30 Eylül 2010 Perşembe

BEYŞEHİR: Süprizli Bir Durak!

Bu yazı, aslında Serap için :)

Antalya'dan "Dönmeyelim, hep burada kalalım, hayatımız boyunca kampta yaşayalım" diye diye ayrıldığımı yazmıştım... ve bu noktada tek tesellimin Beyşehir olduğunu da.

Biz aslında, Beyşehir'e büyük börülcem Sibel'i, Tuncay Abi'yi ve Çınar'ın -sayıkladığı- Mehmet Abi'siyle Emre'sini görmeye gitmiştik. İşte tabii, göl kenarında bir yürüyüş yaparız, ama daha çok ailenin uzakta yaşayan bir kısmıyla hasret gideririz diye bakıyorduk olaya.

Hasret giderdik, çocuklar kaynaştılar tabii! Hatta Emre, Çınar'la fazla kaynaşmak istedi ama bizimki daha temaslı oyunlardan anlamadığı için pek aynı dili konuşamadılar. Yine de, birbirlerinin arkadaşlığından son derece keyif aldıkları her hallerinden belliydi :)


Evde biraz dinlenip biraz da hasret giderdikten sonra "eee, oturmaya mı geldik" deyip yola düştük. Meğer Ekiciler bize dev bir program yapmışlar! Önce Eşrefoğlu Camii'ne gittik. İçi tamamen kayın ağacından yapılma, muhteşem bir camii! Ortasında, kocaman bir havuz/çukur var. Kayın ağaçlarının çürümemesi için neme ihtiyacı varmış, camiinin için nemli tutmak için buraya kar dolduruluyormuş. Rehberimiz, camiinin imamı, çok güzel başka bilgiler de verdi, hatta ezan okudu; ancak, ben bir yandan Çınar'la Emre'nin peşinden koştuğum, bir yandan da sürekli aşağıya dökülen eşarbımı toplamaya çalıştığım için dinleyemedim (alışmadık popoda durmaz derler ya...). Zaten gezinin ortalarında biz Çınar'la soluğu dışarıda aldık!


Camii'den sonraki durak Beyşehir Gölü idi. Göl dediysem, denizden az küçük! Tekneyle tur yapılabiliyor. Sibeller bize bir tekne turu düşünmüşler. Pek sevindik, hele Çınar, "tekne"ye binme fikrine bayıldı! Ama sonra, aslında tekneye binmenin suyla bağlantısını kesmek demek olduğunu anlayınca, eskisi kadar hayranlık duymamaya başladı, o ayrı! Yine de, Gölde kitabına atıfla, etrafımıza baka baka bir süre idare ettik. Uzun süredir ben de tekne gezisi yapmamıştım; püfür püfür esen rüzgar, güzel bir sohbet eşliğinde yenilen çerezler ve içilen çaylar iyi gldi. Çocuklar üşüyüp ve bunalıp cozutmasalardı, çok daha keyifli bir gezi olabilirdi ama bu haliyle bile hiç fena değildi...


Tekneden indiğimizde hepimiz biraz sersemlemiştik. Ama gezi daha bitmemişti. Osmanlı'nın ilk sulama projelerinden biri olan Taş Köprü'ye gittik. Gece o kadar güzel ışıklandırmışlardı ki, hayran kaldık! Zaten Beyşehir, hiç bir İç Anadolu kentine benzemiyor. Göl, çehreyi çok değiştirmiş. Işıl ışıl, modern, güzel bir havaya sokmuş... insanın içi açılıyor gezerken!


Akşam çocuklar günün yorgunluğuyla erkenden sızdılar, biz de Sibel'in "göl manzaralı" mutfağında doya doya sohbet ettik...

Ertesi gün, horozumuz Çınar yine erkenden öttü... tam onu yatakta tutmaya çalışıyordum ki, diğer horoz Emre'nin sesini duyunca (ki Emre de onun sesine uyanmış) yerinden fırlayıverdi. Çocuklar birbirlerini seviyorlar, ve özlüyorlar! Evin içindeki çocuk koşuşturması herkesi uyandırdı yavaş yavaş ve herkes kalkınca bu sefer kahvaltı yapmak için, tüm şehri ve gölü tepeden gören çok güzel bir yere gittik.

Kahvaltımız hazırlanırken, Çınar yine bir "ördet" kafesi keşfetti. Ve daha sonra da "papanga"yı... Papağan yani. Ama tam papağana ilgiyle bakarken hayvanın ciya ciyak bağırması, aralarındaki tüm ilişkiyi bir anda bitiriverdi. Çınar'ın o anki üç buçuk atmış ifadesini çekmeye çalıştım ama başaramadım!


Açık havayla iyice acıkan karınlarımızı muhteşem bir kahvaltıyla doyurduktan sonra önce eve uğradık, göl manzaralı balkonda bir yorgunluk kahvesi içtik... sonra da ÇınÇın'ın karnını doyurup Ankara'ya doğru yol aldık.

Bu kısmın gülümsenerek hatırlanacak iki anı da İzmir ekibiyle buluşan Özge'min "özendirmek gibi olmasın amaaa biz toplaştık" telefonu ve Çınar'ın yolda uykusundan, Emre'nin annesinin elinden kurtulup çırılçıplak ortada dolaştığı anı hatırlayarak "Emmeeee, bibiyaaaaaa, anne, kattiii (Emre, pipisi açık annesinin elinden kaçtı)" diye kıkırdayarak uyanmasıydı!

Ve böylece hem tatili hem de tatil yazılarını bitirmiş olduk... darısı seneye!

6 yorum:

Hilal dedi ki...

Başak'cım çok güzel bir gezi olmuş. Beyşehir gezilecek güzel bir ilçemiz, göl de Türkiye'nin en büyük göllerinden. akşam ışıklandırmalarına da bayıldım. kaç sene oldu görmedim Beyşehir'i.

sevgiyle kal

larcencielblog dedi ki...

Hilal,

Sen hepimizden yakınsın, son halini bir gör derim :) Gerçekten çok beğendim Beyşehir'i... tam anlamıyla sürprizli bir durak oldu bizim için!!

Sevgiler :)

Sen Gelince dedi ki...

Başak'çım ne iyi etmişsiniz. Çınar'ın dilini çözemedim ben hala. Ama sen tercüme ettikten sonra her seferinde yüzümde bir tebessüm oluşuyor:) Yine kopardı beni:)

larcencielblog dedi ki...

Özlem,
Çok iyi ettik hakikaten...
Bu arada, Çınar'ın dilini çözmek için muazzam bir çaba harcıyorum! Bunlar, anlayabildiklerim, bir öbek de anlayamadığım ve söylediği zaman melül melül yüzüne baktığım kelimesi var :)
Öptüm!

Serap dedi ki...

Cok tesekkur ederim:)) Cok guzel goruntuler ve cok guzel bir mola olmus. Uzaklarda olmak cok zor en azindan bu sekilde yakin olabiliyoruz:)))

larcencielblog dedi ki...

Uzakları yakınlaştıran bilog :)