21 Temmuz 2011 Perşembe

Yaz Gecesi

Gece...
Bir yaz gecesi, bir Temmuz gecesi.

Şehir: Ankara.

İki tarafında yüksek Çınarların sıralandığı, dallarının gökyüzünde el ele tutuştuğu bir yol. Çınar yapraklarını aydınlatan, gecenin karanlığında güzelim yeşillerini ortaya çıkaran, onlardan yeni gölgeler yaratan sokak lambalarıyla aydınlatılmış, yine de loş bir yol.

Bir kadın...
El ele tutuşmuş Çınarların altından, sokak lambalarının ışıklarının arasından, o yolda yürüyor hızlı hızlı. Kulaklarında, az önce ayrıldığı güzel kadınların kahkahaları. Ağustos böcekleri şakılarıyla eşlik ediyor kahkahalara. Aklında hiçbir şey yok o yaz gecesinden başka. Uzun süredir ilk defa, aklında hiçbir şey olmadan yürüyebiliyor...

Kadın gülümseyerek yürüyor. "Can" dediklerinden ayrılmış, "canım" dediklerine gidiyor.

Hava, şerbet tadında.

Yürüdüğü yol, büyülü sanki. Oğlunun ismini taşıyan bu ağaçları seviyor. O gece, bu yolu seviyor o kadın.

Yaz gecelerini seviyor... "Bu" yaz gecesini çok seviyor...

19 Temmuz 2011 Salı

Huzur...

Bir pazar günü... geçtiğimiz pazar günü.

Kocam meşhur koltuğunda gazetesini okuyor. Balkonumuzun kapısı açık, öğleden öncenin esintisi perdeleri havalandırıyor yavaş yavaş, gelip bize bir selam verip içeri giriyor. Sardunyalarımın kokusunu getiriyor belli belirsiz. Ben, kanepeye uzanmış, kitabımı okuyorum: Amin Malouf, Yüzüncü Ad. Bu adamı çok sevdiğimi düşünüyorum, okumak keyif veriyor.

Çınar uyuyor diye düşünebilirsiniz... hayır, uyumuyor. Odasında, oyuncaklarıyla oynuyor. Bir yandan da bıdır bıdır konuşuyor. Kurduğu cümleler havada uçup kitabın kelimelerinin arasına giriyor. Gülümsüyorum... Ne zaman böyle susmaksızın konuşmaya başladı bu minik adam? Ne zaman anlamlanmaya başladı kurduğu cümleler? Sonra Ahmet de fark ediyor salona dolan kelimeleri, bakışıp kıkırdıyoruz. Çok ses çıkarmamaya çalışıyoruz; çünkü büyü bozulabilir.

O pazar günü, herkes kendi dünyasında, ama dünyaları da iç içe, huzur içinde vakit geçiriyor evimizde. Hem de uzunca bir süre...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Bir Anne Nelere Duygulanabilir? #2

 Tan ve Çınar, yaklaşık 1,5 senedir arkadaşlar... Yani Çınar'ın, kuzenlerinden sonra en çok gördüğü, en uzun süredir tanıdığı arkadaşı. Ve yaşlarının daha 3'ü bulmadığı düşünülürse, kendi ömürleri için oldukça uzun bir süredir de tanışıyorlar demektir.

İlk tanıştıklarında tek tük kelimeler söyleyebiliyorlardı... zaman içinde, tabii ki hem kendileri, hem de arkadaşlıkları değişti, gelişti. "Evven ve Tan" (ve son zamanlarda Osman) bizim için vazgeçilmez bir ekip artık. Özlenen, görmek istenen, görülmeyince fotoğrafları öpülen...

Dün yine bu ekiple birlikteyken, Tan ve Çınar kuzu kuzu oturmuş yemeklerini yiyorken, Tan dönüp Çınar'a bir şey sordu (içeriğini gerçekten anımsayamıyorum). Çınar da döndü ve ona yanıt verdi. Sonra bir süre daha (tabii kısa bir süre) böyle "sohbet" ettiler. Sohbet etmek... daha dün Pembe Kurbağa'da Ali Nihat Abi'ye kıkır kıkır gülüp kendi hallerinde takılmıyor muydu bunlar?



Çocuğunun büyüdüğünü, artık arkadaşlıklar kurabildiğini, "sohbet edebildiğini" görmek başlı başına duygu seli yaratabilecek bir şeyken, üstüne bir de çocuğun gibi sevdiğin başka bir bal damlasının da büyüdüğüne şahit olmak içimde fırtınalar kopardı...

İyi ki varsınız be yavrular... seviyorum sizi!

12 Temmuz 2011 Salı

Bir Anne Nelere Duygulanabilir? #1

Böyle bir seri başlatmayı düşünüyorum blogda, bir annenin çocuğu büyürken duygulanabileceği, anne-baba olmayanlara göre "abuk subuk" denebilecek şeyleri yazacağım... İlki de bu:


Fotoğraf kötü, telefonla çektim, ışığı ayarlayamadım... ama meramımı anlatıyordur...

Burası, bizim apartman; bunlar da apartmanın çocuklarının bisikletleri ve oğlumun scooterı! Yıllardır düren bir gelenektir, genelde kilitlenmez bile bisikletler. Annesinin de bir zamanlar bisikletinin durduğu bu merdiven kenarında, oğlunun scooterının da park ettiğini gören anne duygulanmaz da ne yapar? (Yazarken gözleri bile dolar...)

Beyne Entegre GPS*

(*) GPS: Global Positioning System -Küresel Konumlandırma Sistemi (diye çeviriliyor değil mi?) Ya da, araçlara takılan, haritadan gidilecek rotayı gösteren cihazların kullandığı sistem de diyebiliriz :)

Bu arkadaşın babasında var bundan; beyne entegre GPS yani. Ahmet, bir yere gideceği zaman, alır önüne haritayı, oturur çalışır! Hakikaten çalışır ama... Sonra yolda belki bir-iki kez bakar; ve olay bitmiştir! Hangi şehirse artık o, yerlisinden daha iyi bilir gidilecek yerleri, ne kadar sürede gidileceğini, hatta iki nokta arası alternatif yolları!

Çınar'da acayip bir yol hafızası olduğunu kreşe yeni başladığı dönemde keşfetmiştik. Okulun caddesinin üstünden geçerken "okkul", anneannesinin evinin paralel caddesinden geçerken "anane ebi" demesinden. Artık iyice aştı kendini, alternatif yolları da tanımaya başladı.

Geçen gün Kuğulu Park'a gidiyoruz. Ondan 1 hafta önce de hastaneye gitmiştik aynı yoldan (Güven Hastanesi). Yolun alakasız bir yerinde Çınar birden dikilip "hattaneye ditmiyoluz mu?" diye sordu! Bu soru cümlesi "hastaneye gitmeyeceğiz değil mi?" anlamına geliyor. Epey şaşırdım, zira ilk seferinde benim, babasının gittiği bu yolun nereye çıkacağını anlamam epey sürmüştü :)

Sonra, geçen haftanın son günü, Ahmet şehirde olmadığı için okula alternatif bir yoldan gidiyordum. Yine hastane yolunun yakınından geçmemiz gerekiyordu. Daha yolun başına gelmeden "Çinay hatta mı? Öhö öhö... öktülüyoo mu? Doktola mı didiyoluz?" diye sordu!



İyi ki annesine, dayısına ya da dedesine çekmemiş. Artık yollarda kaybolmaktan korkmuyorum; kendi GPS cihazımı kendim yapmışım, ellerimize sağlık :))

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Lüks

Ufak şeylerle de mutlu olabilirim... mesela, yatağımın başucu ilk böyle göründüğünde çok mutlu olmuştum. Lüks, buydu benim için!


Sonra lüks, aşağıda göreceğiniz hale (ç)evrilen başucumda, kalan yarılarının da okunmasını bekleyen kitapları yatmadan önce okuyabilmek oldu...


Biliyorum, benim bu gece yorgunluklarım da yakında bitecek, kitap okuyacak bir sürü zamanım olacak... ama ne zaman? Çınar'ı yatırdıktan sonra gözlerim açık kalmak istemiyor sanki. Son 3-4 aydır fazladan bir ağırlık var üzerimde, fazladan bir yorgunluk. Ne kadar uyusam da (hoş, zaten en fazla 7 saat uyuyabiliyorum günde), evde hiç iş yapmasam da dinlenemiyorum. Galiba, bir önceki yazıyla da ilgili bir durum var. Yine kafayı atıl hale geldiğim işyerime taktım. Beyin yorgunluğu başka şeye benzemiyor... kafanı yastığa koyup uyumakla atılmıyor.

En kısa zamanda kendime gelmem, bunun için de "kendim için" bir şeyler yapabilmem lazım... Ne zaman, bilmiyorum. En kısa zamanda olmasını umuyorum...