Çınar'ın dertlerinden biri olsa gerek...
Mevsim geçişi midir, bu saatlerin ayarlanma vaktinin gelmesinden midir, Ahmet'in bitmek bilmeyen seyahatlerinden midir bilemiyoruz; ama, ana-baba olarak hayatımızın en şuursuz günlerini yaşıyoruz. Galiba biraz, 3 yaşla birlikte gelen "bu çocuk büyüdü ya, oldu bu artık" yanılgısı da var. "Büyüdü artık, o kadar kontrol etmemize, karışmamıza gerek yok" diye düşündük. Tamam, çok güzel, süper yaklaşım da, şuurumuzu kaybedecek noktaya gelmeseydik, iyiydi.
İki hafta önce mesela, rutin cumartesi-Kuğulu-Park-akabinde-Mado gezilerimizden birinde Çınar Mado'da her zamanki çikolatalı-portakallı dondurmasını keyifle yedikten sonra, üstüne portakal suyu içmek istedi. Her ne kadar "Ahmet ya, dondurma üstüne portakal suyu anlamsız değil mi?" desem de, midesine bir şey göndermeyi böyle hevesle istemesi sonucu direncim kırıldı ve o portakal suyunu içti. Sonra Kuğulu Park'a geri döndük ve mekanik atlı karıncaya binmek istedi. Evet, bindirdik. Sonrası... Problem Çocuk-2 filmini hatırlayanınız var mı? Hani dönmedolaba binerler, çok hızlı döner ve hepsi kusmaya başlar; ama, fışkırarak. Hah, işte! Filmlerde gördüğümüzün aynısıyla karşı karşıya kaldık! Hayır, zavallı yavrumun bütün yedikleri çıktığı gibi, oynamaya doyamadan da eve dönmek zorunda kaldı...
Geçen haftaki şuursuzluğumuz ise psikolojik bir soruna yol açtı. Bizim minik Finding Nemo (Kayıp Balık Nemo), Cars (Arabalar), Toy Story (Oyuncak Hikayesi) gibi muhteşem Pixar yapımlarını izlemeyi seviyor bir süredir. Calliou ve Elmo'dan ikrah gelmiş bir anne-baba olarak, biz de bu "gelişmeyi" sevinçle karşılıyorduk. Herşeyi olduğu gibi, bunu da abarttık ve tutup kendisine bir ton çizgi film aldık. Geçen salı akşamı da, "sinema gecesi" yapmaya karar vererek Toy Story 3'ü koyduk. İlk iki film son derece sevimli, şiddet veya korku öğesi içermeyen, eğlenceli filmlerdi. Üçüncüde Pixar tarz değiştirmeye karar vermiş. Filmin kahramanlarından Andy üniversiteye başlıyor diye izleyen çocukların da üniversiteye başlayacaklarını mı düşündüler bilemiyorum; ama, filmde ciddi korku öğeleri vardı. Tabii biz şuursuz ana-baba, bunu filmin ilk CD'si bitene kadar -Çınar da pek tepki vermediği için- fark etmedik. Ha, ne zaman fark ettiniz, diye sorarsanız, Çınar bütün gece uyuyamayıp sabahın köründe (6:30) ayağa dikilip de "annee, benim odama maymun gelmez di miii?" diye sorunca! Dilimiz döndüğünce o maymunun yalnızca filmde olduğunu, onun odasına gelmeyeceğini anlattık, güven duyması için "bak zaten seslendiğinde biz seni duyarız" falan dedik... ve konu kapandı -sandık!
O geceden beri uyurken çok zorlanıyor. Uyku işini çözdük, 10 dakika ninni söylüyorum, sonra uyanıksa bile odasından çıkıyorum, kendisi uyuyor, derken başa sardık. Asla yalnız uykuya dalmak istemiyor. Gece elli kere uyanıyor, sabahın köründe kalkıp (bugün 5:23 mesela) bizim yatağımızda yatmak istiyor (45 günlükten beri kendi yatağında, kendi odasında yatan çocuk!). Ve hep aynı şeyi söylüyor "benim odama kimse gelmez di mi anne?"
Şuursuzluğumuzun doruğunda olduğumuz için, sorunu kendi başımıza çözmeye çabalayıp da çocuğun psikolojisini iyice yerle bir etmeyelim, dedim ve bu sabah soluğu Hilal Hanım'ın yanında aldım! Kendisi gerçekten bizim şansımız! Herneyse, beni tebrik (!) ettikten sonra, yaş dönemiyle ilgili de bir durum olduğunu ve tabii filmin bu tür korkuları açığa çıkardığını söyledi ve şunları önerdi:
- O çözüm sunmadan çözümle gelmeyeceğiz, "seni ne rahatsız ediyor?" ve "seni rahatlatmak için ne yapabilirim?" diye soracağız. (Ben, maymunu filmle ilişkilendirdiğim için, yatağının yanına Buzz ve Woody'yi koyup 'bak, onlar da seni koruyabilir' demiştim; Hilal Hanım 'fantazi yaratmasına neden olabilir, kendisi söylesin çözümü' dedi.)
- "Bak kapı kilitli, pencere kapalı" gibi obsesivite yaratacak şeylerden bahsetmeyeceğiz, bu sefer başka delikler ararmış. "Bak ben hemen içerde, odadayım ve sen seslendiğin zaman hemen seni duyabilirim. Hadi istersen bir deneyelim" deyip her seslendiğinde hemen yanına gidecekmişiz.
- Bu korku işi geçene kadar -çok uzun sürebilirmiş; ama, kullandığını anladığımız zaman kesmeliymişiz- o uyuyana kadar (talep ederse) yanında kalacakmışız. Bütün gece değil; ama, gecenin bir bölümünde (sabaha karşı mesela) yanımızda yatmak isterse itiraz etmeyecekmişiz. Burada kilit nokta, kullanılmamak. Korkunun bittiğini anladığımız anda kesmeliymişiz.
- "Odama kimse gelir mi?" diye sorduğunda "Yok, öyle bir şey olacağını hiç sanmıyorum canım. Ama kendini rahatsız hissedersen, bana seslen, hemen yanına gelirim" diyecekmişiz.
Kısacası, yeni dönemimiz hayırlı uğurlu olsun!
3 yaş enteresan bir dönemmiş aslında. Bir yandan, "gerçekten" büyüdüğünü ve değiştiğini izliyorsunuz. Kendisi de bunun farkında. Ama bu o kadar büyük bir yanılgı ki... Çünkü, ne kadar "birden" büyümüş gibi görünürse görünsün, kendisi kabul edemese ve siz de farkında olmasanız bile, hala çok küçük bir çocuk! Ergenlik döneminin bir değişik versiyonu, bence iki değil üç yaşmış. Prematür garson boy!
Büyümeye o kadar takmış durumda ki... Büyüklerin masası/sandalyesi hikayemizi biliyorsunuz. Bununla birlikte, dedesinin bıyıklarını çekip kendine yapıştırmaya kalktığını yazmamıştım ama sanırım... Ya da bana "anne sen uzun musun, ben de büyüyünce uzayacağım ve o zaman sen kısa olacaksın di mi?" diye sorduğunu da (canım benim, annenin boyu 158 cm, ve sanırım benim 'kısa' olmam için o kadar büyümene gerek yok :D). Sürekli kravat takmak istemesi, evin içinde grantuvalet dolaşması da sanırım "büyümek istemesiyle" ilgili bir şey...
Bu fotoğraf dün, dışarıdan eve geldikten hemen sonra çekildi... hayır, dışarıdayken üstünde gayet spor bir kıyafet vardı, eve gelince bunları giymek istedi: gömlek, çok siyah bi' kravat, çok siyah bi' kemer, çok siyah bi' pantolon, çok siyah bi' ayakkabı!
Aşağıdaki diyalog da dün geçti aramızda, bizi gülmekten komaya soktu!
Bölüm-1: Sahne -dışarı çıkmak üzere giyinen Çınar annesinin yanına gelir.
Çınar: Anne baak, giyindim ben, sık (=şık) olmuş muyum?
Anne: Harika olmuşsun, turuncu sana çok yakışmış bebeğim!!
Çınar: Bebek değilim ben!!!!
Anne: (Zınk...) Eee.. kem küm... ben seni çok sevdiğim için diyorum tatlım, babana da diyorum bazen...
Çınar: Tamam...
Bölüm-2: Sahne -uykudan yeni kalkan Çınar annesinin kucağında biraz keyif yapmaktadır.
Anne: Canım, bebeğim benim... (oops!)
Çınar: Ben bebek olduğum için bebeğim demiyorsun di mi anne? Beni çok sevdiğin için diyorsun di mi?
Anne: Hahaha, evet tatlım, mantığını yerim!!!
Çınar: Mantı yiycez di mi? Askam (=akşam) mı yiycez?
Anne: Yok, patatesli yumurta yapacağım ya akşam... ???
Baba: "Mantığını yerim" dedin ya, "mantı" anladı onu o...
Anne: Haaaa... evet... (trink)
Bir yandan "büyümek" istediği için kendisine "bebeğim" denmesine bile tahammül edemeyen; ama bir yandan da "mantık"ı "mantı" anlayan bir 3 yaş yavrusunun evinden kesitler okudunuz...
Esenkalın :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder