenin çok önemli ünik bir eseri vardı: Dragon. Onu incelediler ve özel bir malzemeyle, eğitim odasında dragonlar yaptılar. Ve bu ürünleri evlerine götürdüler. 

Benim de gözlemci olarak katıldığım bu eğitim programları sırasında dikkatimi çeken en önemli nokta anne babaların çocuklarını müzeye getirip müze eğitmenine emanet ettikten sonra müzeden ayrılmaları oldu. Konuştuğum aileler, 2 saatlik bu sürede kendilerine zaman ayırdıklarını söyledi. Hem anne ve babalar hem de çocuklar çok mutlu ve yeniden görüşmek üzere müzeden ayrıldılar.

MAM: Serap'cim, bu güzel bilgiler ve fotoğraflar için sana çok teşekkür ediyorum! 
SÖ: Ben teşekkür ederim. Çocuk cıvıltılarının bol olduğu müzelerin çoğalması dileğiyle...


MTA Tabiat Tarihi Müzesi -Bölüm:1

Ne zamandır yazacağım müze gezimizi; ama, altyapının oluşmasını bekliyordum. Bu yazı iki bölüm: İlk bölümde, bizim müze gezimizi anlatacağım. İkinci bölümde ise, Çınar'ın konservatör olan ve aynı zamanda müze eğitimi yüksek lisansı yapan halasıyla, müzeler ve çocuklar ile ilgili yaptığımız bir söyleşi ve onun Fransa'da yaptığı gözlemler sırasında çektiği kareler var.

Şu çok ama çok kar yağan haftasonu, kar-kış-yağış demeyip çocukları "dinozorlara" götürdük... Evet, MTA Tabiat Tarihi Müzesi diye geçiyor müzenin adı, ama yaş ve ilgi alanı itibariyle, bizimkileri ilgilendiren kısmı "dinozorlar"dı!

Allosaurusu arkadaşlarıyla buluşturmaya götürüyoruz...


Tabiat Tarihi Müzesi geçen yıl içinde yenilenmiş. Dışını görünce zaten güzel bir yere geldiğimiz hissine kapılmıştım, yanılmamışım. Bizi son derece modern, şıkır şıkır, içerik olarak da oldukça doyurucu bir mekan karşıladı. Biz daha çok ilk iki katla (gezegenler, dünyanın oluşumundan günümüze geçen zamanı gösteren görseller, prehistorik çağlara ait maketlerin ve kemiklerin sergilendiği alan ve Türkiye'nin bitki örtüsü ve değişik bölgelerinde yaşayan canlı türleri) ilgilendik; ve gördüğümüz herşeyden çok memnun kaldık.

Çınar ve favori dinozorlarımızdan Diplodocus :)

Müzenin 2. katından genel bir görünüm

Dinozor kemikleri (Brachiasaurus, T-Rex kafası -gerçeğiyle bire bir aynı boyutta maketler), Allosaurus Maketi, asılı olan Türkiye'de çıkarılmış balina kemikleri, Fil kemikleri yine Türkiye'de bulunanlardan...

Tabii bu maketleri ve kemikleri görünce bizim minikleri yerinde tutmak mümkün olmadı. Hemen bir "dinozor geliyor kaçıııın" oyununun içine giriverdiler. Müze, tarihinin en hareketli gününü yaşamış olabilir! Müzenin çok güzel tasarlanmış yokuşlarında pat pat pat bir aşağı bir yukarı koşmaları, müzeyi resmen yaşıyor olmaları görülmeye değerdi. Ziyaretçiler ne düşünmüşlerdir... bilemem!


 Bütün ekibin tamamlanması ve bize yardımcı olacak paleontologun da gelmesiyle çocukları birazcık yerlerinde durdurmaya çalıştık. Paleontolog bize müzede gördüklerimizle ilgili bilgiler verdi; anne ve babalar olarak da bilmediğimiz pek çok şeyi yerinde görerek öğrendik. Çocukların "dinozorlar ne yer, bizi de yerler mii?" gibi sorularını yanıtladı. Biraz biraz "müzede nasıl davranmalı?" konusuna da girdi; ama, bence çocuğu olmayan biri için çok çok sabırlıydı (kendisine çok teşekkür ediyoruz...). Çünkü, çocukların pek yerlerinde durduklarını söyleyemem; daha doğrusu, o an hiç ilgilenmiyorlarmış gibi gelmişti bana. Ama sonradan fotoğraflara bakınca, işin aslının öyle olmadığını anladım.

Paleontolog abi ve meraklı minikler

Allosaurus maketi ve meraklı minikler

Bilgi panosunu inceleyen meraklı minikler

Akdeniz Bölgesi'nin karakteristik canlılarından Caretta Carettaları inceleyen meraklı minikler

Yukarıdaki fotoğraflar da yeterince anlatıyordur; ama, bizim "beklentilerimizin" aksine, epey de ilgilenmişler müzede gördükleriyle. Hem de bence sırf "bakarak" değil, gerçekten inceleyerek öğrenmeye çalışmışlar. Birbirleriyle konuşmuşlar, gördükleriyle kitaplardan dinlediklerini birleştirmişler... Koşarak, oyuna çevirerek müzeyi yaşamışlar! Daha ne yapsınlar?

Yine de, üst kat ziyaretçilerini daha fazla rahatsız etmemek adına, 1 saatlik bir geziden sonra alt kattaki gezegenleri incelemeye indik. Çocuklar bütün gezegenleri "ellediler". Dünyayı "fethettiler" :) Özel tartıya çıkıp dünyada ve diğer gezegenlerdeki ağırlıklarının birbirinden nasıl farklı olduğunu gördüler. Aslında buna, hepimiz birden şaşırdık!

Dünyayı sırtlayan adam :) 
(fikir Banu'dan devşirilmiştir!)

Yalnızca çocuklar için değil, bizim için de özel bir gezi oldu. Bir yandan, Türkiye'de böyle güzel müzeler açılmış ve açılıyor olmasına sevindik, bir yandan "bu müze ücretsiz, bir hediyelik eşya dükkanı bile yok, nasıl devam ettirecekler bu güzelliği" diye dertlendik. Ben de kendi adıma, çocuklarımız müzelerden nasıl daha iyi yararlanabilirler, müzede nasıl yaşayarak öğrenebilirler, bunu merak etmeye başladım... ve aklıma işin uzmanlarından birine, bana en yakın olana, Çınar'ın halasına sormak geldi. Ve Serapcicim, vaktini ayırıp, aklımdaki tüm soruları yanıtladı!

Yakında, bu blogda!..