Siz hiç Özgürkalp sunumuna katıldınız mı? Aslında ben de yalnızca başına katılabildim; sonra, aşağıdaki fıstığın ilk doğumgünü vardı, ona gitmem gerekti... ama aklım kaldı sunumda. Çünkü dinlediğim kadarı bile beni aydınlatmaya başlamıştı.
İyi ki doğdun tatlı Defne kızımız!!!
Özgürkalp, bir pedagog. Rasta saçlı, hippi bir pedagog ama. Almanya'da pedagoji okuduktan ve bir takım projelerde çalıştıktan sonra bakmış ki, geçici çözümler, çözüm değil. İşin, çocuk doğasının özüne inmak lazım. Başlamış gezmeye, 4-5 yıl seyahat etmiş. Bu seyahatleri sırasında çocukların travmasız yetiştirilebildiği yetimhaneler, kendi okulunu kurup, orada eğitim görüp devletle epey çatıştıktan sonra üniversiteye kabul edilmiş insanlar, çocuk eğitimine sıradışı yaklaşan sıradışı aileler görmüş, tanımış. Şimdi de öğrendiklerini gezerek bizlere anlatıyor. Bebeğin ana rahmine düşmesi süreciyle başlıyor anlattıklarına. Çünkü gerçekten, herşey orada başlıyor.
Dinleyebildiğim 1 saati biraz aşan kısımda çok ilginç şeyler öğrendim ve unutmamak için de, hemen buraya yazmak istedim. Yalnız herşeyin özü şu: biz çocuğa ve doğasına ne kadar az müdahale edersek, o kadar iyi! Çocuğun kendi yolunu bulmasına izin vermek lazım...
- Doğum: Araştırmalar sonucu, (planlı) sezaryenle doğan bebeklerin -çocukların- yapılacak bir etkinlikten, normal doğumla dünyaya gelen çocuklara kıyasla, daha önceden haberdar edilmesi gerektiği ortaya çıkmış. Yani, normal doğumla dünyaya gelen bir çocuğa "Babaannene gideceğiz, 5 dakika sonra çıkıyoruz" denmesi yeterliyken, lanlı sezaryenle doğan çocuklarda bu sürenin yarım saate kadar uzaması beklenebilirmiş. Bunun nedeni, kendi zamanına kendisinin karar vermemiş olmasıymış.
NOT: Ben, sezaryenle dünyaya gelmişim (makat gelişi olduğu için). Gerçekten, tüm şartlarım uygun olsa bile, biri bana "hadi Başak, kalk şuraya gidelim" dediği zaman asla "tamam gidelim" diyemem. Garip bir huzursuzluk duyarım. Ben bunu hep, çok planlı bir insan olmama bağlıyordum. Belki o da "planlı sezaryenin" etkisidir :) Çınar da mesela, planlı sezaryen bebeği (benimle aynı nedenden, artı bir de plasenta yaşlanması olduğu için). Ama o benim gibi değildir. 5 dakika önceden söylemek yeterli oluyor yani... kısacası, genellemek mümkün değil, ama akılda tutulabilir...
- Sınırlar: Ana rahmi bebek için bir sınırdır. Doğduktan sonra da, bütün dünyayı ona bir anda sunmak yerine, sınırlarını yavaş yavaş büyütün.
- Odaklanma: Ana rahminde geçirilen zaman bir meditasyon hali olarak görülebilir. Bebek bir yere odaklanır, bazen uyur, bazen uyanıktır. Doğduktan sonra da, bu odaklanma durumu devam ediyormuş. Örneğin, bebekler ellerini keşfettikten sonra, dakikalarca ellerine bakmaktan çok hoşlanırlar, değil mi? Ama biz anne-baba olarak pek rahat vermeyiz. Ya sözle, ya da eline herhangi bir şey (çıngırak, vb) tutuşturarak sevgimizi ve beğenimizi göstermeye çalışırız. Ve odaklanmayı bozarız! Sürecin tamamlanmasını geciktiririz böylece -istemeden! Bu, herşey için geçerli. Bir bebek/çocuk bir şeyle ilgileniyorsa, oynuyorsa, gölge etmeyin, başka ihsan istemez! Sevgi/takdir göstermek için bile olsa konuşup, bir şeyler söyleyip dikkatini dağıtmayın, odağını bozmayın! Bırakın, keşfetsin!
- Doğru zamanda doğru söz: Yukarıdakini okuyunca "peki hiç mi yönlendirmeyeceğiz?" diye düşünmüş olabilirsiniz. Doğru zamanda, doğru şeyi söylerek, evet, yönlendireceğiz. Mesela bir oyuna başlarken, bir oyuncağı eline alırken, onunla ne yapacağını bilmediğini düşünüyorsanız "bunun ne işe yaradığını göstermemei ister misin?" diyebilirsiniz. İzin verirse, gösterin ve kenara çekilin. O yine sizin dediğiniz şekilde oynamak zorunda değil, üstelemeyin. neyle, nasıl oynamak, ne şekilde "öğrenmek" istiyorsa, bırakalım onunla oynasın, öyle öğrensin. Tabii ki alternatiflr sunmak iyidir; ama ısrar, zorlama kötüdür. Ya da, oyunu bitince "haydi şimdi oyuncakları toplama zamanı" diyebilirsiniz. Yani bir işe başlarken, ya da bitirirken yapacağınız "müdahale", doğru zamanda doğru sözle yapılıyorsa, çocuğu destekler. Tabii ki kendisi sizin yardımınızı isterse, esirgemezsiniz. Ama odaklanmış oyun oynayan bir çocuğa gereksiz söyleyeceğiniz her söz, onun odağını bozup, bir sonraki adıma geçişini geciktirecektir.
NOT: Kurallar konusunda, 3 yaşında önce pek bir şey beklemememiz gerektiğini de söyledi Özgürkalp... yani 0-3 yaş arası "hürgeneral" dönemi :)
- Rahatlama aracı olarak ağlama: Çocuklar tehlikelere karşı değişik tepkiler verirlermiş. Mesela, kahkahalarla gülmek, tehlikeyi savma aracı olarak kullanılablirmiş. Tabii ki ağlamak, bizim en iyi bildiğimiz tehlikeye karşı savunma biçimi. Ve geleneksel çocuk yetiştirme yönteminde çouğun ağlaması en az tahammül gösterilecek şeylerden biridir. "Aman ağlamasın da" cümlesini ne kadar çok duyuyoruz, değil mi? Halbuki çocuk, canının acımasına ya da yaşadığı bir strese karşı kendini bu yolla rahatlatabilir. Ağlamayı bastırmak, o acının geçip gitmesini de engeller. Burada yapılacak şey, izin veriyorsa çocuğa sarılıp "acını/sinirlenme nedenini/sıkıntını anlıyorum" diyerek, rahatlayana kadar ağlamasına izin vermek (ama yanında olduğunuzu da hissettirmek) imiş. Ağlamak, rahatlatıyormuş kısacası... kendinizden düşünün, bazen hüngür hüngür, hatta bir süre sonra neye ağladığınızı bile bilmeden ağlarsınız ya. Ve sonra nasıl da rahatlar insan...
- Yemek/Stres: Evdeki gündemimiz iştahsızlık olduğu için bu kısım aslında çok dikkatimi çekti. Özgürkalp bunu özel olarak anlatmadı aslında, bir soruya yanıt verirken tesadüfen bahsetti. Ama benim çok işime yaradı. Çocukları bazı şeylere zorlamamız gerekebilir (bir yere giderken giyinmek gibi). Ama bazı şeylere de zorlamamız gerektiğini düşünsek bile yapmamak en iyisidir (yemek yemek gibi).
Aslında çocuklar, "içgüdüleriyle çok yönetildikleri için" sık ve AZ yemek yemeye ihtiyaç duyarlar -en sağlıklı olarak bilinen beslenme biçimi, değil mi? Ve "3 ana öğün" aslında endüstrileşmenin getirdiği bir planlamadır (sabah işe gitmeden, işte ve akşam işten döndükten sonra). Gerçi, 3 öğün kavramı günümüzde yerini daha fazla öğün, daha az yemek planına bıraktı. Çocuklar için de aynı şey geçerli. Yani, 3 ana öğünde kocaman kocaman porsiyonları devirmek zorunda değil minikler. Ve nasıl biz bazen acıkmıyorsak, onlar da acıkmamış olabilirler.
Ama öyle zamanlarda ne yapıyoruz? "Eyvah aç kaldı çocuk" diyerek endişelenmeye başlıyoruz. Çocuk -aç olmadığı için- yemek istemedikçe, ya da azıcık yeyip de doydum dedikçe, endişe seviyemiz artıyor. Ve bu endişeyi anlayabildikleri için, çocuklar da strese girmeye başlıyorlar. Stres, çocuk için "tehlike" demek. Tehlike de, uzaklaştırılması gereken şey demek. Ve çocuk "yemek ortadan kalkarsa, stres/tehlike de ortadan kalkar" diye düşünüyor, "tehlikenin boyutuna göre" yemek yemeyi tümden kesebiliyor.
Bizim evde olan şey bu. Çınar geçen ay hastalandığında, 2 gün 39 derece ateşle yattığında, hiç yemek istemedi. Ve biz onu biraz zorladık. Sonra Hilal Hanım imdadımıza yetişti. Sonraki günlerde, bazen iyi gitti iştahı, bazen kötü. Ama son zamanlarda yeme konusunda pek istekli değil. Çünkü biz zorlamaya devam ediyoruz -aç kalmasın diye. Yapmamamız lazım, ama insanın içi elvermiyor. Fakat dünden sonra anladım ki, bu durum böyle sürerse, sonu pek iyi bitmeyecek. Bir süre kendi haline bırakmamız gerek. Bu durumun, yemek yemenin, "tehlike arz etmediğini" ona anlatmamız lazım. Uzun sürebilir bu süreç, ama zaten yemeyecekse, hiçbir şeyle ikna olmuyor. Hem, gördüğüm kadarıyla, gerçekten hiçbir şey yemeyen çocuklar bile büyüyorlar. (Kendimi rahatlatmak için yazıyorum) Çınar hayatının ilk iki senesinde son derece iyi beslendi; en önemli iki yılı gayet güzel geçirdi zaten... belki de artık, insiyatifi ona bırakma zamanıdır.
Özgürkalp dedi ki, siz yine belirlediğiniz ana ve ara öğünleri sunmaya devam edin, ama yemek istemiyorsa, ısrar etmeyin. Hatta bazen, ço güzel bir yemekten 2 kaşık yer, bırakır; bıraksın, o da yeterlidir onun için. Değişik çeşitler, sağlıklı şeyleri aynı saatte sunmaya devam edin.
Ve, bilinenin aksine, şöyle de ekledi: Sunduğunuz saatte değil de bazen, bir yarım saat sonra yemek isteyebilir. Demek ki o zaman acıkmıştır, o zaman da yemeği verebilirsiniz. (Hani biz hep "o saatte yemezse bir sonraki öğüne kadar aç kalsın" deriz ya, buna gerek olmadığını söyledi... hala çok içime sinen bir nokta değil. Ama bir yandan da, demek ki çocuk o zamanda acıkmış. Kafam karışık hala bu konuda kısacası.)
Çok kısa zamanda, çok şey öğrendim... Daha 3 saat kalmalıydım! Neyse ki, önümüzdeki aylarda yeniden bir sunum yapacak Özgürkalp. Bu sefer kesinlikle sonuna kadar izlemeli ve daha da çok şey öğrenmeliyim.
Tarihini haber veririm; Ankara'da olanlar da katılmak, bu yazdıklarımı ve çok daha fazlasını Özgürkalp'in kendisinden duymak isterler belki...
11 yorum:
Çok güzel bir yazı olmuş bu, eline sağlık..
"Eğer yemezse bir sonraki öğüne kadar açlık" kısmını bende asla uygulamam. Çünkü bizim bile iştahımız 10 dk içinde değişirken niye kavga dövüş yemek YEDİREMEME sonrasında bebeğe 3 saat -ya da her nekadarsa- açlık yaratayım.
Bana fazla didaktik gelmiştir bu yaklaşım hep.
Sanırım çok da yanlış yapmıyormuşum :)
Basak eline saglik, cok isteyip de bambinoyu birakip gidemedigim bir sunumdu. insallah bir sonrakine gidebilirim, haber verirsen sevinirim. sevgiler!
Burcu, ben emin değilim. Yani, sanki o zaman Çınar yalnızca ayakta çöplenen bir çocuk olurmuş gibi geliyor... Tabii ki, bir yarım saat sonra yemek yedirmek mümkün, ama her acıktım dediğinde de ayaküstü bir şey yemesini istemiyorum.
Benden Bizden, bambino çok şeker! Güle güle büyütün! Kesinlikle haber vereceğim...
ben de sadece yarısını izlemiştim. notlar yazman çok güzel olmuş, eline sağlık.
sevgiler
gorki
teşekürler paylaşım için...
ben böyle bir özgürkalbin varlığından bile bihaberdim...
sezeryan doğan bir dr arkadaşım aynı konuyu bana anlatmıştı inanmamıştım bilimselliğine...Birde travmalara dirençsizliğini hep buna bağlardı...Hayatın en güzel travmasını yaşatmamışlar bana bu yüzden derdi...şaşırdım şimdi???
yemek bizdede stres...Kreş öncesi dönemde yöntem uygulanabilir gelen öğün beklenmez ama sonrasında durum karışabilir biz belki bir yarım saat sonra verebiliriz ama okul ortamında ana öğünde yemesi gerktiğini bilmeli en azından diye düşünüyorum...
tekrar teşekkürler ...
Paylaşım için teşekkürler Başak, biz de aynı saatlerde Hilal Hanım'ın seminerindeydik :)) Bu arada Çınar'ın son videosundan bahsetti "water please", merakla bekliyorum :)
Görkem, beğenmene sevindim :)
Nihal, demek doktoru arkadaşınız da aynı şeyleri söyledi, ilginç!
Bu yemekle ilgili, Hilal Hanım'la da konuştum bugün. O anda yemek istemiyorsa, direniyorsa, olumsuz tavır takınmadan 'tamam, aıktığında yemek istediğini söyle o zaman' deyip yemeği kaldırabilirmişiz. Ama yemeği yeniden istediğinde, ısıtıp, güzelce sunarak verin, bazen aileler masada beklettkleri tabağı sunuyorlar, e haliyle çocuk yemiyor, dedi.
Yuvada, öğlen uykudan önce yemeği yemek istemezlerse, uyku sonrasına saklayıp yeniden teklif ediyorlar. Aslında, her yemeğin sunulduğu belli saatler var, çocuk zaten bu kurallara alışık; ama bazen, kurallara yer değiştireiliyorlar. Ben beğeniyorum bu tarzlarını, bana da ev için örnek oluyor :)
Bahar, ne güzel! Hilal Hanım'ın sminerlerine bir ben katılamadım! Videoyu bu sabah aradık, bilgisayarda bulamadık :( Bakalım, bulunca alıp vimeoya yükleyeceğim :)
Canım super paylaşım. Çok teşekkürler. Bir sonraki ay diğer üç saati de bekliyoruz mutlaka :) bir saatten bunlar çıktıysa oooo :) Özellikle çenesi düşük ben bidi bidi konuşup çocuğun konsantrasyonunu bozmama konusunda kendimi epey frenlemem gerektiği konusunda ders çıkardım. Bir de konuşması için bol bol, kısa kısa, çok çok konuş da diyorlar. Şu çocuk yetiştirme de bir denge var ki tutturması çok zor yahu..
Sorma Evrim, aynı şeyi ben de yapıyorum-yapıyordum... aslında ben Çınar'la videolarımızı izledikçe daha sessiz kalmaya başladım :P
Evet, çok çok konuşmak lazımmış konuşması için, ama sanırım o oyun oynarken değil :)
Notlar için eline sağlık, benim için de çok faydalı oldu.
Sevgiler
Paylasimin icin cok tesekkurler. Merak ettigim ancak planlama yuzunden kacirdigim bir toplantiydi. Sayende bilgi alabilmis oldum. Ozgurkalp'in paylastiklarina kafam yatti; bi kismini uyguluyorum da. Bir sonraki sunuma kesin katilacagim.
Tesekkurler.
Yorum Gönder