9 Ağustos 2011 Salı

Issız Mutfağım

27 yaşıma kadar yemek yapmadım ben! Omlet ve makarnayı saymazsanız. Çok ciddiyim. Annem muhteşem yemek yapar; kayınvalidem de. Evliliğimizin ilk 6 ayında sevgili kocacığımın favori cümlesi şuydu: Başak çok güzel yemek ısıtır! Annelerden gelen yemekleri ısıtmada ve sofraya koymakta gerçekten üstüme yoktu!

Sonra, 27 yaşında Kanada'ya gittim ve 6 ay yalnız yaşadım. İlk gece dank etti; eğer bir insanın açlığa kaç gün dayanabileceğini keşfetmek istemiyorsam, yemek yapmayı öğrenmeliydim. Bu kararım, annemin de teknolojiyle tanışmasına vesile oldu; zira, kendisini MSN başına oturtup, her gece bir yemek tarifi aldım. Özledikçe, aklıma geldikçe değişik tarifler de denemeye başladım. Bir gün oturup MANTI yaptım ben! Videosu bile var; hayır burada paylaşamam. Sonra fark ettim ki, kekler ve kurabiyelerde oldukça iyiyim. Mercimek çorbasında da... ve hatta et yemeklerinde de. Pilavımı yerken parmaklarınızı bile yiyebilirsiniz! Kısacası, aldım başımı gittim!

Tabii Türkiye'ye döndüğümde bu durum en çok Ahmet'in hoşuna gitti. Evde yalnızca yemek ısıtabilen değil, yemek pişirebilen bir eşi vardı artık. Minik adam doğduktan sonra da, evde olduğum için yemek yapabilmeye devam ettim. Özellikle Çınar için lezzetli yemekler yapmak çok keyifliydi! Bu durum, ben çalışmaya başlayana kadar devam etti... sonrasında...

Issız kaldı mutfağım.

Akşam 6'de işten çıkıp eve 7'ye doğru gelebilen ve de kendisini özleyen minik adamın tacizlerinden başını alamayan (ve dahi almak istemeyen) bir insan evladı yemek yapmaya ne ara vakit bulur? Kim yemek yapmayı, bütün gün burnunda tüten bebesiyle oynamaya tercih eder? Sorgulamaya gerek yok, ben etmedim. Yine "Başak çok güzel yemek ısıtır" günlerimize geri döndük.

Ve aklınızda bulunsun, yemek yapmak bisiklete binmeye benzemiyormuş. Yani, bir kez yapmaya başladın mı hatırlarsın falan... öyle değil işte. Yemek yaptıkça ustalaşıyor insan, yapmayı bıraktıkça pas tutuyor, beceriksizleşiyor, en iyi yaptığı şeyi bile eline yüzüne bulaştırıyor. Öyle bisiklete binmek kadar da kolay hatırlayamıyorsun. Evet, hala annem (sağolsun, varolsun) dolabımızı haftalık doldurabiliyor; ama, ben mutfağımı özledim. Keyifli yemekler yapmayı özledim. Bir de, minik adam büyüdükçe, yemek yapmak için daha çok vaktim olduğunu fark ettim. Çünkü artık o odasında oyalanırken yemek yapabiliyorum. Ya da, o da gelip bana "yardım" ediyor, ki etrafın savaş alanına dönmesini umursamazsanız bu hali daha da zevkli (misafir gelecekken ya da aceleniz varken olmayabilir).

Bir de, Çınar'ın da annesi ya da babası gibi "aaa, annemin yemeklerinin üstüne yoktur" diyebilmesini çok arzuladığımı fark ettim. "Yemek işi kadına aittir" diye düşündüğümden değil asla; ama, "anne eli" diye bir şey var, değil mi? Özel bir şey. Bir çocuğun, sizin yaptığınız bir yemeği yedikten sonra "bayılıyorum buna anne, eline sağlık" demesi muhteşem. O kokuyu, o tadı yıllar yıllar geçtikten sonra bile araması muhteşem...

Bir de, kendi yaptığınız yemeğe kurulan sofrayla, hazır gelen yemeği ısıtınca kurulan sofra bir olmuyor. Çınar, güzel sofralarda büyüsün istiyorum. Benim, babasının büyüdüğü gibi sofralarda... yemek ve yemek zamanı, böyle sofralarda keyifli olur çünkü.

Biliyorum ki, hiçbir zaman 3 yıldızlı Michelin şefi, ya da annelerim, tadında yemek yapamayacağım. O ayrı bir ustalık; ama, Çınar benim yemeklerimi sevsin istiyorum! Bunun için de bir yerden başlamam lazım!

Dün akşam başladım ufaktan; hatta Ahmet "Başak aynı anda ne çok şey pişirdin, gözlerim yaşardı" dedi ("ne çok şey"i açmam lazım ki durumumun vehametini anlayın: patlıcankabak-biber kızartma, patates kızartması, köfte, makarna, domates sosu, bir de sarımsaklı yopurt hazırladım... vah bana, vahlar bana). Bugün de, tesadüfen bir yemek blogu buldum. Ofiste kullanmaya kıyamadığım bir "kara kaplı defterim" vardı. Başladım oraya seçtiklerimi yazmaya. Yazdıkça yapasım geldi. Yapasım geldiyse, tamamdır bu iş!

Bekle beni ıssız mutfağım! İçini tıkırdayan tencerelerle doldurmaya geliyorum...

9 yorum:

Tanımlanamayan Zihin dedi ki...

O fokurdayan tenceredeki yemekleri yemeye gelirim zevkle. (Hemen de atladım, lakin makarna yapmayı senden öğrenmiş insanım; buna hakkım var :D)

Deli Anne dedi ki...

Arkadaşım benim de ilacım belli demek, niçin söylemiyorsun! Bir başına (şinanay yavrum şinananay) Kanada'ya gitmek 6 aylığına.. hemen İltere söylemeli.. :)

larcencielblog dedi ki...

Gel kuzum sen, kapımız her daim açık da, gelemiyorsun ki bir trülü :)

Deli Anne, mutluluğu uzakta arama diyeceğim ama, iş başa düşmeden olmuyor hakikaten bazı şeyler :) (Bir de, anladım galiba ben seni :P)

Unknown dedi ki...

http://sutumesarellemekarisma.blogspot.com/
Ben de bu siteyi tavsiye ederim, pratik ve leziz tarifler var.

larcencielblog dedi ki...

Hemmen bakıyorum Bahar, çok çok mersi :))

Hande dedi ki...

Sütüme sarellema karışmayı yazayım demişken biri yazmış bile ama çok güzeldir,ben de söyleyeyim, bir de tabi portokal ağacı bir klasiktir biliyorsundur mutlaka..Yemek yapmak bir terapiaslında, ama zamansızlıktan ve aceleden her zaman öyle olmuyor..

Kıvır Anniş dedi ki...

ben bile şevke geldim başak :)

AYK dedi ki...

bu alemde portakal ağacını tek geçerim:) afiyet olsun

peyibal dedi ki...

Ben bu postu kaçırmışım Başak, benim durumum da aynı ama zamansızlıktan filan değil:))) Ben mutfağı sevemedim bir türlü, yemek yapmak sadece bir görev gibi geliyor, tamamen umutsuz vakayım :))) Ama gel gör ki eşim yaptığım 3-5 tane yemeği beğenerek yer, Efe zaten etçil ve sayesinde et pişirmeyi öğrendim.

Kreş günleri başladığından beri Efe acayip pasta,börek,kurabiye,kek yer oldu.Ben de yapa yapa bu konuda onun damak zevkine göre birşeyler çıkardım ortaya.Bazen yapıp okula gönderiyorum, öğretmeni ve aşçıları bayıldıklarını söyleyip tarif filan istiyorlar.Annem görse gözleri yaşarır:)))