30 Nisan 2010 Cuma

Çocuk Bayramı

Bugün 23 Nisan, hep neşeyle doluyor insan...

O 23 Nisan haftası biz de neşe doluyduk...

22'sinde akşam üzeri çıktık yola; içimizde uzun süredir kuzuyla uzun araba yolculuğu yapmamış olmamızın verdiği tedirginlik, ama bir yandan da büyük bir coşkuyla! Tatile, sevdiklerimize, dayımıza/kardeşimize/oğlumuza gidiyoruz; var mı ötesi! Kaldı ki almışım Nurturia'daki dostlarımdan desteği, türlü yolculuk tavsiyesini, kitaplarımızı, oyuncaklarımızı, meyvelerimizi, müzik CD'mizi, DVD'lerimizi; kim tutar bizi!

Kimse tutamadı zaten, bastık gaza! Kuzu yemeğe kadar kah oyuncaklarıyla oynadı, kah müzik dinledi, kah kitap okuttu (neyse ki 450 km boyunca Tigger ile birlikte zıplamak zorunda kalmadık :>). Bolu'daki köfte mammam molasından sonra huysuzlanınca, dedesinin müthiş icadı DVD player'ı taktık koltuğa, başladı Baby TV'deki en sevdiği program olan Eggbird'i seyre dalmaya! Zaten 20 dakika sonra baktım göz kapakları yavaaş yavaş kapanıyor, kapattım DVD'yi, tam uyku saatinde kendiliğinden daldı kuzucuk uykuya...

Yol nasıl sakin, rahat, huzurlu geçtiyse, İstanbul'da günlerimiz de o kadar rahat ve neşeli geçti! Her gün sabahtan dayısını ziyarete gitti Çınar'cık. O kadar özlemişti ki, daha dayısı kışla kapısının çıkışında göründüğünde ellerini havada sallayarak "oooooo" demeye başlamıştı bile! (Bu, Çınar dilinde, "dayı" demek... Dayısı ona öyle tezahürat yapardı bebekken, kaldı!) Heryere beni elimden tutup götüren, istediğini yapan oğlum, dayısının elini bırakmadı 3 gün boyunca! Dayı-yeğen mutlu mesut gezdiler, top oynadılar, gelip geçen kamyonlara baktılar :)) Kışlaya giderken evden hep "Çınar, hadi atta gidiyoruz; kimi göreceksin atta'da?" diye çıktığımız için sonraki günlerde kaldı yavrumda... her "atta" gidiyoruz dediğimizde "oooo" diyerek ellerini salladı, heyecan yaptı. Anlatınca gittiğimiz yerde dayıyı görmeyeceğini, buruldu kaldı. Neyse, 17 gün kaldı, geliyor dayımız... gel teskere, gel teskere bitsin bu hasret; evde anan, bacın, yeğenin, yüzüne hasret :))

NOT: Bu arada, anladık ki, askerdeyken bir tek yeğen deli gibi özleniyormuş. Ey asker sevgilileri, eşleri... ortada bir yeğen/çocuk varsa, hiç heveslenmeyin. Hasret listesinin bir numarası kesinlikle siz değilsiniz :)

Sonra bir de Irmak'la yeniden buluştu minik adam. Hani elini tuttu, pek bir şefkatle yaklaştı ama bizimki henüz pek bireysel. Bir de kız çocukları gibi anaç da değil. Elleri yanyana birleştirip avuçları açarak yüzüne miymiy bir ifade vermek suretiyle "Irmak küçüüüükkkk" yapıp sonra haydutluğa devam etti. Irmak kuzum da, 5.5 aylık bir bebecik ne yaparsa onu yaptı sürekli: etrafa tükürüklü gülücükler saçıp oturduğu yerde ileri geri sallanmaya! Bir ara baktım, Çınar ortada top oynuyor, Balca boyalarıyla oynuyor, Irmak'cık da ileri geri sallanıyor, biçare :)) Birden 1 yıl geriye gittim... nerdeeen nereye...

Başlığa uydu, bu 23 Nisan oğluma tam çocuk bayramı oldu! Bizim minik adamın aylardır yolunu gözleyen bir kuzeni vardı İstanbul'da: Bal kızımız, 2.5 yaşındaki Balca! Son 20 gündür "yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz Çınaar geelceeek" diye sayıklamış durmuş kuzum! Sonunda kavuştu kardeşine, Çınar'ına! Ve tıpkı Balca'nın aylardır anlattığı "masalda" olduğu gibi parkta buluştular, salıncağa bindiler, sallandılaaaar, sallandılaaaar, sallandılaaaar ve sallandılaaaarrrr.... :)))



Balca'm yazık, yine Çınar'ın yaş dönemi gereği, istediği tepkiyi alamasa da, birlikte top oynamak isterken Çınar topu dan dun sağa sola fütürsuzca vurunca "off Çınaaaar, of Çınaaaar!!!" diye serzenişte bulunsa da, ikisi de hallerinden pek memnundular aslında. Emirgan'da ele ele tutuşup gezmelerini, birbirlerine sarılmalarını, oturup okuduğumuz kitabı birlikte dinlemelerini izlemek ömre bedeldi... gelecek seneden itibaren ne kadar iyi anlaşabileceklerini, Balca'nın babasıyla benim olduğum gibi ne iyi dost, kardeş olacaklarını düşündükçe içim kıpır kıpır oldu. Hala da yazarken, yüzümdeki gülümsemeyi toparlayamıyorum. Oğlum büyüyor, ve ben onu hep hayal ettiğim gibi, benim kuzenlerimle yaşadığım gibi kocaman bir ailenin içinde yetiştirebiliyorum...



Eve dönüş yolunda minik adamla bir de, daha doğmamış arkadaşı Yağmur'u ziyarete gittik. Çınar Yağmur'un anne ve babasına 19 ay sonra yaşayacaklarının minik bir provasını yaptı, lezzetli kek ve poğaçalardan hapur hupur yedi, Yağmur'un odasını test etti, kitaplarını elden geçirdi... Ben de, bir yandan Çınar'ın peşinden koşarken, bir yandan da uzun zamandır görmediğim canım arkadaşımla hasret giderdim. Yetmedi tabii ikimize de... ama olsun, koca göbekli, en şirin halini kaçırmamış oldum ya, mutluyum kendi adıma :)

Bu arada, yine bol çocuklu ortamda bulunmanın hikmetidir diye düşünüyorum, minik adam tek başına merdiven çıkma ve kaydıraktan kayma işini başardı sonunda! Neredeyse 50 kere üst üste bu yeni keşfini pekiştirmesini izledik ama olsun, pek keyifliydi, ayakta dikilmemize de değdi! İnsanlık için küçük ama bizim için büyük bir adım; zira belimiz ve kolumuz kopmuştu artık pek de minik olmayan minik adamı parklarda kaydırağın tepesine kaldırmaya çalışmaktan!
Dönüşümüz de gidişimiz gibi oldu. Yine önce kitap, oyuncak, DVD -ama bu sefer Pembe Kurbağa Üç Küçük Kuzu oyunu; moladaki yemekten sonra tam uyku vaktinde müzik dinleyerek uyku. Kuzu mutlu ve huzurlu yolculuk geçirip de rahat rahat eve varınca, biz de huzur içinde koyduk başımızı yastığımıza...

Ve gökten üç elma düştü; biri oğlumun, biri bunu yazanın, biri de okuyanın başına...


NOT-2: Yol ve İstanbul içindeki tüm araba yolculuklarımız sırasında tek bir CD dinledik: Banu Kanıbelli'den Kar'a... müthiş bir çocuk şarkıları CD'si. Çınar ilk defa bir müzik albümünü çalar çalmaz fark etti, ilk defa sevdiği bir şarkıyı tutturup bize elli sefer dinletti (Miyop Mikrop ve Palyaçonun Topları!). Bizi bu CD'yle tanıştıran sevgili "ikiçocukannesi"ne sevgiler, teşekkürler diyor, yazıya ikinci noktamı, hem mesleğime uygun bir teması olduğu hem de seyahatten beri kafamdan çıkmadığı için bu gezinin güzide bir anısı olsun diye şu nakaratla bitiriyorum:

Miyop mikrop, miyop mikrop,
Yerde çöp bulamazsın,
Haydi sana hoşçakal,
Sen burda yaşamazsın!

6 yorum:

Seda dedi ki...

Basak, su bahsettigin muzik CD'sini simdi ben de merak ettim. "Miyop mikrop" harika bir sarki ismi, okudukca guluyorum. Hadi interneti kullanalim, birsey yapalim, paylas bizimle, benim minik de dinlesin.

Hatta, oyle bir yol bulalim ki ben de bizdeki muzik dersinin CD'lerini paylasayim. Sharing is caring, hehe. (ne kopyasi, ne telif hakki, alakasi yok! biz uretici degiliz, yiyiciyiz :)

larcencielblog dedi ki...

Valla yapalım! Hmm, sendspace'den göndersem mesela? Hayır yani, Türkiye'ye gelmenize daha 5 ay olmasa "kardeşim sanata sanatçıya destek, geldiğinizde ben aliyim size burdan" derdim ama çok var daha! Sendspace olur, rapidshare olur. Şimcik CD arabada, ama bakıcam ben bir hal çaresine :)

Seda dedi ki...

Tamam bir de dropbox var, biz de ona bakalim, haberlesiriz...

larcencielblog dedi ki...

aaa ben dropbox'ı unutmuşum; iyi hadi bakın da bakalım olmazsa öyle halledelim...

Burcu dedi ki...

Merhaba, Çınar çok tatlı maşallah öncelikle bunu belirtiyim. 2. olarak birşey sormak istiyorum. media markette mini dvd ler hakkında bilgi aldım geçenlerde, lakin araba koltuğuna takılması için extra bir parçası yok, kendi imkanlarınızla takacaksınız dediler. Doğru mu bu? Siz nasıl taktınız koltuğa ve memnun musunuz asıl önemlisi? Markası nedir? Sevgiler..

larcencielblog dedi ki...

Merhaba Burcu,

Teşekkür ederim, hepimizin çocukları insanın kan şekerini yükseltecek cinsten zaten :)

Bizim kullandığımız bu mini DVD oynatıcının markası Philips. Aslında babama Amerika'dan gelmiş. Koltuğa takmak için olan aparatıyla birlikte, böyle mandal gibi bir şey, kendi vida sistemiyle sıkıştırıyorsunuz, sonra da DVD'yi yine vidaya benzeyen bir aparatla o mandal gibi olanın üstüne vidalıyorsunuz. Yani kendi imkanlarınız diye bir şey yok. Tehlikeli de bence.

Benim bildiğim kadarıyla burada satılan mini DVD oynatıcıların da aparatları var, bazen görevliler yanıltıcı olabiliyor. Bir kaç yere daha sorun isterseniz.

Sevgiler, Başak