28 Haziran 2011 Salı

Çocuk Yaptım da Kariyer Yapamadım...

Bundan 7 sene önce, "çocuk da yaparııım, kariyer deeeee" diye çığırttığım zamanları hatırlıyorum bu aralar. Ne kadar nafimişim. Henüz evli bile değildim, evlilik hazırlıkları yapan 25 yaşında bir genç kızdım (evet, genç kız sayılırım bence o yaşta da :P). Dünyayı sırtımda taşıyabileceğime, yine de dimdik durabileceğime inanıyordum.

Doktora tezimi jüriye sunduğumda 5,5 aylık hamileydim. Ona rağmen kendini gösteren bir göbeğim vardı. Oğlumla birlikte ilk sınavımızdı. Alnımızın akıyla çıkmıştık. Sonra o karnımdayken bir makale bile yazdık, yayımlattık. Kariyer işi böyle tam gaz gider sanıyordum ben... sanmamak laızmmış.

Sonra, doktoram bitince bölümde kadrom da bitti. 1 ay sonra da Çınar doğdu. Çok başarılı bir zamanlamaydı. Doğum izni, emzirme izni vs gibi dertlerim olmadan doya doya baktım bebeğime -evet, çok bocaladım, çalışmaya başlamak da istedim.. öyle 'anne olmak hayatmın gayesiymiş, ölesiye mutluyum' hallerim olmadı ne yazık ki... Ama "doya doya baktım". O arada, yapmayı hedeflediğim şeyler elimde patladı -hocamla birlikte çok güvendiğimiz projeyi TÜBİTAK kabul etmedi. Hem de 2 kere! Tam 9 ayım kaybolmuş oldu böylece... ve benim kariyer planım da suya düştü.

Sudan çıkmış balık gibi kaldım ortada. Paldır küldür iş aramaya başladım; Çınar 1 yaşını doldurmuştu artık. Anne işe başlayabilirdi. Hayal kırıklıklarıyla son buldu iş başvurularım; akademik kariyer yapmayacaksanız, doktora başa belaymış, onu anladım! Sonra, bir vesileyle, şu anda çalıştığım işe girdim. Cumartesi günleri de çalışmam gerektiğini, işe kabul edildikten sonra öğrenmem pek hoş olmasa da, başta önemsemedim.

Sonra çıkmaya başladı acısı, Çınar'ı hafta içi bakıcıyla, haftasonu anneanne/babaanneyle bırakmaya başladım. Tek pazar, nereye kadar? Oğlumla mı ilgileneyim, evimle mi, kendimle mi? Kocayı hiç aklıma getirmiyorum dikkat ederseniz. Tabii ki, seçim minnak oğlandan yana oldu. Kendimi unuttum, evimi unuttum, kocamı unuttum. Yine de annem sağolsun, bizi rahatlatmak, nefes almamızı sağlamak için elinden geleni yaptı. Hala da yapıyor... Hemen şu noktada, son derece beceriksiz, ev işlerinde de hiç mahir olmayan bir insan olduğumu da hatırlatayım yeniden.

Çınar kreşe başlayınca, ve alışmakta zorlanınca, cumartesileri ücretsiz izin almaya başladım. Sağolsun, şirket izin verdi bu duruma. Tabii, maaşın bir kısmı yalan oldu. Önemli değil... çocuğumun mutlu olması, alacağım üç kuruş fazla paradan çok daha önemliydi benim için -hala öyle (hala ücretsiz izin alıyorum). Ve yine sağolsun şirketim, Çınar'ın her sorununda benim tam gün ya da yarım gün izin almama da izin verdi. Gerçekten, bu konuda haklarını ödeyemem. Ama tabii, bu yaklaşım beraberinde "çocuklu kadın çalışandan verim alınmaz" tezini de birlikte getirdi. Halbuki, aldığım izinlerin sayısı ne olursa olsun ben, bana verilen her işi zamanında ve doğru biçimde yaptım ve teslim ettim. Fark etmedi. Gerçekten uzmanlık isteyen işler yapmamaya/yaptırılmamaya başladım. Mevcut durumda uğraştığım işleri yapmak için değil doktoralı olmaya, üniversiteden mezun olmaya bile gerek olmayabilir bence. Tabii bu da beraberinde müthiş bir motivasyon düşüklüğü, hayata karşı ilgisizlik ve sonuç olarak da mutsuzluk getirdi bana.

Yeni işler aramaya başladım. Yine önüme doktorayla ve doktorada kaybettiğim "profesyonel zamanla" ilgili engeller çıktı durdu... Her seferinde "tamam, en azından burada Çınar'la ilgili her konuda bana yardımcı oluyorlar" diye sabrettim.

Bir dönem, mezun olduğum bölümde öğretim üyesi kadrosu açıldığını öğrendim; başvurdum. Başvurum değerlendirilmeden reddedildi; nedeni, doktora sonrasında yurtdışında post-doktora yapmamış olmam. Halbuki, yönetmelikte böyle bir şey yok. Hatta, bu engel olmasın diye, evlendiğim sene doktora araştırması için 6 ay Kanada'ya gitmişim. Yayınlarım var, başarılı bir tezim var... Ama, prensip kararıymış, yapacak bir şey yokmuş. İstersem, çocuğumu alıp/bırakıp gidebilirmişim yurtdışına. Dönüşte bakılırmış... Yapmadım. Çınar'ın düzenini bozmak istemedim. Onu bırakıp gitmek zaten bir seçenek değildi benim için. Hatta önümde daha önce 9 aylık çocuğunu bırakıp yurtdışına giden; ama dönünce bölüme yine de kabul edilmeyen bir arkadaş örneği de var... Size deee, prensip kararınıza daaa, deyip bıraktım peşini. Başka üniversitelerde benim bölüm zor bulunuyor; şehir dışı derseniz, hem Çınar bu kadar küçükken ailemin yakınındaki "comfort zone"dan çıkmak istemiyorum, hem de şu an gittiği kreşi bırakmaya içim elvermiyor... o macera da öylece yarım kaldı anlayacağınız...

Şimdi bir yerden yanıt bekliyorum. O yeri çok istiyorum. Ama ne zaman onaylanacağı; hatta tam olarak o işin olup olmayacağı da belli değil. Büyük ihtimal, diyelim. Beklerken gelen iş fırsatlarını da reddediyorum ha bire. Nedeni ne? Başka bir yerden haber beklerken diğer işi kabul etmeyi etik bulmamamla birlikte, bu gelen iş tekliflerini kabul edersem Çınar'ı bırakıp seyahat etmem gerekebilir, buradaki gibi Çınar'ın hastalıklarında vs işten çıkıp eve gitmeme izin vermeyebilirler... Komik, değil mi? Yani ben, çocuk yapabiliyorum ama kariyer yapamıyorum :)

Hemen söyleyeyim, bir miktar talihsizlikle birlikte tüm bunlar benim seçimlerim. Ben istediğim için böyle oluyor ve pişman değilim. Yani, Çınar beni engellemiyor; ben, doğrusunun bu olduğuna inandığım için Çınar nedeniyle kendimi engelliyorum. Dolayısıyla, sızlanmaya gerek yok. Ama sanki, bu tür özveriler, hep kadınlardan bekleniyormuş gibi de gelmiyor değil. Bizim hayatımızla ilgili olarak, bu konuda kocamın hakkını yiyemem. İşte en mutsuz olduğum, depresyonun ucundan döndüğüm dönemde "işi bırak, nasıl olsa hallederiz bir şekilde" deyip destek olmayı, "şehir dışında bir üniversitede iş imkanı bulursan kaçırma, ben nasıl olsa bulurum iş" demeyi de bildi. Ben anne olarak kendime bu görevi yükledim. Ama her zaman iş, kadına kalmıyor diye düşünüyorum.

Bilmiyorum yanılıyor muyum? Mevcut durumda tek bildiğim, çocuğumla çok mutlu ama işte çok mutsuz olduğum, ve bunun böyle devam etmemesini istediğim. Ama çözüm derseniz, beklemekten başka çözümüm de yok.

Başak ve ikilemleri gurula sundu... esenkalınız!

27 Haziran 2011 Pazartesi

Havuz Sezonunu Açtık!

İyice Avrupalılar'a döndük... Yaz bir türlü gelemedi ya bu sene, geldiği haftanın sonunda kendimiz havuza attık! Cumartesi hava 31 dereceyi bulacakmış, çok sıcak olacakmış; ama, pazar günü sıcaklıklar 6-10 derece düşüyormuş haberini alınca da, yangından mal kaçırır gibi havuz programı yaptık.

Ankara'da çok sevdiğimiz bir havuz var; hem sakin oluyor, hem de istersek otel kısmından oda kiralayabiliyoruz (Çınar'ı yedirmek/uyutmak için). Tek kötü yanı, yazın illa ki her haftasonu düğün olduğundan, 16:00'ya kadar kalabiliyoruz. Gerçi yetiyor mu? Yetiyor :)

Bu cumartesi de, Çınar uyanıp da kahvaltısını yapınca düştük yola, vardık havuza. Hava sıcak olmasına karşın, havuzun suyu henüz tam kıvama gelmemişti ama (21 derece idi, 24'e kadar çıktı sonra) azmettik girdik :) Yalnız, bir kez daha Çınar büyümüş diyeceğim:



- Suya girince, "soğuuuk" dedi ve önce ayaklarını soktu... "ayaklalım alıtıyor anne, toona tu haalika delecek di mi?" diye de kendini telkin etti (geçen sene, bodoslama dalıyordu buz gibi sulara).

- Suda üşüdüğü zaman "bilazdık beni kululayıın" diye dışarı çıktı. Havluya sarınıp ısındıktan sonra yine girdi havuza... Hoş, havuzda 5 sn durup, havluyla da 5 sn kurulandı ama olsun :) Hatta, en son çıkarken "ben en iyisi bi duş aliyim, ıtınayım" diye çıktı! Hatta, daha soğuk olan büyük havuzda yüzmeyi abartan annesini "adii, tık oodaaan, bak atta oldaksın anneee!!" diye uyardı bile! (geçen sene, dudakları morarana kadar suda duruyor, bağırış çağırış sudan çıkıyordu).

- 4-5 kere "çişim geldi" diye havuzdan çıktı, kavanoza çişini yaptı, sonra yine girdi. Havuzdan önce anlattım "çiş geldiği zaman söyle, kavanoza yapalım, yine girelim havuza" diye. "Havuza çiş yapaasaak n'ooluu?" diye sordu tabii. Ben de "o zaman havuz kirlenir ve bizi çıkarırlar, bir daha da giremeyiz" dedim. Aklına yatmış demek ki :) (geçen sene bezimi vardı!)

- Yemeğini daha kolay yedi, itirazsız uyudu (geçen sene, havuzdan çıkaramadığımız için, bu işleri yaptırmak çok zor oluyordu).

- Söz dinledi! Havuz kenarında terliksiz dolaşmadı; dolaşsa da "minik minik yülüyoluz di mi annee?" diye telkinde bulundu. Havuza girerken beni bekledi. Temkinliydi! (Geçen sene kollayacağız diye canımız çıkmıştı; bu sene resmen ben havuzun kenarında, güvenli mesafede oturdum, o içinde dolandı).

Kısacası, belki bazı beklentilerim gerçekleşmedi bu yaz; ama, geçen sene hiç aklıma gelmeyecek şeyler olmaya başladı. Kim ne derse desin, çocukların büyümesi çook güzel bir şey!

Çelik Hanedanı'nın varisi Çınar Çelik, Monnie bornozuyla yaz sezonunu açtı...
(Sedaaa, hadi, websiteni bekliyoruz sipariş için :D)

Evet, biz artık, uygun olduğumuz her haftasnu bu havuzda olacağız... Büyümüş oğlumla yazın keyfini çıkaracağız!

23 Haziran 2011 Perşembe

Oğlum Büyümüş

Önce şunu yazayım: bir daha "bu çocuk neden dışarıdan eve girmek istemiyor hiç?" diye sızlanmayacağım. Nedeni biziz. Biz bir kırıp dizimizi evimizde otursak, belki bizim oğlan da her sabah uyandığında ve onu yuvaan her almaya gittiğimde "bugün neleye didiyoluz aanneee?" diye sormayacak :)

Neyse efendim, dün akşam, bu sefer de bizim şirketin bowling turnuvası için yapmış olduğu antrenman etkinliği vardı. Aslında, Çınar'ı anneme bırakarak gitmek istemiştim; ama, annemin işi çıkınca, şirkettekilerin "getir yaa, biz oyalarız burada, hem görmüş oluruz" baskılarına dayanamadım. Çın'ı yuvadan aldık, vardık RollHouse'a. Son derece plansız gittiğimiz için ne mama sandalyemiz vardı yanımızda, ne yedek kıyafetimiz ve iç çamaşırımız! Tek hazırlığımız, her daim arabada duran çiş kavanozumuzdu :)

Ve fakat oğlum, fırsat verildiği zaman, gerçekten büyük bir çocuk gibi davranacağını kanıtladı bize! Önce bir etrafı keşfe çıktı, Ankuva ve sonrasında Real'de dolaştı bir süre. Sonra, "sürülecek oyuncak" istedi babasından. 1 ay boyunca oyuncak almamaya karar vermiştik aslında (ve 3 hafta boyunca da almadık); ama, yemek yemesi uğruna kuralları ufaktan esnetmeye karar verdim. Ahmet'le ufak bir kaş-gözden sonra "Şimdi baba sana minik bir araba almaya gidecek, biz de bu arada ne yiyeceğimize karar verelim ve yemeye başlayalım" dedim. Ufak araba değil, ufak kamyon istedi, olur, dedik :) Sonra, tavuk çorba ve tavuklu pilavda karar kıldık. Mama sandalyesi de vardı; ama, Çınar "ben burda oturmak istiyorum" diye normal sandalyeyi gösterdi. Tamam, dedim. Bebek muamelesi çekmeye gerek yok! Oyuncağı gelene kadar da gayet güzel yedi yemeğini. Babası da ona ne zamandır istediği "çekici kamyon"u almış. Keyfine diyecek yoktu.

Yemek bitti, "kakam geldi" dedi. İşte bunu hiç beklemiyordum! Çınar, dışarıda bezine bile yapmazdı... yanımızda adaptör yoktu. Neyse ki, Real'in çok çok temiz bir aile tuvaleti varmış. Kollarından tuttum, anne kakayı evine gönderdik :) Bu aşamayı da böylece tamamlamış olduk!

Sonra, RollHouse'a, şirketten arkadaşların yanına gittik. Bizim minik adam, kah babasıyla hemen dibimizdeki oyun alanında oynadı, kah yanımıza gelip oyunu seyretti, kah kendisi de bowling topunu kucaklayıp atmaya çalıştı.


O zamanlarda, sıra bana geldiğinde, Çın'ın elinden tuttum, el ele tutuşup labutları devirmeye çalıştık. İşte o anlardan birinde, Gülseren de bize katılmışken, tam topu gönderdik ki Çınar kendisi de peşinden gitmeye karar verdi ve baammm diye yüzükoyun atış koridoruna kapaklandı. Ayağı takılıp düştüğünü sandığım için onu kurtarmak üzere hamle yapmıştım ki p.pomun üstüne yere oturdum. Kafamı bir çevirdim ki, bizi kurtarmaya çalışan Gülseren de aynen havalanıp kanala düşmüş. Neden? O toplar orada boşuna vıj vıj kaymıyor sayın okur, yerler cilalı da ondan! Kalkmaya çalışıyoruz, kalkamıyoruz. Bir yandan gülmekten de dermanımız kalmadı. Baktık, herkes de bize gülüyor, gecenin neşesi olduk kısacası :) O andan fotoğraf yok, herkes anı yaşayıp bize gülmeyi tercih etmiş... belki RollHouse video kayıtlarını verir, akıllı TV'de görürsünüz zaten o zaman :))

Bu arada, o düştüğümüz atışta da strike yapmışız iyi mi? :)


Neyse efendim, özetle, yine çılgınlığını yağmış olmasına rağmen gerçekten büyümüş olduğunu hissettirdi bana oğlum dün gece.. demek ki neymiş? Büyümesine fırsat vermek gerekliymiş...

Binbir Çiçek Kürek Çek!

Aksiyon her eve ve her kuruma lazım!

Bizim yuvaya, haftanın 5 (yerine göre 6) günü 0-6 yaş arası bebelerle uğraşmak aksiyon anlamında yetmemiş olacak ki, Dragon Bot Festivali'nin Ankara ayağında kürek takımı oluşturmaya karar verdiler :) Geçen sene, yalnızca yuva personeli ve eşlerinden oluşan kadroyu genişletip bu sene velileri de eklediler takıma!


Hiçbir aktiviteden geri kalmayan Çelik ailesi olarak pek tabii ki biz de takımda yerimizi aldık! Önce kocam girdi takıma; sonradan kendisine verdiği paye ile, Kaptan Yardımcısı olarak! Bir hafta önce, Mogan Gölü'nde antrenman yaptılar, biz Çın-anne-anane-dede kadrosu olarak izledik, eğlendik, çimenlerde koşturduk.

Geçen haftasonu da, soluğu yine Mogan'da aldık. Deniz fenerinin olduğu kısımda. İlk gün, Ahmet'i önden gönderdik. Çınar'a yemeğini yedirir yedirmez attım arabaya; anneanneyi de aldık, düştük yola. Arkadaş, beklendiği üzere, arabada sızdı. Pusetine koyarken bile uyanmadı; ama, festival alanından gelen ıp-dıs ıp-dıs müzik sesine daha fazla karşı koyamayarak, uyuduğunun 30. dakikasında zıpkın gibi dikildi ayağa :) Şarj olması için yeterli süreymiş bu arada... Ne şanslıydık ki, takımımızın ilk yarışına yetiştik, tezahürat yaptık! O gün, ben ve anneanne Çınar'ın peşinden koştururken, Ahmet de ekibimizle birlikte yarıştı. İlk günkü yarışlar, dereceye göre sıralama yarışlarıydı. Havelsan takımı  toplamda 2:09'luk derecesiyle birinci olurken, Binbir Çiçek takımımız 2:39'luk derecesiyle 15. sırada yer aldı (21 takım, olsun, çok eğlendik!).

Hatta o kadar eğlendik ki, bir ara, Çınar kucağımda deli gibi dans edip gülerken burnumuzun dibinde bir Eurosport kamerası fark ettik! Meğer 5 dakikaya yakındır bizi çekiyorlarmış :) Çınar o kadar güzel gülüyordu ki, ona bakmaktan hiç görmemişim! Tabii, bu çılgın günün sonunda, ÇınÇın 20:30 itibariyle sızmıştı; ertesi gün de 8'de uyandı. Açık havayı seviyoruz ailecek...

İlk günün sonunda, takım davulcumuzun ertesi gün gelemeyeceği anlaşılınca takım kaptanımız, sevgili Mrs. Hilal'in eşi Hakan Bey bu mühim görevi bana teklif etti. Açıkçası, başta hafiften korktum, ya takımı batırırsam, diye; ama, sonradan epey havaya girdim :) Ve ikinci gün, takım tshirtüm üzerimde, sabahtan vardık festival alanına! (NOT: Sevgili Kaptanımız Hakan Bey, gerçekten çok teşekkürler! Hiç bu kadar eğleneceğimi, keyif alacağımı tahmin etmemiştim! Seneye kimseye kaptırmam davulculuğu, bilginize...)

1 No'lu bot bizimki...

Ahmet, bir önceki geceden beni nasıl tempo vermem gerektiği konusunda çalıştırdı (çeeek, çeek, çeek, çeeek...). Davulculuk kolay iş değil; çok hızlı tempo verirsen takım yetişemeyebilir. Çok yavaş verirsen, yarışı kaybedebilirsiniz (haha, neredeyse kürek çekenlerden daha önemli yaptığım şey diyeceğim :P). Neyse, festival alanında da, kaptan çalıştırdı biraz. Önce, davulcu olmanın en önemli kuralıyla başladı: suya düşmeyeceksin! Evet, botun en ucunda, dandik bir taburemsi sandalyede oturup, bir elinle de davul çalmaya çalışırken hatırlanması gereken en önemli şey bu :)) Neyse, o kısmı başarıyla ifşa ettim. Yarış da çok heyecanlı ve eğlenceliydi. Dediklerine göre, gayet de güzel tempo vermişim. Amma velakin, eleme usulü yapılan ikinci gün yarışlarında, 5 salise ile Bilkent Holding'e geçildik (1:20,6'ya 1:20,1) ve elendik :( Ama gerçekten, gerçekten inanılmaz keyifli bir iş! Zaten kaptana da, "kaptanın hanımı"na da, "kaptan yardımcısı"na da söyledim: Gelecek sene davulcu benim, kimseye kaptırmam, çok pis olay çıkarırım! Ayrıca da, takım olarak feci gaza geldik, Eylül'de antrenmanlara başlıyoruz!

Evet, tabii ki, ikinci günün birincisi de Havelsan idi (1:02,8 ile). Bir sonraki sene yarışmaya sokulmamalarını talep ediyorum, kendi botları var bir kere, uçuyor adamlar :)

İkinci gün ilk yarışta elenince, Çınar'a ayıracak daha çok vaktimiz oldu! Anane&Babane&Dedeler de babalar günü dolayısıyla bizimleydiler. Hep birlikte harika bir gün geçirdik. Çınar çimene, doğaya, koşmaya, dans etmeye doydu! Tabii ki bota da bindi, kürek çekti! Biz yarışırken "Binbii Çiçeet türet çeeet" diye tezahürat da yapmış. Hatta hızını alamamış, ertesi gün okulda daire şekline getirdiği minderlerin ortasında oturup "çeeet, çeeet, çeeet" diyerek kürek çekmiş.

Herşey bir yana, böyle yarışmalara katılmak, kurum kimliğini genişletip aile olabilmek için çok iyi bir fırsatmış, onu anladım. Biz zaten yuvamızı, öğretmenlerimizi, Çınar'ın arkadaşlarını ve ailelerini, "kaptanımızı" ve "kaptanımızın hanımını" çok seviyorduk; ama, "birlikte" bir şeyler yapmak, başarmak, başarmaya çalışmak gerçekten çok daha keyifliymiş!

Geleck seneyi ailecek (Kaptan Yardımcısı, Davulcu ve Kaptan Yardımcısının Hanımı, ve Minik Amigo olarak) iple çekiyoruz!

22 Haziran 2011 Çarşamba

Bir Yıl Önce, Bir Yıl Sonra

Dün, Çınar'ın okkullu hayata başlamasının sene-i devriyesiydi. Bu sabah, ne kadar çok şey oldu, neler değişti diye düşünüyordum... neler değişmemiş ki!

Okkula başladığında 21 aylıktı; şimdi 33 aylık (haha, bu beklenen bir şeydi tabii; tamam, bundan sonrası ciddi...)

Okkula başladığında konuşamayan bir bebeydi (15-20 kelime söylüyordu en fazla); şimdi, "susmayan" bir adam!

Okkula başladığında "bebek sınıfı"nda idi; şimdi, Toddler sınıfında... Gelecek yıl başı Montessori sınıfı...


Okkula başladığında, meyvesini hala foodmill'den geçirip kokteyl şeklinde veriyorduk; şimdi, ağzına soktuğu elma parçalarını görünce annem tıkanıyor resmen!

Okkula başladığında yemeklerini hafif ezilmiş yiyebiliyordu; şimdi, allah ne verdiyse götürebiliyor (maşallah)!

Okkula başladığında ayakta sallanarak uyuyordu; şimdi, yatağına yatıyor, gözlerini kapıyor ve uykuya kendisi dalıyor!

Okkula başladığında çift ayakla zıplayamıyordu; şimdi, tam bir kanguru :)

Okkula başladığında çişini ve kakasını bezine yapıyordu; şimdi, "tulapete" gidip yapıyor!

Okkula başladığında sabretmeyi bilmiyordu; şimdi, "beklemek" ne demek biliyor, bekleyebiliyor... Bir şey yapılacağı zaman, "önce dinlemesi ve anlaması/öğrenmesi" gerektiğini biliyor!

Okkula başladığında annesi onun hayatta "kural" diye bir şeyi öğrenebileceğini düşünemezdi; şimdi, "bulası otopaak, otopaakta top oonanmaz!", "tuyumuzu dolçalak itemeyiz, yelimizde duumamız deletiir!", "Aiace, van may van (one by one -sırayla)", "tüs havuduna dilemeyiiz, olatı yüzmek için diil!" gibi gibi bir sürü cümle kurabildiğini (ve epeyce bir kısmını da uygulayabildiğini) görüp şaşkınlıktan küçük dilini yutuyor!

Okkula başladığında oyuncaklarını arkadaşlarına vermeye pek hevesli değilken; şimdi, "sırayla oynamanın" ve "oynamak için izin istemenin" ne demek olduğunu biliyor, çoğu zaman uyumlu bir şekilde arkadaşlarıyla oynuyor!

Okkula başladığında kendi dilini bile zor konuştuğunu yazmıştım, değil mi? Şimdi, İngilizceyi yalnızca konuşmuyor, İngilizce şarkılar bile söylüyor :)

Okkula başladığında herşeyi onun için bizim yapmamızı isterdi; şimdi, her işini kendi yapmak istiyor (çoğunu yapıyor, yapamadığı zaman "anne bana yardım eder misin?" diyor).

Okkula başladığında kendi başına odasında 2 dakika bile yalnız durmak istemezken; şimdi, dakikalarca kendi kendine oyun oynayabiliyor, oyun kurabiliyor (geçen gün tam 1 saat kendisi oynadı; annesi daha ne istesin!).

Okkula başladığında müziğe ve müzik aletlerine pek ilgisi yoktu; şimdi, davul çalmaya bayılıyor, gördüğü her müzik aletini denemek istiyor, coşkuyla şarkı söylüyor, müzik dinliyor (Serkan Kırmızı'ya teşekkürler...).

Okkula başladığında yalnızca kuzenleri vardı hayatında; şimdi, hem Türk hem yabancı biiiir sürü arkadaşı var (Öykü, Ezgi, Tuna, Daniel, Aiace, İrem Su, Anka, Çınar Timuçin, Elif, Maria, Mira...) :)

Ve...

Okkula başladığında, okula gitmemek için ağlardı; şimdi, eve dönmemek için ağlıyor! (Sizi seviyoruz Binbir Çiçek ailesi!!)

Kısacası, okkullu hayat, pek güzel, pek rahat :) Şiddetle öneririz!!!

13 Haziran 2011 Pazartesi

Hüzünlü Bir Yıl Sonu Gösterisi Öyküsü

Çınar'ımın "ayrı anne ikizi" Berko'muzun başından geçen hüzünlü bir öykü bu... Annesinin ağzından, yıl sonu gösterisinde yaşananlar... "Masum" bir organizasyonun bir anneye ve bir çocuğa yaşatabileceklerinin özeti.

Daha önce yazmıştım ya, perde bu yaşta hiç açılmasın diye; nedeni işte burada: Ağlayan Arı Rondu. Lütfen okuyun.

Sevgiler...

8 Haziran 2011 Çarşamba

3. Geleneksel Sapanca Buluşması

Evet, üçüncüsünü de yaptık. Bu sefer organizatör bendim (kendime not: bir daha olmamalıyım; beceremeyeceğim işlere bulaşmamalıyım) ve geçen seferden de kalabalık oldu: 120 ebeveyn 60 çocuk!!!

Gittiğimiz yer (Naturel Botanik Park), mekan olarak bence çok güzel olsa da, işletme olarak inanılmaz başarısızdı. O kadar insanı -2-4 yaş arası 50 civarı çocuk olacağı da belirtildiği halde- ufak bir alana sıkıştırmış olmaları, "13:00'de geleceğiz dediniz, toparlanmanız 14:00'ü bulur diye düşündük" mantığıyla çocukların öğle yemeklerinin saat 14:00'de gelmesi (büyüklerinkinden bahsetmeyeyim bile...) ve en can alıcısı "ama biz o kadar kişiden ayrı ayrı nasıl ücret toplarız?" diyerek herkesin ücretini "organizatör"e toplatmış ve bir adisyon bile tutmamış olmaları gerçekten takdire şayandı (!). Kendilerine işletme hayatlarında başarılar diliyor, bir daha görüşmemeyi umuyoruz!

Bu kısmı geçersek, asıl hedeflerimiz olan "arkadaşlarımız görelim, Çınar arkadaşlarıyla oynasın ve mutlu olsun, güzel bir gün geçirsin"i gerçekleştirmeyi başardık. Kendi adıma, arkadaşlarıma ancak "göz kırpmış" olabilsem de, Çınar gerçekten ama gerçekten tadını çıkardı!

Neler mi yaptı?



Süs havuzlarını önce uzaktan inceledi...


Sonra içine girmeye karar verdi!

Epey bir inceledi :)


Babasıyla çimlerde boğuştu

Arkadaşlarıyla hasret giderdi

Müzik yaptı, şarkılar söyledi

Doğumgünü pastalarının mumlarının üflenmesine yardım etti...

Hızını alamadı, bir klasik olarak Begüm'ün pastasını yaladı!

İnşaat işine girdi :)

Kirlendi... hem de çoook!

Ama sulara ayaklarını sokmaktan vazgeçmedi :)

Ve arkadaşlarıyla kovalamaca&yakalamaca&gıdıklamaca oynadı, çoook eğlendi!

Eve dönerken perişandı... ama çok mutluydu; ve bunu bilmek bütün yorgunluğumuza değerdi!

Sabah kalktığında "Tapanca'yı mı didiyoluuz?" diye sordu :) 

Bugün değil tatlım, ama yine geleceğiz. Ve umarım sen yine böyle eğleneceksin!

Çılgın

Çok sevdiğim bir arkadaşımın baldan tatlı kızı Çınar'ı böyle tanımlıyor: Çılgın!

Çocukların tahlil yeteneği kesinlikle büyüklerden kat kat iyi. İçgüdüleriyle yönetildiklerinden olsa gerek, karşılarındakinin hem dışını hem de içini çok iyi görebiliyorlar. Bu yüzden de Beril, Çınar'ı "çok hareketli, yaramaz, yerinde duramayan, inatçı, vs." diye değil, "çılgın" diye tanımlıyor.

Çünkü Çınar gerçekten hayatı ve duygularını dolu dolu, coşkuyla yaşayan bir çocuk. Kafasına koyduğunu yapan, aklına düşenin peşinden gidenlerden. Hedefe ulaşana kadar durmayanlardan. Dolayısıyla, amacına ulaşmak için en saçma yolları bile denemekten vazgeçmeyenlerden. İşte bu yüzden de biraz çılgın, çokça delidolu! Kesinlikle kararlı...

Ve hayır, birlikte yaşamak, tam tersi karakterde bir anne olmak kolay değil. Hem de hiç! Ama onu kendi olduğu gibi -ya da Beril'in dediği gibi- kabul edersen, eğlenceli.

Bu ara aslında yine kendimi sorgulama dönemim. Geçen seneden, 2011 İlkbahar-Yaz sezonuyla ilgili çok beklentiye girmişim. Çınar'ın durulmasını, benim yanımdan ayrılmayan, sözümden çıkmayan -ne demekse- yavru haline gelmesini beklemişim. Beklentilerim boş çıkınca da sabırsızlaşmışım, gerilmişim, germişim. Ama o bir "çılgın", bunları -henüz- yapamaz ki :)

Yine de çok büyük bir iş başardı bu bahar, hem de annesinin "beklemediği" kadar kolaylıkla! "Bezlerini çöpe attı", az şey mi? Hayır! Ve aslında, artık söylenenleri de dinliyor, çoğu zaman anlıyor, kimi zaman uyuyor. Kural nedir biliyor, esnetme denemeleri oluyor; ama, biz tutarlı davranınca kabul de ediyor. Geçen sene kurallara uyabileceğini tahmin edebilir miydim? Hayır!

Demek ki, herşeyin bir zamanı var. Ve bu zamanı hep bizim çılgın belirleyecek. Yani, az biraz durulmasının da zamanı gelecek, "tehlikeli"nin ne olduğunu anlamasının da...

Annesi o zamana kadar enerji veren vitaminlerle, meyve desteğiyle idare etsin ve "çılgın"ının tadını çıkarsın yalnızca :)


32 aylık "çılgın"ım, Sapanca'da, Beril'in şapkasıyla...