26 Temmuz 2012 Perşembe

Haberler ve Bademler...

İki minik haber... aslında bir tanesi büyük. 

Yarın, ilk defa 3 kişilik çekirdek aile olarak deniz kenarı tatiline gideceğiz. Hepi topu dört gün; ama, hepimiz çok mutlu, heyecanlı ve sabırsızız! Valizlerimiz hazır, yarın sabahı bekliyoruz...

Ve tatil sonrası, bizi bir minik operasyon bekliyor. Minik adamın burnunda geniz eti olabilir diye doktor doktor dolaştık bu senenin başından beri. En son dün, Arda Totisi'nin bademcik ve geniz eti operasyonunu yapan doktora gittik. Dr. Demir Abi, Çınar'ın önce kulağına baktı, sonra burnuna, en son boğazına bakınca "geniz eti için ileri tetkik yapmama gerek yok, siz görmediniz mi bu çocuğun bademciklerini hiç?" dedi. 

Buraya not: Mrs. Hilal'in deyimiyle, onlar bademcik değil, bildiğiniz badem! Ve gördük tabii. Bende de var aynılarından, en kocamanından. Ama Çınar şimdiye kadar boğaz enfeksiyonu geçirmediği için önemsememiştik...

Önemsemek lazımmış. Meğer geniz eti kadar, bu "öpüşen" badem'cik'ler de suçluymuş nefes alamamasından, otit olmasından, daha yavaş büyüyor olmasından, oksijenin yetersiz gelmesinden... 

Mevsim artık önemli değil, hemen alalım badecimkleri, rahatlatalım çocuğu, dedi Demir Bey. Açınca geniz eti büyükse onu da alacaklar. Kulaktaki sıvıyı ise ameliyattan sonra takip edecekler, eğer azalırsa sorun yok. Azalmazsa, kulağa da tüp!

Küçükken bana "senin dişlerin niye böyle Başak" diye sorduklarında "eee, n'apalım, babaaa benzemişim" diye yanıt verirmişim. Çınar'ın yanıtı belli: anne... üzgünüm tatlım, tipini benden alıp, sağlıkla ilgili genetik kodlarını babandan alabilirdin. Kaderin böyleymiş! 

Ben sakinim ve aslında minik adamımın sorunu çözüleceği için mutluyum. Çınar ise hala ameliyat olacağına inanamıyor. "Doktor abi bana şaka yapmıştır amilyat olcaksın diye, di mi ananeee?" diye soruyormuş dün. Sanırım olayı cazip hale getirmek için ameliyattan sonra ne kadar çok dondurma yemesi gerekeceğini anlatmalıyım!

Kısacası, biz şans ve sağlık dileyin. 2 Ağustos perşembe günü, bir aksilik olmazsa "badem"lerimiziden ve geniz etimiziden kurtulup sağlığımıza kavuşuyoruz. Hatta, Çınar'dan sonra Demir Bey'e ben de görüneceğim. Çok kolay bir ameliyat, ben niye kendime eziyet ediyorum ki, değil mi?

Ahlatlıbel'deki kadrolu "arkadaşımız" Poçik :)

20 Temmuz 2012 Cuma

Oğlumdan Bi'Şey Daha Öğrendim!

Öğrenmenin ve öğretmenin yaşı yok. Tamam, çocuk zaten insana anne olmayı, birini kendinden de fazla sevmeyi, sabırlı olmayı, dingin olmayı, güçlü olmayı öğretiyor da, bazen öğrettiği çok somut şeyler de oluyor. Dün akşamki gibi. Ulvi bir şey değil ama anlatacağım; daha ziyade, komik bir şey!

Her akşamki gibi uyku öncesi kitap okuma seansımız için Çınar'ı bağdaş kurmuş bir biçimde koltukta bekliyordum. Kitabını seçip geldi, bağdaşımın üstüne oturur gibi yaptı sonra da hemen kalktı. "Criss-cross yaptığın için oturamadım ya ondan böyle yaptım" dedi. Ben "hö?" diye manasızca yüzüne bakınca da "cross işte, böyle yani" deyip bağdaş kurdu. Okulda çokça bağdaş kurup oturuyorlar, demek adı buymuş... ne bileyim ben, demek ki 7 yaşından beri bu dili konuşuyor olsam da "bağdaş kurmayı anlatmaya" hiç ihtiyaç duymamışım!!

Güldük eğlendik tabii akşam bunun üstüne. 

Hazır yazmaya başlamışken, bahsetmeden geçmek istemediğim bir şey daha var... Temmuz başında 3 günlük bir iş seyahatine gittim, Burhaniye'ye. Çınar'dan sonraki ilk uzun süreli iş seyahatimdi. Anneannede kaldı kendisi. O yüzden sorun çıkmadı. Özlemişiz tabii birbirimizi, anneannesine "annem gelince bana sarılacak 'seni çok özledim yavrucuğum' diyecek, ben de ona sarılacağım 'ben de seninle çok görüşmek istedim anneciğim' diyeceğim" demiş. Görmek değil de gör-üş-mek! Ne kadar bilinçli kullandığını bilmiyorum ama, o işteşliğin anlamı net. Görmek, ama safı bakmak değil. Birlikte bir şeyler yapmak: sarılmak, konuşmak, öpüşmek, azmak, boğuşmak, oynamak... Ya da ben o anlamı yükledim, bilmiyorum.

Her neyse, görüştük, sarıldık, koklaştık, oynaştık tabii! Ama bana Burhaniye'de bir şeyler olmuş. Körfez'in o dingin havası, muhteşem aurası beni sarmış. Bir sakinlik üstümde, bir dinginlik. Ne sesimi yükseltiyorum, ne kızıyorum, bağırıyorum eskisi gibi. Bazen böyle kafaım içinin cızırdamaya başladığını, az sonra öfkemin patlayacağını hissettiğim anlarda tutup kendimi bir derin nefes alıyorum ve "Ahmet'cim, lütfen Çınar'la biraz sen ilgilen şu anda, ben bir miktar gerildim" deyip geri çekiliyorum. 

Neticesinde, deyim yerindeyse Temmuz başından beri "temizim"! Ve dolayısıyla, Çınar da sanki çok daha huzurlu. Demek ki, istersem yapabiliyormuşum. İstersem sakin kalabiliyormuşum. Ve sanırım şu "21 gün" kuralı da doğru. Hani bir şeyi 21 gün yapmazsan/yaparsan bünye artık onun yokluğunu/varlığını kabul ediyormuş ya. Onunla da mı ilgili acaba? Hoş, daha 21 gün olmadı ama, yakın...

Ve fakat, zaten şu manzaraları gördükten sonra, o "iş seyahatinden" huzurlu ve dingin dönmesem ayıp etmiş olurdum sanırım! 


Ne diyeyim? Darısı her isteyenin başına; dinginliği de, "iş" seyahatini de :)

17 Temmuz 2012 Salı

En İyi Arkadaşım!

Bazı insanlar vardır. Çok sık görüşmemişsinizdir ama ilk seferde bile elektriğiniz tutmuştur. Sürekli yazışmaz ya da telefonda konuşmazsınız; ama özlersiniz. Haberleşmek sizi mutlu eder. Ayrı şehirlerde yaşıyorsunuzdur; ama birbirinizin şehrine gittiğinizde mutlaka bir fırsat yaratmaya çalışırsınız bir araya gelmek için. Ve buluşulup karşılıklı oturulup iki lafın beli kırıldığında aradaki mesafeler buz olur erir. Bir sene öncesinde  -mesela- bıraktığınız yerden devam edersiniz sanki en son dün görüşmüşçesine. 

Toprakana benim için bu insanlardan biri. Nurturia sayesinde tanıdım. Sonra Sapanca'da ve o Ankara'ya geldikçe görüştük -benim İstanbul kısmım çok sıkıntılı; geniş aile olunca, tüm kuzenlere bile sıra gelemeyebiliyor ne yazık ki... Sonra bir farkına vardım ki, o üst paragrafta yazdığım insan oluvermiş. 

Tabii tanışmamıza vesile olan bir de minnak oğlu var, Toprak. Çınar ve Toprak aslında ilk defa 2010 yılında karşılaştılar. Toprak o zaman Çınar için Sapanca'da "o benim arabaaaaaam" diye koşturan "Kopak" idi. Aylarca o videosunu izleyip güldük. Sonra ertesi sene Ankara'da uçurtma şenliğinde bir araya geldiler. Ya da "aynı mekanda bulundular" diyelim. 3 yaşını henüz yeni doldurmuş Toprak'la 3 yaşını doldurmaya hala 4-5 ayı olan ve 2 yaşın tüm bencilliğini bünyesinde bulunduran Çınar çok da iletişim kurmadılar.


Ama bu sene, biri 4 diğeri neredeyse 4 yaşında olmak üzere olan iki yavru daha ilk andan kaynaştılar, pek de iyi anlaştılar. Hatta ilk andan Çınar Toprakana'ya "ben sizde kalabilir miyim bir akşam?" bile dedi. İnsanın çocuğunun bu yaşa gelmesi beraberinde pek çok "lüksü" de getiriyor-muş. Mesela çocuğu yalnızca göz ucuyla izleyebilmek gibi. Mesela uzun süredir görmediğin arkadaşınla kesintisiz sohbet edebilmek gibi. Mesela oturduğun yerden saatlerce hiç kalkmak zorunda olmamak gibi. Mesela bir arkadaş toplantısının tadını çıkarmak gibi... Biz de bu "lüks"ün tadını sonuna kadar çıkardık o gün. Hem çocukların güzel güzel anlaşmasının, birlikte "çete" olarak oynamasının, aralarındaki elektriğin keyfine vardık, hem de sohbetin muhabbetin!


Arabada eve dönerken Çınar'a "sevdin mi Toprak'ı Çınar'cım?" diye sordum. Yanıtı "eveeeet, Toprak benim en iyi arkadaşıım" oldu! Bu kadar da saf ve sadıklar! 

Akşam bizi çok güldürdü ama. Yemekte anneannesi de duysun diye babası Çınar'a "senin en iyi arkadaşın kim Çınar?" diye sordu. Yanıt: 

eee, şeey, Kum!! Kuu--m.. ay Toprak!!

Toprakana'cım, yine gelin! Ve söz, İstanbul'a geldiğimizde gerekirse bütün akrabalarımızı ekip sizinle buluşacağız. "En iyi arkadaşlar" kavuşsun, değil mi?

13 Temmuz 2012 Cuma

Etüt-Beslenmeli Okuluma Dokunma!!

Çalışan annelerin ve onların çocuklarının en önemli gereksinimlerinden biri olan etüt-beslenmeli okulları kapatıp normal ilkokul-ortaokula dönüştürecek uygulamaya hayır demek için:

15 Temmuz 2012 Pazar günü
Saat: 14:00
Taksim-Tramvay Durağı!!!

Sıra Ankara'da... haydi!

Ayrıntılar ve öncesi için için Aslıberry'ye bakınız...


11 Temmuz 2012 Çarşamba

Bazen Kitaplar Daha Önemlidir!

(Diyalog ve fotoğraf için Mrs. Hilal'e çok ama çok teşekkürler!)

İlke Berk: Mrs. Hilal, Çınar nerede?
Mrs. Hilal: Resepsiyonda kitap okuyor.
İlke Berk: Niye dışarı gelmiyor?... Çınar, ne zaman geleceksin? Bahçe saati bitiyor...
Çınar (gayet sakin): Olsun İlke Berk, bazen kitaplar daha önemlidir... (der ve okumaya devam eder)


NOT: Kesin bu çocuklara okulda bir şey içiriyorlar, kesiiiin :))
NOT-2: Bahçe vakti bitip de sınıfa çıkmaları gerekince "ama ben daha oynayacaktııımmmm!!!" diya hır çıkarmış olması da bana şu an çok mümkün geldi! Hmm :)