Bu ayın başında harika bir seminerin duyurusunu yapmıştım! Seminerlerini kaçırmamaya çalıştığım Iraz Toros Suman'ın çocuklarda yaratıcılık ve özgüven ile ilgili semineriydi. Gerçekten, bir kez daha, iyi ki oradaydım dedirten ve yine çok ihtiyacım olan bir zamanda titreyip kendime gelmemi sağlayan bir toplantı oldu... Çok uzun olmaması için 2 bölüm altında topladım:
Bölüm-1: Çocuklarda Özgüven
Merak eden çok, biliyorum; bu yüzden sözü uzatmadan notlara geçiyorum:
Bölüm-1: Çocuklarda Özgüven
Iraz Hanım'ın ilk sorusu "özgüvenli çocuk nedir?" oldu. Ve hemen Selin Hanım'dan tam da Montessori felsefesine uyan yanıt geldi: Yapabilirim, diyen çocuk! Aslında, her çocuk "yapabilirim" diyerek doğar, yaşamına böyle devam eder... biz ona "çaresizliği" öğretene kadar. Fil ve kurbağa hikayelerindeki gibi:
Filler daha yavruyken, kalın bir zincirle bacağından bir direğe bağlanır. Önceleri hayvan kaçmaya çalışır ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın ne zinciri koparabilir ne de direği yerinden oynatabilir. Fil yavrusu ayağında zincirle büyür ve kaçamayacağını kabullenir. Özgürlük kavramını yitirir. İşte bu noktada ayağındaki zincir çözülür ve yerine konulan ince bir halatla birkaç santimetre boyunda tahtadan bir çubuğa bağlanır. Fil, bu koşullarda kolaylıkla kaçabilecek olmasına rağmen olduğu yerde kalır. Çünkü hâlâ var olduğunu sandığı zincirini asla kıramayacağına inanır. Fil büyüyünce ipten kurtarılır. Ama artık o alanın dışına çıkamayacağını öğrenmiştir.
Bir gün kurbağaların yarışı varmış. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Bir sürü kurbağa da arkadaşlarını seyretmek için toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Gerçekte seyirciler arasında hiçbiri yarışmacıların kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Sadece su sesler duyulabiliyormuş:
"Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" Yarışmaya başlayan kurbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmadan kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.
Seyirciler bağırıyorlarmış: "...Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!.." Sonunda, kurbağaların bir tanesi hariç, hepsinin ümitleri kırılmış ve bırakmışlar. Ama kalan son kurbağa büyük bir gayret ile mücadele ederek kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğerleri hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kurbağa ona yaklaşmış ve sormuş bu işi nasıl başardın diye. O anda farkına varmışlar ki kuleye çıkan kurbağa sağırmış!
Hepimiz "kıssadan hissenin" ne olduğunu anladık, değil mi? Buna neden olan anne-baba davranışlarını şöyle sınıflandırdı Iraz Hanım:
1- Baskıcı-otoriter: aşırı kontrollü, çocuğun her adımı üzerinde etki sahibi olmak isteyen
2- Koruyucu: çocuğu "pamuklara saran", sürekli "üşüdüğünü, acıktığını" vurgulayan, hayatta her şeyden korumaya çalışan, hiçbir acı ve keder yaşamamasını isteyen
3- İlgisiz-kayıtsız: Fazla çocuk odaklı olmayan, "çocuktur, büyür" diyen
Ve sonra da, idealin ne olduğunu anlattı:
Demokratik anne-baba: Çocuğun önünde değil, arkasında değil...
Çocuğuyla yan yana yürüyen!
Çok ama çok hoşuma gitti "demokratik" tanımı: yan yana yürümek! Gerektiğinde yanında olmak; ama, o istemeden onun yerine bir şey yapmamak.
Aslında bütün bu anne-baba tavırları, belirli bir ihtiyacı giderme üzerine geliştirilmiş içgüdüsel tavırlar. Her biri, Marslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'ndeki bir katmana hitap ediyor. Demokratik anne-baba hariç, diğer tavırlar çocuğun piramitin en altındaki ihtiyaçlarına yanıt olabilir ve bu ihtiyaçları gidermek aslında oldukça kolaydır. Ama, kritik olan tepe noktasındaki kendini geliştirme ve öz saygı ihtiyaçlarını kaç anne-baba gerçekleştirebiliyor?
Piramitin tepe noktasına ulaşmak zor; çünkü, önümüzde pek çok engel var...
1- Aşırı himaye
2- Aşırı koruma: Fiziksel zararlardan korumak, sürekli arkasında dolaşmak, her işi çocuk adına yapmak... Iraz Hanım, çocuğa sürekli "sen yapamazsan, ben yapayım" demenin, en sonunda çocukta "ben yapamam ki" mesajını yerleştireceğini söyledi. Yukarıdaki hikayelere bakarsanız, haklı, değil mi?
Bu noktada, her işi kendisi yapmak istiyorsa, bırakın yapsın, diye ekledi. Yalnızca, ortamı onun için güvenli hale getirmek yeterli. Hatta, benim çok yaptığım bir hatadan da bahsetti. Çınar'a, yapmasının zor olacağı işler için kendisi sormadan "yardım edebilir miyim?" derdim. Bu da aslında "sen yapamazsın" mesajını vermek için yeterliymiş. Çocuk istemeden yardım etmeye gerek yok. Ortamı kendisine zarar vermeyecek hale getirin ve arkanıza yaslanıp (derin de bir nefes alıp) kendi kendine bir işi başarmasını izleyin!
Tabii ki her zaman her işi çocukların yapmasını bekleyecek kadar vaktimiz olmuyor. Bunun için "hadi"lemeye başlıyoruz. "Hadi" yerinde de Hilal Hanım güzel bir çözüm önerdi. Örneğin, şöyle demek hem sizi hem de çocuğu rahatlatabilir: "Şu an çok acelem var ve sana yardım etmem gerekiyor. Hangisini sen yapmak istersin?" Emin olun, çocuğunuz bu talebinizi anlayacak ve size yardımcı olacaktır, diye eklemeyi de ihmal etmedi.
3- Kültürel engeller (büyükanneler, büyükbabalar, dedeler, bakıcılar): Büyüklerin kalbini kırmadan "yeni nesil çocuk yetiştirme tekniklerini" anlatmak ve onlardan işbirliği rica etmek gerçekten beceri istiyor. Zamanın bir kısmında becersek, bir kısmında beceremiyoruz bu hüner gerektiren işi. Ama bazen de, ne olursa olsun, çocuğun özgüvenini zedelememek adına, büyüklerin kalbini biraz kırmamız gerekebiliiyor. Iraz Hanım da, her konuda değil; ama, çok temel davranış kalıpları konusunda büyüklerle ufak sürtüşmelerden zarar gelmeyeceğini anlattı. Yani, büyükanneler, dedeler, bakıcılar başımızın tacı! Ama, biz de çocuğumuz için en iyisini isteyen anne-babalarız. Usulünce anlatılırsa, her konuda anlaşmaya varılabilir.
4- Mükemmeliyetçilik: Sınav, yarış, kıyaslama... kendimize soralım, çocuğumuzdan "ne olmasını" bekliyoruz? Aslında biz, pek çoğumuz, bu gaye ile büyütüldük! Kendimizde hata kabul edemezken, çocuğumuzun da her şeyi "bizim istediğimiz gibi" yapmasını bekliyoruz. Halbuki...
Ne güzel demiş, değil mi? Mükemmeliyetçilik için çok uç örnekler vermeye gerek de yok. Ayakkabısını ters giymesi, ya da birbiriyle alakasız renkteki giysileri seçmesi bile "düzeltmemiz" gereken şeylermiş gibi davranıyoruz. Halbuki, o öyle "rahatsa" ve mutluysa, sorun yok: ayakkabısını ters de giyebilir (sağlığından enidşe ediyorsanız, "yanlış giydin" ya da "ters giydin" demeyin; "rahat mısın?" diye sorun. Rahat değilse, "bir de öbür ayağına giymeyi dene" deyin. Rahatsa, zaten ayakkabısı biraz büyüktür ve endişeye gerek yoktur... Çınar üzerinde denenmiştir :D).
Mükemmeliyetçilikten kaçmak için:
ben ve bir olma haline saygı duyun!
Mükemmeliyetçilik duygusunu körükleyen davranışlardan birinin de çocuğa ödül veya ceza vermek, ya da sürekli övmek olduğunu vurguladı Iraz Hanım. Övgü, tabii ki güzeldir. Ama, yaptığı işle ilgili süreç övüldüğünde, çocukta da "kendini beğenme ve onaylama" hali gelişecek, kendini başkalarıyla kıyaslama ihtiyacı hissetmeyecektir.
5- Kocaman adam gibi davranmasını istemek/beklemek/bundan gurur duymak: Çocuğu çok fazla merkeze alıp böyle anlamlar yüklemeyin. Çocukluk yaşanması gereken bir çağdır. Bırakın, çocukluğunu yaşasın!
7- Limitlere sokmak: "Uslu uslu otur, koşma"... ama belki de koşmak onun öncelikli ihtiyacı?
Onun adına karar vermeyin. Onun adına, ondan önce konuşmayın. Unutmayın; çocuğunuz insanCIK değil, o da en az sizin kadar insan ve ne hissettiğini, ne yapmak istediğini gayet iyi biliyor!
8- Sembiyoz/birlikte yaşamak: Bebeklik döneminde ne kadar gerekliyse, bebeklik dönemi bittikten sonra, onun da bir birey olduğunu ve kendi alanını yaratmaya ihtiyaç duyduğunu kabul etmek lazım. Kenetlenmiş bir ilişki yalnızca zarar getirir. Arada bir birilerine bırakıp (babası da olabilir) dışarı çıkın, kendinize ve ona alan ve zaman yaratın... ufak hayal kırıklıklarını önce evin içinde deneyimleyerek daha güçlü olmasına, kendi savunma mekanizmasını geliştirmesine izin verin.
9- Proje Çocuk yetiştirmek: Kurslar, spor, vs ile boğmayın. Onları heyecanlandıran neyse, onu yapmasına izin verin. Çok fazla kurs, çok fazla kaos yaratır! Daha sade bir hayatı seçin...
Yalnızca anne ve yalnızca baba ile geçirilen zamanlar da çok kıymetlidir. Kız çocuklar zaten anne ile zaman geçiriyorlar; erkek çocukların da 3 yaş sonrasında yalnızca babalarıyla geçirecekleri zamanlar yaratmak çok önemlidir.
10- Mizaca saygı duymamak
11- Sözünü tamamlamak: ne kadar uzun sürerse sürsün, sabırla cümlesini bitirmesini bekleyin. Size sormadan, cümlesini tamamlamayın. Onun düşünüp bulmasına fırsat verin.
...Ve böylece, şimdiye kadar en az birini yapmış olduğumuz hataları gözümüzün önüne seriverdi Iraz Hanım! Tabii, yalnızca "yanlışları" düzeltmek yetmiyor. Doğrusunu yapmak için de çabalamak lazım. Mesela...
1- Sorumluluk vermek lazım: Nasıl mı? Yaşama katarak... Ev hayvanına bakmak, masayı kurmak, çamaşırları sınıflandırmaya yardım etmek gibi...
2- Fiziksel kapasitesini önemsemek lazım: Örneğin, çocuğunuz eğer kendini hazır hissediyorsa, kaydırağa kendisi çıkabilir. Ya da, hazır hissetmiyorsa, sizin onu itelemeniz, korkacak bir şey yok, diyerek telkin etmeniz onu yalnızca huzursuz eder. Kendi yapabileceği zamanları sabırla beklemek, o zaman geldiğinde de kendi başına yapmasını izlemek lazım... elimizi güvenli bir mesafeden üstünde tutmak yeterli; ama, asla "üstünde" olmasın!
3- Kendi ilişkilerini kurmalarına izin vermek lazım: "Hadi arkadaş olun" dememek, fiziksel bir darp durumunda başlarına üşüşmek yerine, bir süre kendilerinin çözmesini beklemek gibi... aslında bu, kendimizi tutamadığımız konuların başında geliyor, değil mi? Darp edilen çocuk annesi olmaktansa, darp eden çocuk annesi olmak çok daha zor bir durum. Ama unutmamamız gereken şey, 3 yaşa kadar zaten sözel olarak kendilerini ifade edemediklerinden, fiziksel tepkilerin çok normal olduğu. Ve 3 yaştan sonra da, arada öfkelerini dışa vurmanın sağlıklı bir davranışa işaret ettiği. Ve çocuğa müdahale ederken unutmamamız gereken şeylerden biri de, "neden böyle yapıyorsun?" gibi suçlayıcı sorularla değil "ne oldu" gibi sorunu anlamaya yönelik sorularla yaklaşmak.
4- Söylememek, olmak lazım!
5- Kararlarına saygı duymak lazım: İnsanCIK değil, insan onlar. Önce ona sormak lazım: üşüdün mü? Acıktın mı? Ama, yetişkinlerin karar vermesi gereken durumlarda, tercihi ona yaptırmayın, yalnızca bilgi verin: "Doktora gidelim mi?" değil, "doktora gidiyoruz" gibi... Ve seçmeli sorular sorun: "Parka mı gitmek istiyorsun, anneanneye mi?"
6- Güçlü olduğu yanlarına vurgu yapmak lazım, zayıf yanlarına değil...
7- Duygularını kabul etmek lazım: Korkularını kabul edin, yanında olduğunuzu hissettirin.
8- Çocukla beraber gülmek lazım, ona karşı değil: Söylediği şarkılar, kullandığı bir kelime komik olabilir. Ama, buna bir kaç kere güldüğünüzde, gururu incinecek ve bir daha dillendirmek istemeyecektir.
9- Sınırları kontrol etmek lazım: Destekleyici mi? Kısıtlayıcı mı?
10- Cinsiyet ayrımcılığı yapmamak lazım
11- Utandırmamak lazım
12- Özür dilemeyi bilmek lazım: Ona öğretmenin en iyi yolu, kendinizin de özür dilemeyi bilmesidir...
13- "Biz" olmaya son vermek, "ben" olmasına fırsat vermek lazım: Acıktık, uyuduk, büyüdük demeyi bırakın... o da bir birey!
---------------------
Özgüvenli çocuk yetiştirme yolunda yanlışları ve doğruları öğrendikten sonra, çocuğun kişiliğini ve yaratıcılığını destekleyecek, geliştirecek oyunlardan va oyuncaklardan da bahsetti Iraz Hanım... Merak ediyorsanız, ikinci bölüm pek yakında yayında... :)
9 yorum:
Beklediğim yazı :) Süper, ellerine sağlık Başak'cım..
Of off... Bir an bunların hiç birini yapamıyorum gibi geldi bana :((
Ahh Başak nasıl özlüyorum seni ve şu paylaşımlarını.. Çok teşekkür ederiz. Öpüyoruz.. Jülide & Ela
Üstümde yüktü resmen Kezban, yazdım rahatladım...ama tam toparlayamamışım gibi geldi :)
Aslı, dinlerken bana da öyle geldi :) Olsun, öğrendik, yaparız artık!
Jülide :) Buradayım ben, beklerim :) Ben de öpüyorum çok!
geliyorum da ruhun duymuyor, bundan sonra iki kere tıklayım:)))
Hahaha, cok iyi olur Julide'cim :))
Başak süpersin ya:) Ay bayıldım hem bu bilgilere hem bloga :))
Teşekkürler "Gühi"cim :))) izlemeye devam et o zaman :D Bir gün lazım olur :))
Ellerine sağlık Başak... Çok faydalı bir seminermiş gerçekten de senin yazın da öyle ;), teşekkürler...
Yorum Gönder