17 Mayıs 2011 Salı

"Tulapet" Günlükleri

Çok Çok Uzun Bir Günceye Başlarken...

Bu günlükleri yazıp daha sonra yayınlayacağım... yani, siz bunları okuduğunuzda, umuyorum ki Çınar tuvalet işini kotarmış olacak. Henüz kotaramadıysa da, üzerinden 1 hafta kadar zaman geçmiş olacak diye tahmin ediyorum (ve başladık bir kere, allahtan ümit kesilmez diyorum).

Ve başlarken üç teşekkürüm var:

1- Oğlumun İlk Tuvalet Kitabı: Çınar'ın tuvalete çiş ve kaka yapma fikrini sevmesine neden olan kitaptır. Oradaki "renkli renkli külotlar, bu bezlerin heepsini çöpe atın, büyüdüm ben artık, bez bağlamak istemiyorum" cümleleri Çınar'ın o kadar çok ilgisini çekti, bilinçaltına o kadar işledi ki, başlarken bizim için harika bir motivasyon oldu!

2- Nurturia Anneleri, Güneş&Elif&Ayşegül&Evren ve Kuzenim Ersel: Tüm nurturia annelerinin tuvalet deneyimlerini dikkatel okumuş, dinlemiş, ilgilenmiştim... dolayısıyla, başımıza gelebilecek pek çok şeye hazırlıklı olmayı, en önemlisi de, çocuktan sinyal almadan başlamamak gerektiğini onlardan öğrendim. 

Güneş, Çınar'ın ilk doğumgününde bize arabalı bir atlet-külot takımı hediye ederek Çınar'a müthiş bir motivasyon olacağının farkında mıydı acaba? Çınar sırf o takımı giyebilmek adına bile bezi bırakmak istemiş olabilir :)

Evren, sanırım Tan bu kadar kolay halletmese bu işi ve sen beni bu kadar rahatlatmasan hala şu an popomuzde bezimiz olabilirdi. Çınar'ın kankasının bez bırakma hikayesi bize çok destek oldu, çok mitve etti Çınar'ı. Tan'ın bezi bıraktığını, çişini kakasını tuvalete yaptığını öğrenmek hem hoşuna gitti, hem de sanırım kendisinin de yapabileceğini düşünmesine neden oldu :)

Elif&Ayşegül (ve Yaso&Neşe&Özge), siz bana hep desteksiniz. Hep moralsiniz. Hep yol göstericisiniz. Hep içimi rahatlatansınız, Çınar'ın gerçekten teyzelerisiniz! Bu tuvalet işine balıklama daldığımda, alınacak ve yapılacak şeyler konusunda üşenmeden, ayrıntılı olarak bir sürü şey yazdınız, anlattınız. Hatta Elif telefonda "çişler" şarkısını da söyleyecekti ya muhabbete fazla dalmışız, unuttu, borcu olsun :)

Ersel'cim, Balca'ya o kadar güzel bakıyorsunuz ki, sizin önceki deneyimleriniz bize hep yol gösteriyor. Bu tuvalet macerasında, Balca'nın öğrenme aşamaları hep aklımdaydı! Özellikle, gece tecrübeleri konusu çook yardımcı oldu!

3- Binbir Çiçek Yuva: Bu yuva konusunda gerçekten Allah yüzümüze gülmüş diyorum, başka bir şey diyemiyorum. Daha ben evde bir kere bile Çınar'ın tuvalete çiş yaptığını görmeden Ms. Alev "siz açın bezini getirin, biz burada ona yardımcı oluruz, yarım saatte bir sorarız, bence hazır zaten" demesi, Hilal Hanım'ın benimle bıkmadan usanmadan çiş muhabbeti yapabilmesi, telkinleri ve tavsiyeleri sayesinde bugüne geldik. İlk gün okulun koridorlarını çişler yıkamış olmamıza rağmen hiç moral bozmadan her çocuğun farklı şekilde tuvalete alışacağını söylemeleri, benim gibi demoralize olmaya dünden razı bir anneye bile moral verdi. Çınar ilk kez çişini söyledikten sonra kazasız olarak tuvalete çiş yapmayı başardığında Ms. Alev ve Mrs. Hilal'e mesaj attığımda her ikisinin de geri dönmüş olmaları zaten büyük incelik, bizim için büyük şans! Sizleri seviyoruz!!

Hepinize çoook teşekkürler!!!

İlk gün: 10 Mayıs 2011, Salı

Bir gün önce Çınar uyandığında, ben bezini değiştiriken "anne büyüdüm artık ben, bez bağlamak istemiyorum" dedi. "Ananem Çinay'a lenkli lenkli külotlar aaltın" diye de ekledi. İşte, beklediğim gün geldi, diye düşündüm. Gidip tuvalete çişimizi yapmayı denedik, bir heves oturdu. Ama tabii gece boşalan mesane dolayısıyla pek bir sonuç alamadık. O gün Alev Hanım'la konuştum. O da "bunu söylediyse hazırdır, isterseniz yarın bezsiz getirin, biz yarım saatte bir sorarız, burada daha kolay olur zaten" dedi.

Salı sabahı zaten Çınar bezini bağlatmayı reddetti, aldı çekmeceye geri attı! Güneş'in aldığı arabalı külot atlet takımını giymek istedi. Giydirdim. Kahvaltıyı bezsiz yaptık. Ama okula giderken, yolumuz uzun olduğu için bağlamam gerektiğini, ama bunun son olduğunu söyledim. Tamam, dedi. Okulda bezini açtılar ve macera başladı!

İlk gün raporu: Harcanan 6-7 külot+eşofman altına karşılık yarım gol (çişin yarısı yere yarısı tuvalete). Akşam de evde durum farklı değildi. Hal böyle olunca, Ersel'den aldığımız tavsiye ile, gece o uyuduktan sonra bezini bağladık. Sabah da kalkınca "aaaa, kim bağlamış bu bezi, bilmiyor mu canım Çınar'ın artık tuvalete çiş yaptığını, cık cık cık" diyerek açtık... 

11 Mayıs 2011, Çarşamba

Okula bezsiz gitti. Tam evden çıkmadan yine bir kaza olduğu için rahattım; ama yine de, araba koltuğuna naylon, üstüne de havlu serdim. Tahmin ettiğim gibi, bir kaza olmadı. Zaten ilk günden anladığım kadarıyla, Çınar çok sık çiş yapan bir çocuk değil. 1,5 saatte bir ya da 2 saatte bir gibi bir döngüsü var. 

Hilal Hanım'la konuştum, hem geceyi anlattım; hem de "tuvalette sanki dalga geçiyor gibi, ne yapmak lazım?" dedim. Dedi ki 
"Mesane boşaldıktan sonra tuvalete oturtmanın bir yararı yok. Ama sizin algıladığınız sıklığa göre, mesela saatte bir tuvalete götürün ve çiş yapmasa da orada zaman geçirmesini sağlayın. İsterseniz yalnızca tuvalette duracak bir araba garajı yapıp, oraya arabalarını ve sevdiği bir kaç kitabı koyabilirsiniz. Onlarla vakit geçirmesine fırsat verin. Bu sırada kaslarının farkına varacak, onları kasıp gevşetebileceğini fark edecek. Biraz tuvalette vakit geçirsin. Zorlamayın am ateşvik edin. Ve unutmayın ki her çocuğun alışma süreci farklıdır. Bzıları hiç kazasız alışırken, bazı çocuklar yavru köpekler gibi 15 gün boyunca evin her tarafına çiş yaptıktan sonra alışırlar. Ama Çınar çok istekli, talep kendisinden geldi ve artık 2,5 yaşında; dolayısıyla, geri adım atmıyoruz. İsterseniz halıları falan da kaldırın, ya da 15-20 gün sonra toplayıp temizletin."

Her zamanki gibi son derece rahatlamış olarak ayrıldım o gün okuldan. 

İkinci gün okulda daha iyiymiş; yine öğretmenler onu tuvalete götürdüğünde yapmamış. Ama bugün "çişim geldi" diyebilmiş doğru zamanlarda. Her seferinde birazcık kaçırmış ama kalanını tuvalete yapmış. 

Eve geldiğinde de bir kez kaza oldu. Çişim geldi, dedi ama tuvalete yetişemedik. 1 saat sonra ben tuvalete oturttum, birlikte kitap okuduk ama çiş yapmadı. 1 saat sonra bir daha oturduk, bu sefer Minik Balık bitti, yine çiş gelmedi... bunun üzerinden 10-15 dk geçmişti ki "çişim mi var?" dedi, koştuk tuvalete ve kazasız ilk golümüzü attık!!! Ama evde bir sevinç, bir neşe! Anneannesi hemen Çınar'a kırmızı kartondan bir yıldız yaptıi onu taktık! Kendisi çişi yaptığına o kadar sevindi ki yıldız falan da çok umrunda değildi zaten, ama yine de, başlarda motivasyon olsun dedik. Ben hemen Ms. Alev ve Mrs. Hilal'e müjde mesajı attım; canımız öğretmenlerimiz de hemen geri döndüler :) Gece yine uyuduktan sonra bezini bağladık, sabah aynı şekilde açtık...

İkinci gün raporu: Harcanan 7 külot+4 eşofman altına karşılık yarım goller ve akşam tam bir gol! Üstüne, "çişinin geldiğini anlayan ve söyleyebilen" bir Çınar Yaşasın!!!

12 Mayıs 2011, Perşembe

Sabah kahvaltıdan önce oyun oynarken baktım birden kalktı, bibyayı tuttu... "Çiş mi var?" dedim, "evet" dedi, koştuk tuvalete! Kazasız ikinci gol, ikinci yıldız!!! İki yıldızını birden taktı, dayısına göstermeye gitti! Kahvaltıdan sonra da tuvalete oturduk ama yapmadı, araba koltuğunda tedbirimiz olduğu ve kısa yol gideceğimiz için önemsemedim.

Okulda bir süre kaldım ben, o arada Hilal Hanım'la kaka konusunu konuştuk... Çınar, beze bile zor kaka yapıyor. Bazen gün aşırı, bazı zamanlarda 4-5 günde bir. Çok berbat bir bağırsak düzeni var. Gayet güzel sebze-meyve yiyen, makul miktarlarda su içen bir çocuğun nasıl oluyor da bağırsakları bu şekilde çalışıyor, anlayamıyorum. Ve korkuyordum, beze bile zor yaparken tuvalete yapmayı nasıl kabullenecek. Muhteşem Hilal Hanım yine şu sözlerle beni rahatlattı:

"Beze yaparken bile zorlanıyorsa, kakasını yapmaya başladığında, hiç müdahale etmeyin. Tuvalete yapmak isterse, hani sizi oraya yönlendirirse, sorun; yardımcı olun.Ama ondan bir teklif gelmeden "tuvalete gidelim mi?" demeyin, muhtemelen reddedecektir. Bırakın, küloduna yapsın. Sonra o kakayı birlikte tuvalete dökün, sifonu çekip kakalara el sallayın (çişlere 'baybaaaay' diyoruz zaten). Muhtemelen rahatsız olacağı için bu durumdan, bir kaç sefer sonra tuvalete yapmayı kendi teklif edecektir. Bir de, aslında tuvalete kaka yapma pozisyonunun aslında daha rahat olduğunu anladığında, sorun kendiliğinde çözülebilir."
Ve nitekim Çınar bu konuşmanın gecesinde kakasını yaptı: ama küloduna! Hiç müdahale etmedim. Bir ara, çişi de geldiği için tuvalete gitmek istedi, ama oturmadı. Çok komikti hali; bir yandan kaka yapıyor, bir yandan çişi de kaçırmasın diye "çiş yok, çiş yok; okulda yaptık bittiii, evde de yaptık bittiii" diyor. Haliyle kaçırınca, çok üzüldü. Neyse, teselli ettik, kakaları tuvalete birlikte döktük, "bay baaay kakalaaaaa" dedik...

Bu arada, doktor önerisiyle, barsak hareketlerini düzenlemek için Duphalac kullanmaya başladık.

Ve günün asıl haberi, Çınar okula gittiği eşofman altıyla geri döndü! Ve evde de çişini yatana kadar söyledi...

Üçüncü gün raporu: Gittiği eşofman altıyla geri döndü; SIFIR KAZA! Ama kaka raporumuz henüz iç açıcı değil; küloda yapılan 1 adet kaka :)

13 Mayıs 2011, Cuma

Malum, gece o uyuduktan sonra bezini bağlıyoruz; sabah da açıyoruz. Sabah anneaneyle tuvalete girmişler, annemi beklerken birden "anane çiş, anane çiş" demeye başlamış ve fakat annem hemen kalkamadığı için bezine yapmış ve üzülmüş. Yani, bezin olduğunun farkında değil; ya da farkındaysa bile, oraya yapmak istemiyor! Yaşasın :)

Bugün okula hiç yedek götürmedik. Hayır, ukalalığımızdan değil tabii ki; okuldaki stok fazlası durumundan :)

Dördüncü gün raporu: sıfır kaza :) İyice ümitleniyoruz!

14 Mayıs 2011, Cumartesi

Bu sabaha bezi "kupkuru" uyanmış Çınar ve akıllanan anneannesi önce onu tuvalete oturtmuş. Bir gece boyunca biriktirdiklerini bir güzel yapmış arkadaş tuvalete.

Biz bu işi babaya sürpriz hazırladığımız için, Çınar'a da hep "babaya sürpriz olacak, elini popona bir atacak, aaaa bez yoook , diye şaşıracak" deyip duruyordum. Cumartesi sabah babası seyahatten gelince koşup kucağına atladı ve benim daha ağzımı açmama fırsat vermeden
"Baba popomu elle baba, baba baaak! Ben beclelelimi çöpe attım, büyüdüm aatık ben, ben de tülot diyiyorlum. Çişimi kakamı tulapete yapıyolum!! Adii, şaşııl baba, adii şaşııl!"
deyiverdi ve hepimizi gülmekten yerlere serdi! Ve babasına da gerçek bir sürpriz oldu!

Bugün, bezi bıraktıktan sonra ilk kez gezmeye gittik, Oya Yenge'mlere. Klozet adaptörümüzle birlikte. Orada 4 kez çiş yaptı. "Yabancı yerde de yapabilecek mi?" maddesine bir "tik" atmış oldum :)

Beşinci gün raporu: Gece hiç çiş yok; gündüz, sıfır kaza :)

15 Mayıs 2011, Pazar

Bugün de kuru bir güne uyandık; sabah kalkınca çişini tuvalete yaptı Çınar. Sanırım, kendisinin karar vermesi önemli bir noktaymış. Hevesli, istekli, mutlu.

Kaka konusunda yine başarılı olamadık. Ona "kakanı tuvalete yaptığın zaman, sana minik bir hediyem olacak, ama çok minik" dedim. "Polis kaamonu mu yoksa? ama o doomdünümdeee" dedi :)) Aslında minik bir itfaiye arabası. Ve bilmiyorum, yaptığım doğru mu yanlış mı ama, sanki ufak bir teşviğe ihtiyacı var gibi...

Ve bugünün olayı, çişini ilk defa kavanoza yapmasıydı. Anneanneyle Lozan Park'ta oynarlarken çişi gelmiş, önce kavanoza yapmak istememiş. Ama altına yapıp üst baş değiştirmek için eve gitmeyi de göze alamayınca, yapmış kavanoza. Hem de 2 kez :) Yani, ev dışı gezmelere de açılabiliriz artık!!!

Altıncı gün raporu: Sabah kuru kalktı. Gündüz çiş, sıfır kaza. Kaka, henüz değişen bir şey yok.

16 Mayıs 2011, Pazartesi

Yine yataktan kalktı, gece boyunca tuttuğu çişini tuvalete yaptı. Aslında, İstanbul'a gitmeyecek olsak gece de bağlamayacağım artık ama, İstanbul gecelerinden biraz korkuyorum. Daha 10 aylıkken teyzemin yatağına işemişliği var; ama adam oldu artık; ikinci kez sulamayalım :)

Akşam kaka yapmaya da çalıştı, tabii ki tuvalete değil; ama, küloduna kaka yaparken çişini tutamayacağını anlayınca vaz geçti. Barsak sorunumuzu çözmesi için Duphalac dozunu bir miktar arttırdım. Acele etmiyoruz, ettirmiyoruz. Nasıl olsa, bu iş de hallolacak...

Yedinci gün raporu: Sabah kuru kalktı; sıfır kaza :)

17 Mayıs 2011, Salı

Bugün, bezini atalı tam bir hafta oldu. Sabah yine kuruydu bezi, bayılıyorum bu kalkar kalkmaz "tulapete" gitme, "bibiya" görme işine :) Geçen hafta bugün giydiği arabalı atlet-külot takımı giydirdim. İlk gün üstünde çok kalmamıştı; bakalım, umarım bugün onunla geri gelir :)

Bitirirken

1 haftayı geride bıraktık. Umut verici bir haftaydı. Bezi attık diyebiliyorum; ama daha halletmemiz gereken bir kaka, bir de gece meselesi var. Yavaş yavaş onları da çözeceğiz. Aşamalar tamamlandıkça, yazmaya devam edeceğim.

Buraya kadar okuyabildiyseniz, sabrınıza hayran kaldım diyorum; ve yeni çiş-kaka maceralarında görüşmek üzere esenlikler diliyorum :)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Mutluluk

Çınar için mutluluk, Kuğulu Park'ta onunla böyle çimlerde yuvarlanıp oynayabilecek bir "arkadaş" bulmak;

Annesi için de, onları böyle sarmaş dolaş izleyebilmek ve fotoğraflayabilmektir!

Gipsy Kings

Aslında bana kalırsa "Pırtık Tekir'in Hüsnü"sü :)

Dün, anneler gününü Çınarlar gününe çevirerek, Ankara'da nefes alabildiğimiz bir kaç yerden biri olan Kuğulu Park'a gittik. Salıncak, kaydırak, Mado'da pasta üçlemesinden sonra, annemle "anneler günü etkinliği (a.k.a alışveriş)" yapmak için Çınar'ı, babasını ve dedesini Kuğulu Park'ta bıraktık...

Döndüğümüzde babam, kocamı ve oğlumu arıyordu. "Buradalardı, kayboldular ortadan" dedi. Telefon açmaya üşendiğim için (nefes almaya nasıl üşenmiyorum hayret!) çevreye bakınmaya başladım ve parkın ortasında, göletin dibinde müzik yapan bir grup genç gördüm. Dedim ki "orada müzisyenler var, kesin yanındadırlar". Babam ısrarla yok derken, ben bizim minik adamın, çalgıcının gitarına sarkan dolma parmaklarını görmüştüm bile!

Çocuğun dizindeki ele dikkat... samimiyeti kurmuş arkadaş, gitarı alacak, kararlı!

Öğrenecek galiba...

Çınar bu sana, bütün sokak müzisyenlerinin dostu! Özellikle Tunalı'da çok var sokak müzisyenleri ve biz hepsini tanıyoruz sanırım! Çünkü her gezimizde, her birinin önünde durup en az bir 5 dakika dinliyor. Bilemediği bir aletse "anne ne çalıyo bu şimdi?" diye soruyor, "benim bildiğim bir aletse" adını söylüyorum :) Bu müzik ya da enstrüman çalma tutkusu okulla birlikte başladı (yeniden teşekkürler Binbir Çiçek ve Serkan Kırmızı). Perküsyonla başlayan müzik aşkı her türlü enstrümanla devam ediyor. Gerçekten, her müzik aletine karşı ilgisi var, çalmaya yeltenmediği zamanlarda da dikkate çalan kişiyi izliyor. Anne, baba ve geniş aile olarak mest oluyoruz. Şimdi bu ilgisinin devam etmesini ve doğru biçimde destekleyebilmeyi umuyorum...

Neyse efendim; dün o şenlikli ekibi görünce minik adamımız, anında girmiş aralarına. Bu gitarist çocuk da ilgi gösterince (ya da göstermek zorunda kalınca, babası o kısma açıklık getiremedi), iyice yanaşmış yanına...

Ben gittiğimde epey samimiyet kurmuşlardı, hatta müzisyenler "çok ilgili yalnız; eğilin bu konuya, siz ona da bir gitar alın" derlerken o kendine bir gitar buldu bile! Tam anlayamadım ama sanırım Hawaii gitarı diyorlar (bu anneyle müzik eğitimi nereye kadar?), tam Çınar'ın boyutuna uygun bir şey. Başka bir müzisyen çocuk çalarken "o benimdiii, o benim ditalımdııııı" diye sarktı ve çocuğu bezdirerek gitarı eline geçirmeyi başardı!

Sonrası...

Gipsy Kings, ya da işte karşınızda sokak çalgıcısı, Pırtık Tekir'in Hüsnü'sü Çınar!!!

Rock star

Çocuklar, şimdi hep birlikte "Help me with my garden"ı çalıyoruz!

Yoruldum, oturayım azıcık ben de...

Çınar Çelik Rock Band

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Minik Bir El İzi...

Bu akşam, defterine göz atmak için Çınar'ın çantasını açtığımda bana bir kart çıktı içinden: oğlumun bana hazırladığı ilk anneler günü kartı!

Herhalde, uzun zamandır hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırıp duygulandırmamıştı... Minik bir el izi. Bu onun yaptığı (ve tabii ki yapabileceği) kısım. Ve bir not:


Okudukça boğazım düğümlendi, gözlerim doldu (tamam, ve taştı).

Evet, şimdi evin her penceresinde ve eşyasında sürekli görmeye alıştığımız minik, pasaklı el izleri var... ve gerçekten o kadar hızlı büyüyor ki bu eller, bir süre sonra bu izleri görüyor olmayacağız. Ve evet, geçmiş geçmişte kalıyor, zamanı geri alamıyoruz. Ama böyle ufak hatıralar, bize yavrularımızın bir zamanlar ne kadar da minik olduklarını, o minik ellerle yüzümüze her dokunduklarında içimizin nasıl titrediğini, kalbimizin nasıl mutlulukla çarptığını hatırlatacak.

Ve muhtemelen beni hem güldürecek, hem de şimdi olduğu gibi duygulandıracak (evet, muhtemelen yine gözlerimde bir iki damla yaş da olacak).

Ben, zamanı hızlı yaşayanlardanım. Daha bugün arkadaşlarıma dert yanıyordum; hep acelem var, hep! Çorbamı içerken bile sıkılabiliyorum; her iş çabucak bitsin, gideceğim yere çabucak ulaşayım, yaşayacağım şeyi çabucak yaşayayım istiyorum. Bir türlü şu hayatın dingin yanına odaklanamıyorum; o tada varamıyorum...

Bu kart, biraz kendime getirdi sanki beni. Zaman, ben istemesem de akacak; herşey aslında hiç düşünmediğim bir hızda gelip geçecek. Bu minik eller ben fark etmeden kocaman olacak, benim ellerimi kavrayacak...

O zaman niye acele ediyorum, tadına varsam ya! O minik elleri doya doya öpsem, koklasam ya... geçirdiğim her anı sindirerek yaşasam ya...

Oğlum, minik adamım, Çınar'ım; iyi ki anne yapmışsın beni! Sen olmasan, eksik kalırmışım...

Öperim o minik ellerinden; bunları okuyacağın zaman pek minik kalmayacak olsalar da :)

5 Mayıs 2011 Perşembe

Abant: Geri Dönmek İstemediğimiz Yer...

Geçen seneki gibi, bu sene de 23 Nisan'ı oğlumuz gerçekten bayram olarak geçirsin istedik. Sağolsun, annemin liseden arkadaşı Esin Teyze'miz bizi Abant'taki evine davet etti de bu isteğimizi tam anlamıyla gerçekleştirebildik!

Benim çocukluğumdan beri bayıldığım bir evdir zaten; Çınar'ın da o kocaman bahçede özgürce koşup oynayabilecek olması beni gerçekten heyecanlandırmıştı. Hava muhalafet etmeseydi, herhalde içeri girmeyecekti(k); ama zaten daha Abant'a ayak bastığımız anda kendini bahçeye attı minik adamım.


Zaten şu yukarıdaki fotoğraftaki sevinci ve neşeyi gördükten sonra hangi anne-baba çocuğunu içeri sokmak isteyebilir ki? :) Ben de istemedim zaten... Birlikte deli gibi bahçede koşup oynadık, kendimizi yerlere attık ve ıslanmadık bir yerimiz kalmayıncaya kadar dışarıda zaman geçirdik. Evet, çocuk bayramımız başlamıştı!

Tabii bu kadar koşturmaca ve alınan oksijen sonunda minik adam ilk gün yemeğini yer yemez sızdı ve 2,5 saat uyanmadı...



Bilen bilir; anneyse çok daha iyi anlar... 2,5 saat bir çocuğun uyuması demek, kendinize ayıracağınız muazzam uzunlukta bir zaman demektir :) Ben, sürenin bu kadar uzun olacağını tahmin etmemekle birlikte, anın keyfini çıkarmaya baktım. Esin Teyze'nin şahane zevkiyle döşenmiş evini gezdim, fotoğraflar çektim, "bir gün bir koleksiyoner olma" istediğim depreşti... sonra şömine başında oturduk, ev yapımı vişne likörü (vodnişka diyorlar sanırım) içtik... Sohbet ettik, Esin Teyze'nin gizli hazinelerine baktık: Lise yıllarında doldurduğu anket defterlerini karıştırdık annemle. 43 yıl önce liseli bir genç kızın sorduğu sorular ve en yakın arkadaşının o sorulara verdiği yanıtlar!! Bir kız çocuk için değerli bir hazinedir! Annemin 16 yaşından bu yana hiç değişmemiş olması beni dehşete düşürmedi değil. Bir yandan da hüzünlendim; sanki 16 yaşında bir genç kızın o kadar gerçekçi olmaması gerekirmiş gibi geldi... Ama hayat herkese bana davrandığı kadar cömert davranmıyor tabii. Bu kısım da Çınar'ın anneannesiyle ilgisi bir anı olarak kalsın burada....



Benimle ilgili de bir not: ilginçtir; her ne kadar Çınar uzun süre uyuduğunda kendime çok vakit ayırabildiğim için mutlu olsam da, bir yandan da tuhaf bir şekilde özlüyorum kendisini. Bu yüzden, bu şahane 2,5 saatin dolmasına yakın, tam "acaba uyandırsam mı artık?" diye düşünürken yavru kuş kendiliğinden "şarkılar söyleyerek" uyandı.

Ve çekirdek aile olarak kendimizi göle attık!

Aslında çok gazlı gitmiştik göle; hani "pırıl pırıl bir ilkbahar günü" değildi; ama, uyumadan önce Gölde kitabımızı okumuştuk. "Jöleye benzeyen bir sürü baloncuk" görmeye hazırdık! Ama bizi gri, puslu bir göl karşıladı. Dolayısıyla, Çınar'ın "döleye benceyen balonduklaaaaaaaaa, yeeedesiniiiiiiz?" diye seslenmeleri pek bir sonuç vermedi... Yine de, su kenarında bulunmuş olmanın neşesiyle dolandık, göle taş attık, çiçeklere baktık ve Çınar ata bindi! 10 m ancak gitti at üstünde ama olsun, hem heyecanlandı hem de sevdi!




Ben de kendimi doğa fotoğraflarına verdim... çok seviyorum fotoğraf çekmeyi. Ve artık böyle çoook şahane fotoğraflar çekebileyim istiyorum. Bunun için yapmam gerekenler: 1- Fotoğrafçılık kursuna gitmek, 2- Profesyonel bir fotoğraf makinesi almak. İlki için imkanım var; resmen üşengeçlikten (ve her haftasonu bir yerlere gitme mevsimimiz açıldığından) kursa yazıl(a)mıyorum! İkincisi için, bu şirketten ayrılıp doğru düzgün maaş alabileceğim bir yerde çalışmaya başlamam lazım. Umarım bu sene içinde bu iki hedefime birden ulaşıp aşağıdaki güzellikleri hakkıyla fotoğraflamayı başarabilirim...

Çuha çiçekleri

Vahşi menekşeler, Abant Gölü'nden bir görünüm, çuha çiçekleri ve nergisler...

Minik adama dönersek... Çocuklara isim koyarken dikkat etmek lazım; mesela, bizim minik adam (daha önce de yazmıştım) kendini gerçekten ağaç sanıyor olabilir. Bıraksam dışarıda, çimlerin üstünde mışıl mışıl uyuyacak gibi geliyor bazen. Çoğu zaman, çimenlik bir alan gördüğünde, yüzükoyun yere yatıp çimenleri kokluyor (ya da hangi bitki örtüsü varsa artık...). Bizden görmüş olamaz, öyle pek "doğa aşığı" ebeveynler değiliz; gerçekten içinden geliyor demek ki! Nitekim, 1 saatlik göl gezisinden eve dönünce de kendini yine çayıra çimene salmak istedi yavrumuz. Ama, geçen haftasonu geçirdiği kulak enfeksiyonu ve hala antibıdıbıdı alıyor olması nedeniyle paketleyip içeri soktuk. Aslında, bir kozumuz vardı: dedesinin yaş günü ve kestaneli pasta gibi :) Doğa kadar dayanamadığı bir diğer şey de "yaşgünleri ve pastalar"... Kriz anlarında bu tür kozları kullanmak iyidir!

İyi ki doğdun babacım!!! Birlikte nice güzel, sağlıklı, torununla bol bol koşturacağın yaşlara!!!

Buraya kadar, sanki bir hafta geçmiş gibi değil mi? Hayır, yalnızca bir gündü, dolu dolu bir gün! O akşam hepimiz oksijen ve temiz hava sarhoşu, mis gibi uyuduk ve aynen Esin Teyze'nin dediği gibi zıpkın gibi uyandık! Eve dönüş gününü güzel değerlendirmek için yine bahçede vakit geçirdik yavruyla, evin köpeği Yaman'a baktık...

"Yaman'dıııım, yaapiyosun sen Yaman'dıım? Bak, buuda kotabiliiitin amaa, buudan çıkmak yok, tamam mı Yaman'dım?"

Sonra, başka bir tatlı ailenin evine konuk olmak üzere yola çıktık; babası ve Çınar yolun bahçe içindeki kısmını ATV ile aldılar! Yani, yavrunun binmediği arazi aracı kalmadı sanırım!


ATV de tamam, sırada ne var acaba?

Ve Ayşe Teyzeler'in evine geldiğimizde Çınar'ın bayıldığı bir şeyle karşılaştık: kediler! Allahtan insana alışıklardı; yoksa, Çınar'ın ilgisinden epey bunalabilirlerdi. Bizim minik adam kedileri sevdi, inceledi, "aaauuuwwww" yaptı, onlar gibi cam içinde oturdu, saklandıkları yerleri buldu... Bu hayvan sevgisine bayılıyorum aslında! Hiç ellemiyorum, zarar vermediği sürece (ya da zarar görmediği sürece); bırakıyorum doya doya sevsin, onlardaki sevgiyi hissetsin! Kendini korumayı da biliyor (ya da öğrendi bu sayede). Yani, kendi deyimiyle "aggın" olduğunu hissediyorsa bir hayvanın, ona daha temnkinli yaklaşıyor. Sevilme taraftarı olanların da peşinden ayrılmıyor...

"Aaaauuuwwww... Tedii, ücülmene gerek yok tedi, Çinaay sana sariliyo..."


Kedilerden zor ayırdık görebileceğiniz gibi... Ama işte, her güzel şeyin bir sonu var. Yine de, başlıkta da dediğim gibi, eve dönerken ayaklarım geri geri gitti. Hiç ayrılmak istemedim Abant'tan, Esin Teyzeler'in evinden, bahçeden, Yaman'dan, gölden ve kedilerden...

Bitirirken, bir teşekkürüm var:

Bize bu güzel haftasonunu, nefis kahvaltıları, lezzetli yemekleri, muhteşem çilek, erik ve mandalina reçellerini, insanın gözünü ve ruhunu okşayan evini, gönlünü açan bahçesini, sıcacık sohbetini sunan, annemin "bir kaç on yıllık" arkadaşı Esin Teyze'm... Herşey için çok ama çok teşekkürler! 23 Nisan gezilerini gelenekselleştirme projesini hayata geçireceğim, söz! Ama gelecek seneden önce, yaz başında çilek toplamaya geleceğiz, bilesin :)


2 Mayıs 2011 Pazartesi

Ve Perde Açıl... sın mı?

Damla, kreşlerdeki yıl sonu gösterileriyle ilgili bir kaç soru sormuş; bizden de yanıtlamamızı rica etmiş...

Aslında, bu konu Çınar okula başlamadan önce hiç aklıma gelmeyen bir konuydu. Yalnızca ilk gezdiğimiz yuvada çocukların 23 Nisan gösterisine hazırlandıklarını görmüş, ve öğretmenin tavrından pek hoşlanmamıştım. Ama üstüne çok da düşünmemiştim...

Yuvaya başladıktan sonra aslında daha bir netlik kazandı bende yıl sonu gösterileri konusu. Geçenlerde Iraz'ın seminerinde de konuşulduktan sonra iyi ki, dedim, yıl sonu gösterisi yapılan bir okulda değil Çınar. Çünkü, Çınar'ın okula başlama sürecinden bu zamana kadar geçen sürede, çocuk eğitiminde görmekten gerçekten hoşlanmadığım şeyler bende iyice netleşti:

- Zorla bir şey yaptırma/öğretme
- Yarışma/rekabet ortamı yaratma
- Onaylanma ihtiyacı yaratma
- Ödül verme (onayla bağlantılı)

Bunlar bazıları ve yıl sonu gösterilerinde bana bunların hepsi oluyormuş gibi geliyor... Başrol oynamayan ya da önemli bir rolü olmayan çocuğun hayal kırıklığı, "söylemesi gereken şeyi ezberlemesi" zorunluluğu, gösteri sonunda "alkış"... Okul öncesi dönemde çocukları bu kadar zorlamaya gerek var mı, bilemiyorum. Bence okul öncesi dönemde bir çocuğun ihtiyacı "onaylanmak, alkışlanmak, ezberlemek" değil; kendi kendine yetebildiğini görmek, sonucu değil süreci yaşayarak bir şeyi başardığını hissetmek, ve sevilmek! Çok sevilmek!

Bu gösterilerde, çocuğunu izlerken veliler memnun oluyordur, "ne güzel etkinlik yapıyor okulumuz" diye düşünüyordur; okul açısından artı puan. Çocuklarla eğlenceli ve çok daha yararlı geçirilebilecek zamanlar hazırlık telaşıyla geçiyordur; okul açısından eksi puan. Bilmiyorum, ben onca hazırlık yerine bahçede çocukları 1 saat daha fazla oynatmalarını tercih edebilirim mesela :)

Bizim okulumuzda yıl sonu gösterileri yapılmıyor. Bunu Hilal Hanım'la çok fazla konuşmadık; ama, nedenlerin üç aşağı beş yukarı benim düşüncelerime paralel olduğunu hissedebiliyorum. Dolayısıyla; Damla'nın her sorusuna bir yanıtım yok.

Spontan yapılan gösteriler bana her zaman çok daha keyifli geliyor; mesela, Davulumdan Masallar'ı izlerken Serkan Bey'in "kim benimle blokları çalmak ister?" sorusu üzerine birlikte Çınar'ın sahneye fırlayıp öğretmeniyle bilrikte ritim bloklarını çalması gibi... ya da, Tiyatro Tempo'da oyunu izlerken oyuncuların çocukları birden interaktif olarak sahneye çıkarıp "dolaşan karıncalar rolünde" oyuna katmaları gibi :) Sosyalleşme, topluluk önüne çıkma, güven kazanmaya yardımcı mı, yardımcı? Stres yaratıyor mu, yaratmıyor. Çünkü istemezse, yapmak sorunda değil.


Serkan Bey ve Çınar düeti :)

Tiyatro Tempo'da minik karıncalar :)

Yani bence, perde her yıl sonunda açılmak zorunda değil. En azından, okul öncesi dönemde... Sonrası için, zamanı gelince yine konuşuruz :)